Enternasyonal Komünist Partisi Bölünmez ve Değişmez Parti Tezleri Bütünü


Devrimci Marksist Hareketin Uluslararası Yeniden Örgütlenmesi İçin Çağrı

(1949)


1993 Önsözü

Fransızca olarak yayınlanmak üzere 1949 yılında kaleme alınan aşağıdaki metin, o gün olduğu gibi bugün de geçerliliğini korumaktadır. Bunun bir nedeni, Rusya da dahil olmak üzere kapitalist dünyanın geçirdiği evrimin öngörülerimizi fazlasıyla doğrulamış olması, diğer nedeni ise birçok öncü işçi grubunun stalinizme karşı tepkilerinin melez ve karışık olmaktan asla vazgeçmemiş olmasıdır; bu tepkiler demokratizm, hatta hem sınıf mücadelesinde şiddetin oynadığı rolün hem de proletarya diktatörlüğünün temel ve vazgeçilmez organı olarak devrimci partinin yadsınması biçimini almıştır. Velhasıl Marksist sol için, Sovyet rejimine yönelik demokratik ya da parademokratik eleştirilerin oluşturduğu çürümüş toprak üzerinde büyüyen sayısız diğer siyasi grup ve akımla kendisi arasında bir sınır çizgisi çizmek ciddi ve acil bir görev olmuştur.

Rus rejiminin demokratik eleştirmenleri aslında en hevesli destekçilerini kapitalist Batı’nın büyük burjuvazisi arasında bulacaklardı ve büyük Rus pazarını açmayı uman bu burjuvazi onları teşvik etmekten ve "Rus totalitarizmi" eleştirilerinde cesaretlendirmekten oldukça memnundu. Sonunda, Amerikan sermayesinin mabedi olan hamburgercilerin kapıları Moskova’da uluslararası bir tanıtım tantanasıyla açıldığında, demokrasi savaşçıları seçilmiş bir parlamento hayallerinin gerçekleştiğini göreceklerdi. Ancak çok geçmeden burjuvazinin şaşırtıcı ikiyüzlülüğü bir kez daha ortaya çıkacak ve Batılı "dünya liderleri" korosu, Parlamentoyu fesheden, bazı gazeteleri yasaklayan ve parlamenter demokratların muhalefetini kana bulayan Başkan Yeltsin’i destekleyecekti. Böylelikle, kapitalist rejimin kendi sınıf egemenliğini savunmak için totaliter ve demokratik hükümet araçlarını dönüşümlü olarak kullandığı gerçeği yeniden gözler önüne serilecekti.


* * *


Proleter Hareketin İçinde Bulunduığu Endişe Verici Kriz

Dünyanın tüm ülkelerindeki işçi sınıflarının örgütlenmesi, bir dizi bölünmenin ve bozgunculuğun yayılmasının bir sonucu olarak, neredeyse tamamen iki güç tarafından domine edilmektedir.

Bir yanda demokratik sosyalizmin geleneksel biçimi bulunuyor. Sınıflar arasındaki barışçıl ilişkilere dayanan bu örgütler, burjuvazi ile sosyal ve siyasi işbirliği programını desteklemekte ve işçilerin çıkarlarını burjuva anayasası çerçevesinde yasal yollarla savunmayı planlamaktadır. Özel teşebbüsün yavaş yavaş sosyalizme dönüşeceğini öne sürmekte ve ilke olarak şiddet kullanımını ve proletarya diktatörlüğünü reddetmektedirler.

Öte yandan SSCB’de iktidardaki hükümeti savunan partiler de vardır. Bunlar SSCB’yi, Marx ve Lenin tarafından tanımlandığı şekliyle devrimci komünizme dayanan ve Ekim Devrimi’nin büyük zaferiyle tutarlı bir politikaya sahip bir işçi devleti olarak müjdelemektedir. Proleter hareket içindeki bu ikinci güç, teoride ayaklanma, diktatörlük ve terör taktiklerini reddetmediğini iddia etmektedir. Ancak aynı zamanda, kapitalist ülkelerde mülk sahibi ve proleter olmayan sınıflarla aynı taktiksel yöntemleri ve hatta onların propaganda sloganlarını ve taleplerini kullanmanın uygun olduğunu söylemektedir. Örneğin, ulusal refah, anavatanın güvenliği için çağrı ve parlamenter demokrasi çerçevesinde karşıt çıkarlara sahip sınıflar arasında barış içinde bir arada yaşama sloganı vardır.

Sosyal-demokrasi ile özdeş olan böyle bir siyasetin uygulanması belirli koşulların yerine getirilmesine bağlıdır. Sovyetler Birliği hükümeti ile burjuva hükümetleri arasında barış olmalıdır. Dünya işçileri, dünya sosyalizminin öncülü ve vaadi olan Rus iktidarını koruyarak, gelecekteki kapitalist sömürüye karşı kendilerini garanti altına aldıklarını kabul etmek zorunda kalacaklardır. Ve hem işçiler hem de kapitalistler, Sovyetler Birliği’nin sınırsız bir süre boyunca kapitalist güçlerle normal ve barışçıl bir şekilde bir arada var olabileceğini kabul etmek zorunda kalacaklardır. Bir aptallık cenneti olan bu koşullar, burjuva demokratları tarafından "egemen devletlerin içişlerine karışmama" şeklindeki basmakalıp formülde ve sosyalizm ile kapitalizm arasındaki "barışçıl rekabet" şeklindeki yeni, daha da gülünç sloganda özetlenmektedir.

İşçi sınıfı tabanı zaman zaman bu tarihsel bakış açısının bariz çelişkilerine karşı isyan etmiştir; ve şimdiye kadar bu isyanlar sınırlı ve belirsiz olsa da, şüphesiz güç kazanacaklardır.

Ardı arkası kesilmeyen propaganda bu çelişkileri gizlemekte giderek daha az başarılı olmaktadır. Bu propaganda, uzun vadeli hedeflerle acil hedefleri, taktiksel çıkarlarla ilkesel pozisyonları kasıtlı olarak birbirine karıştırmayı ustalıkla amaçlamakta ve belirli bir toplumsal ortama göre seçilmektedir.

Kapitalist ülkeleri, askeri bir saldırıda bulunmadan ya da toplumsal bir ayaklanmaya yol açmadan Sovyet rejiminin varlığını sürdürmesine pekala izin verebileceklerine ikna etme planı, ancak onları Sovyet rejiminin bir işçi sınıfı devleti olmadığına ve dolayısıyla artık anti-kapitalist olmadığına ikna etmek anlamına gelebilir. Böyle bir politika gerçek durumu vurgulamaktadır.

Burjuva ülkelerdeki işçileri bir ayaklanma ve ulusal ekonomik, idari ve siyasi sistemlerinin yıkılması için güçlerini örgütlemelerine gerek olmadığına ikna etmek, normalde sosyal demokratları destekleyen sosyal tabakalardan üye kazanmaya yardımcı olabilir, ancak daha ileri işçiler üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Onlara, Marx ve Lenin’in iç savaşa biçtiği rol olan, proletaryanın sınıf iktidarını ele geçirmesine yol açacak devletler arası genel bir savaş perspektifi sunulmaktadır. Bu türden bir savaş patlak verdiğinde, hangi tarafın başlattığına bakılmaksızın, stalinistler ileri işçi gruplarına kendi ülkelerinde yasadışı ve bozguncu eylemleri deneme şansı vaat ederler. Bu boş vaadi desteklemek için, bu "partizanların" sadece kendi güçlerine değil, aynı zamanda mükemmelleştirilmiş modern bir askeri makinenin paralel hareketine de güvenebileceklerini söylüyorlar.

Takipçilerinin büyük çoğunluğunu oluşturan diğer kesimi ise devrimci bilince sahip olmayan işçilerden; zanaatkarlardan, küçük toprak sahiplerinden, dükkân sahiplerinden ve orta sınıf imalatçılardan, beyaz yakalı işçilerden ve memurlardan, entelektüellerden ve profesyonel politikacılardan oluşmaktadır. Stalinistler bu kesime sürekli olarak, yalnızca mülk sahibi sınıflarla değil, aynı zamanda kendilerinin gerici ve sağcı olarak sınıflandırdıkları burjuva partileriyle de daimi bir birleşik cephe önerecek kadar ileri giden tekliflerde bulunuyorlar. Ayrıca onlara hem ülke içinde hem de dünya çapında bir barış geleceği; herhangi bir siyasi parti, örgüt ya da inanca karşı demokratik hoşgörü; çatışma ya da zenginlerin mülksüzleştirilmesi olmaksızın ekonomik ilerleme; tüm sosyal katmanlar için eşit refah vaat ediyorlar. Sovyetler Birliği ve uydularında, stalinistler tarafından katı bir tek parti sistemiyle kontrol edilen sert bir totaliter polis devletinin varlığını bile kitlelerin gözünde meşrulaştırmak artık onlar için giderek zorlaşmaktadır.

Proleter hareketin bu yozlaşması, İkinci Enternasyonal’in revizyonist ve şoven oportünizminden daha ileri gitmiştir ve daha uzun sürecektir. Bu modern oportünizmin başlangıcını en geç 1928’de saptayabiliriz; İkinci Enternasyonal’in oportünizmi 1912-1922 yıllarında döngüsünün doruk noktasına ulaşmıştır, ancak kökenleri 1912’den çok daha geriye gitmiş ve sonuçları 1922’nin çok ötesine geçmiştir.


Stalinizme Tepkinin İlk Belirtileri

Son zamanlarda stalinist oportünizme karşı sabırsızlık belirtileri görülmeye başlandı. Hem bireysel militanlar hem de gruplar, Marx ve Lenin’in doktrinine ve 3. Enternasyonal’in ilk dört Kongresindeki tezlerine geri dönüşü savunan farklı ülkelerin siyasi sahnelerinde ortaya çıktılar. Bu sonuncular stalinistleri orijinal politikaya tamamen ihanet ettikleri için kınadılar.

Ancak bu bölünmelerin çoğu, proletaryanın küçük bir öncüsünün bile gerçek bir sınıf temelinde yararlı bir yeniden gruplaşması olarak görülemez. Bu grupların çoğu, teorik çalışmadaki eksiklikleri ve sınıfsal kökenleri nedeniyle, hem geçmişteki hem de şimdiki stalinist faaliyete yönelik eleştirilerinin doğasında, Batı’nın emperyalist merkezlerinden kaynaklanan siyasi planlardan ve liberalizmin ve insancıllığın histerik ve ikiyüzlü propagandasından az ya da çok doğrudan etkilendiklerini göstermektedir.

Ancak bu tür politikalar gizli ajanların entrikalarının sonucu olsun ya da olmasın, neden oldukları asıl zarar, dikkatsiz militanları yönlendirmeleridir.

Bununla birlikte, tarihsel olarak konuşursak, karşı-devrimci bozgunculuğun her iki aracının da başarılı olmasına izin vermenin temel sorumluluğu tamamen stalinist oportünistlere aittir. Marx ve Lenin tarafından sık sık vurgulanmasına rağmen, işçi sınıfı hareketlerinin özerk, bağımsız ve kendilerini savunmaya hazır olmalarını engellemek için çılgınca çalışan çok sayıda burjuva ideolojisi ve teorisine onay damgasını vuranlar onlardır.

Proleter mücadelenin bu karışık ve elverişsiz seyri, sanayinin tüm dünyaya yayılmasıyla olduğu kadar eski sanayi merkezlerinde de gerçekleşen yüksek konsantrasyonlu sanayileşmenin karşı konulamaz büyümesiyle aynı zamana denk gelmektedir. Bu nedenle ABD’nin dünya kitlelerine karşı yürüttüğü saldırıya yardımcı olmaktadır. ABD emperyalizmin en büyük ayağıdır ve tüm büyük metropol sermaye, üretim güçleri ve iktidar yoğunlaşmalarında olduğu gibi, tüm toplumsal ve bölgesel engelleri yıkarak dünya kitlelerini zorla sömürme ve ezme eğilimindedir. Stalinistler mücadeleyi uluslararası hedeflerden uzaklaştırmış ve kendilerini Rus merkezinin siyasi ve askeri amaçlarıyla sınırlandırılmış kesin ulusal hedeflerin savunulmasıyla sınırlandırmışlardır. Sonuç olarak, hem uluslararası hem de ulusal mücadeleye önderlik etme becerileri giderek azalacak ve savaş ittifakının açıkça gösterdiği gibi batı emperyalizmiyle giderek daha fazla bağlantılı hale geleceklerdir.

Marksist pozisyon her zaman en önde gelen sınıf düşmanlarının, yalnızca proleter devrimle yıkılabilecek olan süper sanayileşmiş ve süper sömürge ülkelerin büyük güçleri olduğu yönünde olmuştur. Marksist bakış açısına uygun olarak, İtalya komünist solu bugün tüm ülkelerdeki devrimci işçi gruplarına bir çağrıda bulunmaktadır. Onları uzun ve zorlu bir yoldan geri dönmeye ve kendilerini uluslararası ve kesinlikle sınıfsal bir temelde yeniden teşkilatlandırmaya, dünyanın dört bir yanındaki devlet kontrolündeki güçlerden kaynaklanan politikalardan ve cahil konformizmden kısmen ya da dolaylı olarak bile etkilenen her tür yapıyı kınamaya ve reddetmeye çağırıyoruz.

Uluslararası bir öncünün yeniden örgütlenmesi ancak görüş ve yönelimlerin mutlak homojenliği halinde gerçekleşebilir; Enternasyonal Komünist Partisi tüm ülkelerden yoldaşlara aşağıdaki temel ilke ve önermeleri önermektedir.


1. Proleter Devrimin Silahlarının Tekrar Vurgulanması: Şiddet-Diktatörlük-Terör

Devrimci sol Marksistler için, bireylere ya da gruplara yönelik baskı, zulüm ya da şiddet eylemlerinin gerçekleştiğini bilmek, bu eylemler izinli ya da kontrol edilebilir olsa bile, stalinizmin ya da başka herhangi bir rejimin mahkum edilmesinde tek başına belirleyici bir unsur değildir. Baskı tezahürleri, hatta en şiddetli baskılar bile, sınıf ayrımlarına dayalı tüm toplumların ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Marksizm başlangıcından itibaren sınıf mücadelesine dayalı bir uygarlığın sözde "değerlerini" reddetmiştir, tıpkı karşıt sınıfların soygun ve cinayeti karşılıklı memnuniyetlerine göre düzenlemeleri gereken "adil oyun" kurallarını reddettiği gibi. "İnsanların" maruz kaldığı hiçbir gasp ya da suç, yasadışı ya da yasal olsun hiçbir "soykırım", bunları belirli bireylere ya da onlara emir verenlere atfederek değil, yalnızca tüm sınıf bölünmelerinin devrimci yıkımı için mücadele ederek ortadan kaldırılabilir. Kapitalizmin artan vahşet, zulüm ve süper-militarizmle karakterize olan mevcut evresinde, devrimci hareketlerin yalnızca en aptalları eylem yöntemlerini resmi nezaket sınırları içinde sınırlandırabilir.


2. Savaş İttifakları, Partizan Cepheleri ve Ulusal Kurtuluşlar Geleneğinden Tamamen Kopuş

Stalinizm, tam da proleterleri iki emperyalist kampa bölen bir kardeş savaşına sürükleyerek komünizmin bu temel ilkelerini terk ettiği ve böylece müttefik olduğu kampın utanç verici propagandasını güçlü bir şekilde pekiştirdiği için geri dönülmez bir şekilde mahkum edildi. Diğerinden daha iyi olmayan bu kamp, Marksist-leninist eleştiri tarafından onlarca yıl önce ifşa edilen emperyalist açgözlülüğünü, "medeni" savaş yöntemlerine duyduğu saygının kendisini hasmından ayırdığını iddia ederek maskeliyordu. Bombalamak, "nükleer silah kullanmak", işgal etmek ve nihayetinde endişeli bir vicdan muhasebesinden sonra idamlara başvurmak zorunda kalsa bile, bunun kendi çıkarlarını savunmak için değil, uygarlığın "ahlaki değerlerine" ve insan özgürlüğüne yönelik tehdidi ortadan kaldırmak için olduğunu iddia etti.

Leninizm, 1914’te İkinci Enternasyonal’in hainleri hayali Tötonik ya da Çarlık "barbarlığı" canavarına karşı yurtsever ittifakı ilan ettiklerinde, aynı utanç verici dolandırıcılığa bir cevap olmuştu.

Batılı emperyalistlerin yeni Nazi ya da faşist barbarlığa karşı savaşa girmelerinin temelinde de aynı sahtekarlık yatmaktadır ve aynı ihanet Rusya devleti ile emperyalist devletler arasında -başta Nazilerin kendileriyle- kurulan ittifakta ve savaşı kazanmak amacıyla işçi partileri ile burjuva partileri arasında kurulan ittifakta da yer almaktadır.

Bu yalanlar ve ihanetler tarihsel kayıtlara geçmiştir, özellikle de şimdi Rusların Amerikalıları saldırgan ya da faşist olmakla suçladığını ve Amerikalıların da Rusları aynı şeyle suçladığını ve aynı görev için seferber edilen Rus işçilerden oluşan orduları kullanmak yerine, Avrupa’yı katletmek için atom bombasını (1941’de hazır değildi) kullanabilecek olsalardı bunu yapacaklarını itiraf ettiklerini gördüğümüzde.

Marksizmin her zaman burjuva devletler, gruplar ve fraksiyonlar arasındaki ezeli çatışmaların ardında yatan nedenleri araştırdığı ve araştırmaya devam ettiği ve bu araştırmadan çıkarımlar ve tarihsel öngörüler elde ettiği doğrudur. Ancak kapitalizmin barbar bir kanadına karşı aynı sistemin medeni bir kanadını savunmak Marksizmin yadsınmasıdır. Gerçekten de determinist bir bakış açısıyla, proletarya, en sert mücadele yöntemlerini kullanan saldırgan tarafın zaferinden, aksi durumdan daha fazla kazanç bile elde edebilir.

İnsan topluluklarının barbarlığın ötesine geçmesi için üretici tekniklerin geliştirilmesi kaçınılmazdı; ancak insanoğlu bu geçişin bedelini, sınıflı uygarlığın sayısız rezaletine ve kölelik, serflik ve sanayileşmenin sömürüsünden kaynaklanan acılara maruz kalarak ödemek zorunda kaldı.

Bu nedenle, 1914-18 ve 1939-45 savaş ittifaklarının, halk cephelerinin, gerilla direnişlerinin ve ulusal kurtuluşların desteklenmesinde görülen şovenist siyaset geleneklerinin aynı şekilde mahkum edilmesi, uluslararası devrimci hareketin yeniden inşası için temel bir koşuldur.


3. Savunmacılığın, Pasifizmin ve Devletler Arası Federalizmin Tarihsel Reddi

Yeni bir savaş olasılığı karşısında Marksist tutumun yol gösterici çizgisi Lenin’in yazılarında bulunabilir. Ona göre Paris Komünü’nden bu yana büyük güçlerin savaşları emperyalist savaşlardır. Bunun nedeni, 1871’in kapitalist ülkelerin ulusal sınırlarını belirleyen savaşların ve ayaklanmaların yaşandığı tarihsel dönemin sonunu işaret etmesidir. Bu nedenle, savaş ortaya çıktığında, herhangi bir sınıf ittifakı, sınıf muhalefetinin ve baskısının savaş amaçları göz önünde bulundurularak askıya alınması, proleter davaya ihanet teşkil eder. Lenin’e göre de, kapitalizmin bu modern evresinde sömürgelerdeki renkli kitlelerin emperyalistlere karşı isyanı ve azgelişmiş ülkelerdeki milliyetçi hareketler, ancak sanayileşmiş sektörlerdeki sınıf mücadelesi durmadığı ve proleter örgütün uluslararası hedefleriyle bağını koparmadığı sürece devrimci bir öneme sahiptir. Bir devletin dış politikası ne olursa olsun, her ülkenin işçi sınıfının gerçek iç düşmanı kendi hükümetidir.

Lenin’in ölümüne kadar Üçüncü Enternasyonal’in tezlerinde ve kararlarında yapılan açık tahminleri doğrulayan II. Dünya Savaşı deneyimleriyle önemli ölçüde pekiştirilen bu anlayışa göre, emperyalist savaşlar dönemi ancak kapitalizmin çöküşüyle sona erecektir.

Bu nedenle proletaryanın devrimci partisi, emperyalist çatışmaların barışçıl yollarla çözülmesi olasılığını reddetmelidir. Bir federasyonun ya da devletler birliğinin "çatışmaları başlatanları" uluslararası silahlı bir güçle bastırarak çatışmaları önleyebileceği yanılsamasını öne süren her türlü öneriyle enerjik bir şekilde mücadele etmelidir.

Marx ve Lenin, savaşlar ve devrimler arasındaki tarihsel ilişkinin zengin karmaşıklığının farkında olmalarına rağmen, yine de devletler arasındaki savaşlarda "saldırı" ve "savunma" arasındaki yanlış ayrımı idealist ve burjuva bir aldatmaca olarak mahkum etmişlerdir. Benzer şekilde devrimci proletarya, tüm devletler üstü uluslararası kurumların yalnızca kapitalizmi korumak için baskıcı bir güç olarak tasarlandığını ve silahlı kuvvetlerinin bir sınıf polisi ve karşı-devrimci bir muhafızdan başka bir şey olmadığını bilmelidir.

Bu nedenle gerçek uluslararası komünizm, pasifizmin savunulmasına ve "saldırganın" kınanması ve cezalandırılması gibi aptalca formüllere dayanan her türlü muğlak propagandanın tamamen reddedilmesiyle karakterize edilir.


4. İşçi Sınıfı Dışındaki Sınıflarla Ortak Sosyal Programların ve Siyasi Cephelerin Reddi

Pek çok sol muhalefet grubu arasunda arasında Üçüncü Enternasyonal’in ilk taktiksel hatalarına kadar uzanan ve oldukça kötü bir şekilde "bolşevik" olarak tanımlanan ajitasyon yöntemlerini yanlış olarak reddetmek bir gelenektir.

Özellikle tüm feodal kurumların tamamen ve geri dönülmez bir şekilde ortadan kaldırılmasından sonra, bir işçi devletinin ve dünya çapında bir kızıl diktatörlüğün -siyasi terör ve tüm ayrıcalıklı sınıfların mülksüzleştirilmesini içeren bir diktatörlük- kurulması için proletarya ile egemen sınıf arasındaki nihai silahlı çatışmaya doğru çalışmak, belirli zamanlarda ve belirli yerlerde, tam olarak komünizmin ve yalnızca komünizmin programı olan bu hedeflerden bahsetmeyi ihmal edersek başarılamaz.

Sınıf mevzilerinin yerine halk ajitasyonu emirlerini koyarak kitleleri daha çabuk fethedebileceğini düşünmek bir yanılsamadır. Aynı şekilde, böyle bir manevranın liderlerinin kendilerinin de bu manevraya kapılmadıklarını güvenle varsaymak da boş bir yanılsamadır; bu sık sık ilan edilse de, en iyi ihtimalle saçmalıktır.

Ne zaman bir siyasi manevranın ana içeriği (her zaman geçici olduğu söylenir) oportünist partilerle birleşik bir cephe olsa ya da demokrasi, barış ya da sınıf dışı halkçılık ya da daha da kötüsü ulusal ve yurtsever dayanışma talep edilse, hiçbir zaman - bu kurnaz kamuflajla düşman cephesini zayıflattıktan sonra - sahneyi aniden kaldırıp dünün geçici müttefiklerine ateş açmaya hazır bir devrim askerleri ordusunu ortaya çıkarmak söz konusu olmamıştır.

Oysa tam tersi gerçekleşmiştir. Kitleler, militanlar ve liderlerle birlikte, sınıf eyleminden aciz hale getirilmiş ve bu tür ideolojik ve işlevsel hazırlıklarla giderek silahsızlandırılan ve evcilleştirilen örgütleri ve tabanları, egemen burjuvazinin araçları ve tercih edilen araçları haline gelmiştir.

Bu tarihsel sonuçlar artık yalnızca doktriner eleştiriye dayanmamakta, otuz yıllık iflas etmiş çabaların bedeli çok ağır ödenmiş korkunç tarihsel deneyiminden kaynaklanmaktadır.

Bu nedenle devrimci bir parti bir daha asla proleter olmayan ve sosyal olarak melez sınıflara özgü ve onlar tarafından yapılması muhtemel taleplerle kitle desteği kazanmaya çalışmayacaktır.

Bu özel temel kriter, ekonomik alanda ücretli çalışanlar ile işverenler arasındaki somut çıkar karşıtlığından kaynaklanan ara ve özel talepler için geçerli değildir. Ancak sınıfsız ya da sınıflararası taleplere, özellikle de ister tek bir ulus tarafından isterse uluslararası düzeyde yapılsın siyasi taleplere karşıdır. Proleter siyasi birleşik cephe, halk ve demokrasi cephesi, işçi hükümeti gibi sloganların eleştirisinden kaynaklanan bu kriter, bizim hareketimiz ile Troçkistlerin Dördüncü Enternasyonal’i olarak adlandırılan hareket arasında bir sınır oluşturmaktadır. Hareketimiz, revizyonist yozlaşmanın "hedef hiçbir şeydir, hareket her şeydir" sloganını farklı bir başlık altında yeniden canlandıran ve dolayısıyla tüm içerikten yoksun yüzeysel ajitasyonları besleyen tüm türevlerinden de aynı şekilde ayrılmaktadır.


5. Rus Sosyal Yapısının Kapitalist Niteliğinin İlanı

Sovyetler Birliği’nin ekonomisinin, yasamasının ve yönetiminin son otuz yıldaki gelişim biçimi, işçi devriminin yalnızca 1871’de Paris’te olduğu gibi kanlı bir iç savaşla değil, aynı zamanda ilerici bir yozlaşmayla da batırılabileceğinin tarihsel kanıtını sunmaktadır. Bu durum, partinin demirden bir öncüden, kendi yasama ve yürütme organları üzerinde denetim kurmaktan aciz, tepeden inme, şekilsiz bir kitleye dönüşmesine izin vermenin bedelini ağır ödeyen devrimci Bolşevik çekirdeğin acımasızca bastırılması ve yok edilmesiyle de aynı şekilde kanıtlanmıştır. Rus ekonomisinin büyük bölümünün parasal ve ticari karakteri, ki bu karakter birçok büyük kapitalist ülkede de görülen hayati hizmetlerin ve endüstrilerin devlet kontrolünde olmasıyla hiçbir şekilde çelişmemektedir, bize yozlaşma tehdidi altında olan ya da yozlaşma sürecinde olan bir işçi devletini değil, çoktan yozlaşmış ve proletaryanın artık iktidarı elinde tutmadığı bir devleti göstermektedir.

İktidar, alt ve üst orta sınıfların, yarı bağımsız işadamlarının ve uluslararası kapitalist sınıfların iç çıkarlarından oluşan melez ve şekilsiz bir koalisyonun eline geçmiştir. Böyle bir bileşim, polis kontrolünde ve ticari bir demir perdenin varlığıyla sadece görünüşte çelişmektedir.


Sonuç: Rus Emperyalist Militarizmine Verilen Her Türlü Desteğin Reddi, Amerika’ya Karşı Açık Yenilgicilik

Sonuç olarak, (tüm savaşların yaptığı gibi) dışarıdan bakıldığında dünyanın yönetiminde çeşitli ülkelerin ayrıcalıklı tabakaları arasındaki işbirliğini engelleyen bir savaş Leninist anlamda devrimci bir savaş, yani proleter iktidarın korunması ve tüm dünyaya yayılması için bir savaş olmayacaktır. Bugün gündemde olmayan böyle bir tarihsel olasılık, hiçbir zaman herhangi bir ülkenin siyasi ve askeri kompleksi için gerekçeler üretmeyi içermeyecektir; her şeyden önce devrimci devletler, eğer varsa, kapitalist kampta müttefik bulamayacaktır (1. Dünya Savaşı’nın sonunda açıkça görüldüğü gibi). Varsayımsal olasılığımızı ele alırsak, güçlü bir enternasyonal komünist partisi, devrimci ülkelere yönelik askeri "cezalandırma" seferlerini durdurmak için burjuva güçlere karşı kendi şubelerinin saldırılarını zamanlayacak ve bu tür amaçlar için silahlandırılmış ve seferber edilmiş işçilerin silahlarını kendilerini silahlandıranlara karşı çevirmelerini sağlayacaktır.

Herhangi bir devrimci hareketin, saldırının daha az geliştiği ve mücadelenin daha az potansiyele sahip olduğu tüm durumlarda, kapsamlı bir anti-kapitalist ve devlet karşıtı yönelimi sürekli olarak sürdürmesi için daha fazla neden vardır. Komünistler, kapitalistlerin proletaryaya karşı cezalandırıcı seferlere girişmesini engellemenin tek bir yolu olduğunu bilirler: kapitalist sınıfı ortadan kaldırmalıdırlar ve bu da işçi sınıfının öncüleri her yerde savaşa hazır olmadıkça yapılamaz.

Dolayısıyla, ideolojik, örgütsel ya da maddi anlamda sınıf bilincinin geçici olarak silahsızlandırılması bile nerede ve ne zaman olursa olsun bir ihanettir. Komünist hareketin merkezi asla buna boyun eğmemelidir; parti eyleminin zamanlamasını ve alacağı biçimleri seçmekten merkezin sorumlu olduğu kesin olarak yerleşmiş bir disiplin olsa bile. Bu şekilde silahsızlandırılmayı kabul eden herhangi bir parti ya da grup, özellikle de kendilerini işçi, komünist ya da sosyalist olarak tanımlıyorlarsa, savaşılması ve boyun eğdirilmesi gereken ilk düşmandır. Çünkü Marx ve Engels tarafından öngörülen ve tüm devrimci Marksistler tarafından inançla beklenen kapitalist sistemin yıkılmasını engelleyen tam da onların varlığı ve yerine getirdikleri işlevdir.

Son savaş sırasında Komünist Enternasyonal’in kalıntıları tarafından uygulanan ve utanç verici bir şekilde kendi kendini tasfiye etmesine yol açan tamamen zıt strateji, "batılı hükümetlerin savaş çabalarında engellenmemesi" için üstlenildi, ancak bu sadece batılı emperyalist gücü güçlendirme etkisi yarattı. Rus hükümeti ve askeri çevreler, Batılıların kendi hedefleri için Almanya’dan daha büyük bir tehdit olduğunu çok geç kabul ettiler.

Bununla birlikte, barbarlık ve faşizm suçlamalarına yeni başvurulması daha az yanlış ve uğursuz değildir ("özgür dünya" tarafından aynı küstahlıkla karşılık verilen suçlamalardır bunlar) ve öncünün devrimci işçileri, bugünün karşıt askeri güçlerinden ne yardım ne de cephane bekleyebilecekleri bir mücadele için güçlerini bir araya getirmeyi hedeflemelidir. Kapitalizmin 150 yıldır boşuna beklenen krizinin ve çöküşünün, dünyanın şimdiye kadar yenilmemiş kara muhafızları olan yüksek sanayileşmiş devletlerin kalbini vuracağı umudu ve kesinliği içinde çalışmalıdırlar.