Enternasyonal Komünist Partisi Bölünmez ve Değişmez Parti Tezleri Bütünü
 Enternasyonal Komünist Partisi


Proleterya Diktatörlüğü ve Sınıf Partisi
(1951)



I

"Her sınıf mücadelesi, siyasi bir mücadeledir" - Marx

Fakat kendisini sadece var olan ekonomik kaynakların yeniden dağıtılmasını amaçlamak ile sınırlandıran bir mücadele, siyasi bir mücadele olamamıştır; çünkü daha mevcut üretim ilişkilerin kurduğu sosyal yapıya karşı gelmemektedir.

Belirli bir toplumsal çağa özgü olan üretim ilişkilerinin bozulması ve belirli bir toplumsal sınıfın egemenliğinin devrilmesi, sadece uzun süreli bir siyasi mücadele sayesinde olabilir. Bu mücadelenin anahtarı, Lenin’in devletle ilgili o ünlü sorusunda yatar: “iktidar kimde?”

Bugünün proletaryasının mücadelesi, kendini politik mücadele olarak sadece bir sınıf partisinin kuruluşu ve eylemi sayesinde gösterebilir ve genişletebilir. Bu sınıf partisinin özellikleri ise şu tezde bulunabilir: liberal ve demokratik devrimler sürecinde gelişimini tamamlayan kapitalist endüstri ve burjuvazi iktidarı; tarihsel olarak, sınıf çıkarları çatışmasını dışlamamak ile kalmaz, aksine onun silahlı mücadele ve iç savaşa dönüşmesini hazırlar ve hızlandırır.


II

Burjuva sınıfı iktidarını koruduğu sürece, Komünist Partisi - bu tarihsel öngörü ve programı göz önünde bulundurarak – şu görevleri yerine getirir:

a) Toplumsal gelişimin, mevcut sosyal sistem ve üretim ilişkilerini niteleyen ekonomik yasaların, bunlardan çıkan sınıf çatışmalarının, devletin ve devrimin teorilerini geliştirir ve yayar.

b) Proletaryanın birliğini ve tarihsel sürekliliğini sağlar. Birlik, işçi sınıfı ve yarı işçi sınıfı çevrelerinin gruplanması demek değildir, çünkü bunlar, sömürücü sınıfın topyekun egemenliği sebebiyle siyasi liderler ve onların hareket yöntemlerinin etkisi altında kalmışlardır. Daha ziyade birlik, devrimin ve ona bağlı olan öncü unsurların uluslararası bağlantısı demektir. Süreklilik ise hareketin başlangıcından, yıllar sürecinde etrafında değişen maddi koşullar ile birlikte benimsenen eleştiri ve mücadele konumlarını birbirlerine bağlayan kesintisiz diyalektik çizginin devamlılığı ve korunması demektir.

c) Sınıf seferberliği ve taarruzuna önceden hazırlanır - ve bunun için güncel olaylar veya çıkarlar tarafından tetiklenen ayrı mücadelelerde mümkün ve uygun olan her türlü propaganda, ajitasyon ve eylem aracını kullanır. Bu ise iktidarın fethi için kurulan devrimci aygıtın organizasyonu ile sonuçlanır.

Tarihsel koşullar doğru olup partinin örgütsel, taktiksel ve siyasi bütünselliği; genel bir iktidar mücadelesinin yapılabileceği bir noktaya geldikten sonra, devrimci sınıfı ilk toplumsal savaşta zafere ulaştıran parti, yine aynı şekilde kapitalist devleti oluşturan askeri ve yönetimsel unsurların yıkılması ve yok edilmesi görevinde de öncülük etmelidir. Bu yıkım aynı zamanda, her görüş, ideoloji, veya kurumsal çıkarları temsil eden idari birimler ağını da vurmalıdır. Burjuva sınıfının devlet aygıtı - ister halkın çoğunluğunun sınıflar arası temsilcisi olduğunu iddia etsin; isterse de ulusal, ırksal, dini veya toplumsal bir görevi yerine getiriyormuş gibi yapsın - kendini hangi şekilde sunarsa sunsun yok edilmek zorundadır.

Eğer bu gerçekleşmezse o zaman devrim başarısız olacak ve şiddetle ezilecektir.

III

İşçi sınıfı partisinin görevi, kapitalist egemenlik aygıtlarının dağıtılmasından sonra da bütün önemiyle devam edecektir, çünkü bu evreden sonra bile sınıf mücadelesi - diyalektik olarak tersine çevrilmiş halde de olsa - devam etmektedir.

Devlet ve devrim ile ilgili komünist teori, her şeyden önce, burjuva devletinin bütün yasama ve yürütme mekanizmalarının, bir ekonomiyi “Sosyalistleştirme’’ çalışması için yeniden uyarlanması olanağını (diğer bir değişle Sosyal Demokrat görüşü) tamamen dışlar. Aynı şekilde, devlete yönelik doğrudan eylem ve ani şiddet yolu ile devletin hızla yok edilmesi ve bu sebepten dolayı geleneksel ekonomik ilişkilerin hiç sıyrık almadan devam etmesine izin verilmesi yöntemini (yani Anarşist görüşü) de reddeder. Son olarak, yeni bir üretim organizasyonunun kurulması görevinin, ortaya çıkan üretici gruplarına bırakılabileceği fikrini (Sendikalist görüşü) kabul etmez.

Bunun sebebi yıkılmış herhangi bir toplumsal sınıfın, terör yoluyla devrilmiş olsa bile, toplumsal dokunun içindeki varlığını uzun süre sürdürmesidir. Devrimin gerçekleşmesi ile birlikte burjuvazi intikam umutlarından anında vazgeçmek yerine, kendisini siyasi olarak yeniden örgütlemeye ve egemenliğini ya şiddetle ya da örtülü bir şekilde tekrar kurmaya çalışacaktır. Artık egemen sınıf değildir, malup ve hükmedilen bir sınıfa dönüştürülmüştür. Fakat bir anda ortadan kaybolmamıştır.

Proletarya, komünizmin gerçekleşmesi sonucunda - diğer tüm sosyal sınıflarla birlikte - artık var olmayı bırakacaktır. O zamana kadar, kapitalizmden sonraki ilk dönemde proletarya kendini egemen sınıfa çevirecektir. Eski devletin yok edilmesinden sonra artık kendini yeni proleter devlet - ya da "Proletarya Diktatörlüğü" olarak teşkil edecektir (Komünist Manifesto).

Kapitalist sistemin ötesine geçmenin önşartı burjuva egemenliğinin yıkılması, ve burjuva devletinin tamamen yok edilmesidir. Bu kadar derin ve toplumun temeline kadar inen bir değişimin şartı ise yeni bir proleter egemenlik aygıtının kurulmasıdır. Yeni proletarya diktatörlüğü, tarihteki bütün devletler gibi; güç, baskı ve zorlamayı kullanabilmelidir.

Böyle bir siyasi aparatın varlığı, komünist toplumu tanımlamaz, daha ziyade onun inşaat evresini tanımlar. Toplumun bu yeniden inşaası güvence altına alındıktan sonra sınıflar, ve beraberinde sınıf egemenliği artık var olmayı bırakacaktır. Fakat sınıf egemenliğinin en önemli aygıtı devlettir, ve devlet başka hiç bir şekilde var olamaz. Bu sebeple komünistler, sanki misyonermiş gibi proleter bir devletin destekçisi olmaz, kutsal bir öğreti veya mutlak bir ülkü olduğunu savunmaz. Aksine, onu zamanın koşulları ve kendi görevini yerine getirmesi ile doğal bir şekilde yok olacak tarihsel diyalektik bir araç olarak görürler. Bu, uzun bir süreç içinde, azar azar gerçekleşecektir, ve gittikçe - tarihte her zaman olduğu gibi insanların zorlanması üstüne kurulu bir sosyal örgütlenmeden; geniş, kapsamlı, üretimden doğal güçlere çoğu şeyin yönetimi için bilimsel olarak oluşturulmuş merkezi bir ağa dönüşecektir.

IV

Proletaryanın galibiyeti sonrasında devletin; sosyal sınıflar, topluluklar ve örgütler ile olan ilişkisi; burjuva devrimlerinden sonra oluşan devletlerin rolü ile kökten farklılıklar gösterecektir.

a) Devrimci burjuvanın ideolojisi - kendi mücadelesinin son galibiyetinden önce - feodalizmden sonra oluşacak devletin bir sınıf devleti değil, yerine tüm eşitsizliklerin yasaların önünde yok olacağı esasına bağlı bir halklar devleti olacağını, ve bu devletin toplumun tüm üyeleri için özgürlük ve eşitlik sağlamakta yeterli olacağını savunmuştur.

Proleter teori ise açık bir şekilde bunu reddedip kendi devletinin bir sınıf devleti olacağını, yani sınıflar var olduğu sürece tek bir sınıf tarafından bir alet olarak kullanılacak bir devlet olacağını iddia etmektedir. Diğer tüm sınıflar bu devletten dışlanacak, ve hatta yasadışı kılınacaklardır. Lenin’in de dediği gibi, işçi sınıfı iktidarı ele geçirince onu "kimseyle paylaşmayacaktır".

b) Burjuvazi sınıfı, siyasi galibiyetinden sonra devasa bir ideolojik sefere çıkıp sayısız ülkelerde, sayısız anayasalar ve resmi beyannameler halinde yeni devletin ilke ve temellerini ilan etmişti. Bu ilanlar; zamanla birlikte değişmesi imkansız, sosyal hayatın özünde bulunan, sabit ve sonsuz doğruluklarmış gibi gösterildi ve bu noktadan sonra siyasi tüm güçlerin etkileşimlerinin, bu kanuni çerçeve içerisinde gerçekleşmesi gerekti.

Varolan düzene karşı mücadele sırasında proleter devlet, insan doğası ile ilgili her hangi bir varsayımın üzerine kurulu, sosyal ilişkilerin kuralları ile ilgili ulaşılması gereken bir idealmiş gibi sunulmamalıdır. Varoluşu boyunca işçi sınıfının devleti, kendisinin çürüyüp kayboluşu noktasına kadar evrilecektir. İnsanlığın toplumsal doğası, teknolojinin ve üretim imkanlarının gelişmesi ile birlikte kökünden bir değişime uğrayacaktır, böylece bireylerin doğası da eşit bir şekilde tamir edilecektir ve insanlar gitgide kölelikten uzaklaşacaktır. İşçi devriminden sonra ilan edilecek kodlanmış ve kalıcı bir anayasa fikri saçmalıktır ve komünist programda yeri asla yoktur. Ancak "araçsal" ve geçici bir karakteri koruyacak – fakat asla sosyal etik ve doğal hukuk hakkında tek bir yanılgı veya soyutluk bile bulundurmayacak yazılı kuralların benimsenmesi uygun ve pratik olacaktır.

c) Kapitalist sınıf, feodal egemenlik aygıtlarını önce fethedip sonra yok ettikten sonra, devletin gücünü karşı-devrim veya restorasyon denemelerini ezmek için kullanmakta duraksamadı. Fakat uygulanan en büyük ve teröristik önlemler, kapitalizmin sınıf düşmanlarına karşı olması ile değil; aksine halka, millete, vatana, topluma karşı ihanet edenlere karşı olduğu iddiası ile aklandı - ki, bütün bu boş kavramların tanımı zaten devlet, bilhassa o sırada iktidarda olan parti tarafından yapılmıştır.

İlk mücadeleyi galip bitirdikten sonra proletarya, ekonomik ayrıcalığı ortadan kaldırmak için alınan önlemlerine karşı olan, Lenin’in sözleriyle "çaresiz burjuva sınıfının kaçınılmaz direnişi"ne, yani kendi sınıf çıkarlarını koruyabilmek için hareket eden eski yöneticiler ve kalan bütün destekçilerine saldıracaktır. Bu sosyal unsurlar, yönetim aparatına karşı uzak ve pasif bir pozisyona sokulacaktır: bu konumdan kendilerini özgürleştirmeye çalıştıklarındaysa maddi kuvvet ile bastırılacaklardır. Hiçbir "toplumsal sözleşme" paylaşmayacak, hiçbir yasal veya “yurtsevewr” göreve tabi tutulmayacaklardır. Toplumsal savaşın esirleri - yani eski aristokratlar ve dincilerin, Jakoben burjuvazinin elinde bulundukları aynı konumda - olarak ihanet edebilecekleri hiçbir şey kalmayacak, çünkü onlardan saçma bir sadakat yemini etmeleri istenmeyecektir.

d) Tarihi halk meclisleri ve benzeri demokratik toplulukların kuruluşlarının etrafındaki parıltı bize unutturmamalı ki doğduğu andan itibaren burjuvazi devleti; eski rejime karşı olan mücadelesini hem içeride hem de dışarıda devam ettirebilmek için silahlı örgütler ve polis kuvvetleri kurmakta bir saniye bile duraksamadı, ve çok zaman kaybetmeden giyotinin yerine darağacını getirdi. Bu idari kuvvetlerin birincil görevleri, özel mülkiyete dayalı ekonomik sistemin alış/satış kurallarına aykırı bireysel veya büyük tarihi düzeyde ihlallere karşı yasal güç uygulamaktı. Böylece tamamen doğal olarak burjuva üretim biçimini - içgüdüsel olarak olsa da - tehdit eden ilk işçi sınıfı hareketlerine karşı da hareket etti. Yeni sosyal ikiliğin dayatmacı gerçekliği, toplumsal barış içerisinde tüm vatandaşların katılımını ve devletteki çeşitli partilerin tüm görüşlerini devlet yönetimine mükemmel bir dengeyle getirebildiğini iddia eden bir "yasama" aygıtı oyunuyla gizlenmiştir.

Proleter devlet, açık bir sınıf diktatörlüğü olarak, yürütme ve yasama düzeyleri arasındaki tüm ayrımları ortadan kaldırılacaktır, çünkü ikisini aynı organlarda birleştirecektir. Yasama ve yürütme arasındaki ayrım, aslında, çok sınıflı ve çok partili bir görüntünün altında bir sınıfın diktatörlüğünü gizleyen ve koruyan bir rejimin özelliğidir.

"Komün parlamenter bir organ değil, çalışan bir organdır" (Marx).

e) Burjuva devletleri, - üzerlerine kurulu oldukları bireyci ideoloji, veya bir diğer deyişle "sosyal teori" kurgusunun bütün vatandaşları içine aldığı, ve tek bir sınıf tarafından bütün özel mülkiyetin tekelinin alındığı bir ekonominin bu düşünsel yansımasına uygun olarak - bireyin ve yasal devlet merkezlerinin arasında, anayasal meclisler hariç, her hangi bir aracı organın varlığına izin vermediler. İlk aşamalarda gerekli olan siyasi kulüp ve partilerin varlıklarına, demagojik bir özgür düşünce dayatması sebebi ve basit seçim büroları veya günah çıkarma gruplarından fazla bir şey olmamaları koşulu ile tolere edildi. Sonraki evrelerde ise sınıf baskısı gerçeği, devleti; ekonomik çıkar birliklerini, yani "devlet içinde devlet" olarak gördüğü ve güvenmediği işçi teşkilatları ve sendikalarını da tolere etmeye zorladı. En sonunda ise sendikalar, kapitalistlerin kabul ettikleri ve hatta kendi amaç ve çıkarları için benimsedikleri bir çeşit sınıf dayanışmasına döndü. Dahası, sendikaları "yasal olarak tanıma" bahanesini kullanarak devlet, onları içine çekip kısırlaştırma görevini üstlendi, ve devrimci partilerin sendika liderliğini ele geçirmesini engellemek için onları her türlü özerklikten yoksun bıraktı.

Proleter devlette, işçilere para ile maaş ödeyen işverenler veya işletmeler var olmayı sürdürdükçe sendikalar da varlıklarını devam ettirecektir. Bu dönemdeki işlevleri, işçi sınıfının yaşam standartlarını korumak olacak, ve bütün eylemleri bu noktada parti ve devletinki ile paralel olacaktır. İşçi sınıfından olmayan sendikalar yasaklanacaktır. Ama, proletarya ile yarı-proletarya ve diğer sınıflar arasındaki gelir dağılımı sorununa gelince; işçi sınıfının durumu, uluslararası kapitalizme karşı genel devrimci mücadelenin birincil ihtiyaçları haricindeki kaygılar tarafından tehdit edilebilir. Ancak uzun süre boyunca varlığını sürdürecek olan bu olasılık, hâlâ kapitalist olan ülkelerde mücadelesini devam ettiren partiler ile üniter bir bütün oluşturma görevine sahip komünist partisi, uluslararası devrimci öncünün yanında sendikaların da varlığını gerekçelendirir.

Proletarya devleti, ancak tek bir parti tarafından yaşatılabilir. Bu partinin kendi saflarında istatistiksel bir çoğunluk örgütlemesini, "halk seçimleri" yoluyla benzer bir çoğunluğun desteğini toplamasını istemek saçma olmakla kalmaz, eski burjuva tuzaklarına düşmek anlamına gelir. Tarihsel olasılıklardan biri, görünüşte proletarya tarafından oluşturulan, fakat gerçeklikte devrim karşıti gelenekler veya yabancı kapitalizmlerden etkilenen siyasi partilerin çıkışıdır. Bu çelişki ki çelişkilerin en tehlikelisi, resmi hakların tanınması veya soyut bir "sınıf demokrasisi" çerçevesinde oy toplanması ile çozümlenemez. Bu çelişki de tamamen iktidar tarafından tasfiye edilmesi gereken bir kriz olacaktır. Tatmin edici bir devrimci çözüme ulaşmak için kullanabileceğimiz bir istatistiksel düzenek yoktur, bunun çözümü, sadece ve sadece, devrimci komünist hareketin dünya çapında ulaşabildiği sağlamlık ve netlik derecesine bağlı olacaktır. Bir asır önce Çar’ın İmparatorluğunda, ve ondan daha da önce Batı’da Marksistler, haklı bir şekilde kapitalistlerin ve mülk sahiplerinin bir azınlık olduğunu, ve tek gerçek çoğunluk hükümetinin işçi sınıfı hükümeti olduğunu zamanın basit fikirli demokratlarına karşı savundular. Eğer demokrasi kelimesi "çoğunluğun gücü" anlamına geliyorsa, demokratlar bizim sınıf tarafımızda durmalıdır. Ancak bu kelime, hem gerçek anlamıyla ("halkın iktidarı"), hem de giderek daha da bulanıklaşan modern anlamıyla "tek bir sınıfa değil, bütün sınıflara ait olan iktidar" anlamına gelir. Bu tarihsel neden yüzünden, tıpkı Lenin’in de yaptığı gibi, "burjuva demokrasisi" ve "genel olarak tüm demokrasi"yi reddettiğimiz gibi, "sınıf demokrasisi" veya "işçi demokrasisi" gibi çelişkili terimleri de politik ve teorik olarak dışlamalıyız.

Marksizm tarafından savunulan diktatörlük gereklidir, çünkü eğer böyle bir şey tespit edilebilir olsaydı bile hem oybirliği ile kabul edilmeyecektir hem de oyların çoğunluğuna sahip olmadığı için sorumluluğu terk edecek kadar naif olmayacaktır. Tam da bunu beyan ettiği için, hükümetin kontrolünü ele geçirip işçi sınıfıymış taklidi yapan bir topluluk ile karıştırılma riskine sahip olmayacaktır. Devrimin bir diktatörlüğe ihtiyaci vardır, çünkü devrimi %100 kabul oranı veya %51 oy çoğunluna tabi kılmak gülünç olur. Buna benzer rakamların sergilendiği her yerde devrime ihanet edilmiş demektir.

Sonuç olarak komünist parti tek başına yönetecektir. İktidarı da fiziki bir mücadele olmadan asla bırakmayacaktır. Aldatıcı rakamlara boyun eğmeme ve onlardan yararlanmama konusundaki bu cesur beyan, devrimde yozlaşmaya karşı mücadelesinde ona yardımcı olacaktır.

Komünizmin ilerleyen aşamalarında - emtia üretimini tanımayan, para ve ülkeler kavramının son bulduğu, devletin de ölümüne tanıklık edileceği bir aşamada - işçi sendikaları var olmak için bir sebepten mahrum kalacaktır. Bir mücadele örgütü olarak partinin varlığı ise kapitalizmin son kalıntıları dünyadan silinene kadar gerekli kalacaktır. Ayrıca, uzun bir süre boyunca insan toplumu ve etrafındaki maddi doğa arasındaki ilişkinin gelişimi hakkında genel bir vizyon belirlemek için bir sosyal doktrinin emanetçisi ve yayıcısı olma görevini de sürdürebilir.

V

Marksizmdeki parlamenter toplulukların, çalışan organlar ile değiştirilmesi kavramı bizi ‘ekonomik demokrasi’ye – yani devlet aygıtlarının, iş yerlerine ve üretici veya ticari birimlere göre adapte edildiği, ve kalan işverenleri ve mal sahiplerinin bütün temsili işlevlerden hariç tutulduğu bir sisteme de götürmez. İşveren ve mal sahibinin ortadan kaldırılması, sadece sosyalizmin yarısını tanımlar. Diğer yarı, daha önemli olan yarı, Marx’ın deyimiyle kapitalist ekonomik anarşinin ortadan kaldırılmasıdır. Yeni sosyalist organizasyon ortaya çıktıkça ve Parti ile devrimci devleti ön planda bulundurarak geliştikçe, kendini sadece eski işverenlere ve onların dalkavuklarına saldırmak ile kısıtlamayacak, ve her şeyden önce toplumsal görevleri ve bireysel sorumlulukları yeni ve orijinal bir şekilde yeniden dağıtacaktır.

Bu sebeple işletmeler ve hizmetler ağı, kapitalizmden miras alındığı aynı şekilde – yani devlet içi bir yetki devri halinde - bir sözde ‘egemenlik’ aparatının temeli olarak alınmayacaktır. Toplumsal mekanizmanın, küçük kesimler ve onların sınırlı şahsi çıkarlarından olabildiğince özgür, yerlerine ise genel refah doğrultusunda istatistiksel ve bilimsel çalışmaları göz önünde bulunduran halde yeniden şekillendirilmesi için en elverişli koşulları sağlayan şey; tek sınıf devleti ile sağlam ve niteliksel olarak bütünsel ve homojen bir partinin varlığıdır. Üretim mekanizmasındaki değişimler devasa olacaktır. O zamana kadar - Marx ve Engels’in sürekli üzerinde durduğu gibi - kent ile kır arasındaki ilişkiyi tersine çevirme programını düşünelimziraki bu program günümüzde bütün ülkelerdeki eğilimlerin zıttıdır.

Sonuç olarak, modern işyerini baz alan ağ sistemi, Marksizmin yıllar önce reddettiği ve hatta aştığı; eski ve yetersiz, Proudhoncu ve Lassalci yaklaşımların bir tekrarıdır.

VI

Sınıf devletinin temeli ile idari birimlerinin arasındaki bağlantı türleri, her şeyden önce tarihsel diyalektiğin sonuçlarına bağlıdır ve ’’ebedi ilkeler’’, ’’tabii hukuk’’, kutsal, dokunulamaz bir anayasal tüzük veya benzeri her hangi bir kavramdan çıkarılamaz. Buna benzer her çıkarım tamamen ütopya olur. Marksizmde ütopyacılık için zerre kadar yer yoktur. Yalnız birey tarafından, düşünce ve fikir özgürlüğünden gelen Platonik bir eylem sayesinde yetkinin dağıtılması fikri, metafizik biliminin sisli dünyasında bırakılmalıdır. Fikirler, aslında maddi koşullar ve toplumsal biçimlerin bir yansımasından başka bir şey değildir, hükum gücü ise fiziksel gücün müdahalesine bağlıdır.

Proletarya diktatörlüğünün olumsuz karakterizasyonu belli şekilde tanımlanmıştır: burjuva ve yarı-burjuva sınıfları artık siyasi haklara sahip olmayacaklardır, siyasi tahrik amaçlayan dernekler ve ortak çıkar gruplarında toplanmaları güç ile engellenecektir, hiçbir göreve getirilemeyecek, veya başkasını getirmek için oy veremeyeceklerdir. Ancak, devlet aygıtı ile işçinin – bir diğer deyişle iktidardaki sınıf ile aktif ve geçerli bir üyesinin arasındaki ilişki, artık bir vekil, bir parti, veya bir oy pusulası aracılığıyla temsil ve ‘yetki dağıtımı’ adı altındaki kurgusal ve aldatıcı niteliğini sürdüremeyecektir. Delegelik kavramı, doğrudan eylem olasılığından fiilen vazgeçmek demektir. Demokratik hakların sözde ‘egemenliği’, aslında bir feragattan başka hiçbir şey değildir – çoğu durumda da bu feragat, alçağın tekinin lehinedir.

Toplumun çalışan üyeleri bölgesel organlar altında gruplandırılacaktır. Bu gruplar ikamet yerlerine, ve bazı durumlarda ise baştan aşağı dönüşüm halinde olan bir üretim mekanizmasının getirdiği zorunlu yer değişimlerine göre yapılacaktır. Kesintisiz ve sürekli eylem sayesinde, tüm aktif sosyal unsurların devlet mekanizmasına, dolayısıyla sınıf devletinin idare ve iktidarına katılımı kesinleşecektir.

Bu mekanizmaların taslağını çıkarmak, temel alacakları sınıf ilişkileri somutlaşmadan tamamaıyla imkansızdır.

VII

Marx, Engels, ve Lenin’in yazdığı üzere Paris Komünü, en önemli prensipleri olarak; öncelikle tüm üyeleri ve memurlarının her an görevden alınabileceğine, ve maaşlarının ortalama bir işçi maaşını asla geçemeyeceğine karar vermişti. Bu şekilde taşradaki üreticiler ve merkezdeki bürokratlar arasında oluşabilecek her fark, sistematik rotasyonlar yöntemi ile yok edilecektir. Kamu hizmeti bir kariyer, hatta bir meslek olmaktan çıkacaktır. Tabi ki, bu kadar köklü değişimler devasa zorlukları beraberlerinde getirecektir. Ama uzun zaman önce Lenin devrimin hiç bir zorluk olmadan gerçekleştirilmesi planlarını ne kadar küçümsediğini belirtmişti. Kaçınılmaz olan çatışmalar, yığınlarca kural ve yasalar çıkartılarak asla çözülemeyecek: tarihsel ve siyasi bir problem oluşturacaklar ve gerçek bir iktidar çekişmesinin ifadesi olacaklardır. Bolşevik Devrimi, Kurucu Meclisin önünde durmadı, onu dağıttı. İşçi, köylü ve asker konseyleri kurulmuştu. Toplumsal savaşın alevlerinin arasından çıkan ve hatta 1905 devriminde de mevcut olan bu yeni tip devlet organları, köylerden bütün ülkeye, bölgesel birimler aracılığı ile uzanmıştı; kurulmaları ise ‘evrensel, özgür, doğrudan, gizli’ oy kullanma gibi ‘genel insan hakları’ ile ilgili hiçbir önyargıyı kâle almamaktaydı.

Komünist partisi; iç savaşı başlatır ve kazanır, askeri ve toplumsal anlamda önemli mevkileri hızlıca işgal eder, binalar ve kamu kurumlarına el koyarak propaganda ve ajitasyon imkanlarını binlerce kat arttırır, ve, adli formaliteler ile hiç zaman kaybetmeden, Lenin’in de sözünü ettiği ‘silahlı işçi birlikleri’, Kızıl Muhafızlar, devrimci polis birliği kurulur. Sovyetlerin toplantılarında ‘Tüm iktidar Sovyetlere!’ sloganı ile çoğunluğu kazanır. Bu çoğunluk peki sadece yasal, veya soğuk ve basit bir sayısal istatistik mi? Hayır! Herhangi biri - ister bir casus, ister iyi niyetli fakat yanlış yönlendirilmiş bir işçi olsun – Sovyetlerin fethettiği, fethetmesi için proleter savaşçıların kan döktüğü iktidardan vazgeçmesi için oy verirse, yoldaşlarının tüfek dipçikleri ile kovulacaktır. Hiçkimse onu ‘yasal azınlık’ olarak saymakla vakit kaybetmeyecektir, devrim ile yakından uzaktan işi olmayan böyle bir ikiyüzlülük, ancak karşı-devrimi besleyebilir.

VIII

1917 yılında Rusya’dakinden farklı tarihsel gerçekler (örneğin feodal despotluğun çöküşü, feci ve mahvedici bir harp, oportünist liderlerin oynadıkları rol) aynı temel çizgide kalırken devletin temel ağının farklı pratik biçimlerini yaratabilirler.

Proleter hareket, ütopyacılığı arkasında bıraktığı andan beri kendi yolunu bulmuş, ve başarısını güvence altına almıştır. Bunun sebebi, sadece mevcut üretim formunu ve mevcut durumun doğasını doğrudan deneyimlemesi değil, aynı zamanda proleter devriminin stratejik hatalarını – hem ‘sıcak’ iç savaşın muharebe meydanında, 1871’in komün üyeleri şerefleri ile düştüğünde; hem de ‘soğuk’ iç savaş sırasında, 1917 ile 1926 arasında devrim kaybedildiğinde - bizzat deneyimlemiş olmasıdır. Bu ikinci savaş, Rusya’da Lenin ve Enternasyonal’ine karşı, ön saflarda tüm oportünistlerin sefil suç ortaklığı ile desteklenen dünya kapitalizmi arasında geçmişti.

Komünistler, iktidarı alınca önerecekleri kodlanmış bir anayasaya sahip değillerdir. Anayasalarda buldukları, yasalarda egemen sınıfın gücü ile somutlaştığını gördükleri, ve yok edecekleri bir dünya kadar yalandır. Komünistler, sadece hiçbir vasıtayı dışlamayan, devrimci ve totaliter bir iktidar ve kuvvet aygıtının barbarca bir çağdan geri kalan artıkların yeniden doğmasını engelleyebileceğini – sadece ve sadece bunun toplumsal ayrıcalık canavarını, intikam ve köleliğe hasret, kırk bininci kere tekrar başını kaldırmasını, ve o aldatıcı ‘özgürlük!’ şarkısını söylemesini engelleyebileceğini iyi bilirler.