Enternasyonal Komünist Partisi Bölünmez ve Değişmez Parti Tezleri Bütünü

Dünya Komünist Partisi’nin Tarihsel Görevi, Eylemi ve Yapısı Üzerine Tezler

(Napoli Tezleri, Temmuz 1965)


1. Partinin ideolojisine ve doktrinine, çeşitli tarihsel durumlardaki eylemine ve dolayısıyla programına, taktiklerine ve örgütsel yapısına atıfta bulunarak tarihsel olarak açıklanmış olan sorular tek bir bütün olarak ele alınmalıdır; bu nedenle, Solun mücadelesi sırasında, birçok kez düzene sokulmuş ve hiçbir değişiklik yapılmadan açıklanmıştır. Parti basını, metinlerin çoğaltılmasına kendini adayacaktır; şimdilik, doktrinimizin köşe taşları olan bazılarını hatırlamak yeterlidir:
(a) İtalyan Sosyalist Partisi’nin Çekimser Komünist Fraksiyonu’nun 1919 tarihli Tezlerinin tamamı;
(b) Roma Tezleri, yani İtalya Komünist Partisi II. Kongresi’nin Mart 1922 tarihli tezleri;
(c) Komünist Sol tarafından 1922 ve 1924 Uluslararası Kongrelerinde ve 1926 Genişletilmiş Yürütme’de alınan tutumlar;
(d) İtalya Komünist Partisi’nin Mayıs 1924’teki yasadışı Konferansında Solun tezleri;
(e) İtalya Komünist Partisi’nin Lyon 1926’daki III. Kongresinde Sol tarafından sunulan tezler.

2. Yukarıda ve "Komünist Solun Tarihi" ciltlerinde kullanılacak ve mükemmel bir pozisyon sürekliliği içinde yer alacak diğer birçok metinde, devrimci Marksizmin mirası olarak kabul edilen bazı eski sonuçlar sürekli olarak doğrulanmakta ve yeniden teyit edilmektedir; Komünist Parti Manifestosu ve 1864 I. Enternasyonal Tüzüğü gibi klasik ve programatik metinleri de burada saklanmaktadır Lenin’in emperyalist savaş ve Rus devrimi üzerine temel ve önceki tezlerinin yanı sıra, 1919’da kurulan III. Enternasyonal’in I ve II Kongrelerinin programatik köşe taşları da aynı şekilde doğrulanmıştır. Aynı zamanda, net bir duruş sergileyen Sol, proleter hareketin karşılaştığı büyük krizlerin sonuçlanmasından kaynaklanan tarihsel ve programatik çözümleri mirasının bir parçası olarak taşımaktadır; bu çözümlerde karşı devrimler teorisi ve sürekli canlanan oportünist tehlikeye karşı mücadele doktrini özetlenmektedir.

Hem sağlam teorik bakış açısına hem de kitlelerin büyük mücadelelerine bağlı olan bu tarihsel köşe taşları arasında örneğin şunlar yer almaktadır:
(a) Marx’ın istediği, örgütün merkezileşmesi ve disiplininin merkeze alınması temel ilkelerini tehlikeye atan küçük-burjuva ve anarşist akımların temizlenmesi ve yerel şube özerkliği ve dünya partisinin şubeleri arasında federalizm gibi zararlı kavramların mahkum edilmesi; 1889’da kurulan ve 1914 savaşında paramparça olan II. Enternasyonal’in utanç verici yıkımının nedeni bu tür sapmalardır.
(b) Marx’ın Enternasyonal adına yazdığı, parlamentarist yöntemlerin modasının geçtiğini doğrulayan ve büyük Paris hareketinin ayaklanmacı ve terörist canlılığını alkışlayan metinlerde verilen Paris Komünü’nün görkemli deneyiminin yargısı.
(c) Birinci büyük savaşın eşiğinde, gerçek devrimci Marksist solun, yalnızca Marksizme özgü devrimci felaket vizyonunu ortadan kaldırmak amacıyla Enternasyonal’in tamamında yükselen revizyonist ve evrimci reformizmi değil; aynı zamanda Sorel ve diğerlerinin devrimci sendikalizmin teşkil ettiği - görünüşte "işçici" anlamda proleter olan ve aşırı sağ Labourcılık ile mükemmel bir uyum içinde olan - gericiliği de mahkum etmesi. Böyle bir akım, doğrudan eylemin şiddetine geri dönme bahanesiyle, devrimci, merkezi bir partiye ve diktatör ve terörist bir proleter devlete duyulan ihtiyaç konusundaki temel Marksist pozisyonu mahkum etti; bunlar, sınıf ayaklanmasını zafere götürebilecek ve burjuva karşı saldırısının her türlü intikam ya da yozlaştırma girişimini boğabilecek, böylece zaferi uluslararası ölçekte taçlandıracak sınıfsız ve devletsiz komünist toplumun temellerini atabilecek yegane araçlardır.
(d) 1914’teki alçakça ihanetin Lenin ve tüm ülkelerin Solu tarafından yapılan eleştirisi ve amansız yıkımı; Bu ihanetin en ölümcül ve yıkıcı biçimi, yurtsever milli bayrakların altına kaymak değil, işçi sınıfının hem programının hem de eyleminin, ilk burjuvazinin ebedi fetihleri olarak övünülen burjuva özgürlük ve parlamenter demokrasi kanunlarının sınırları içinde çerçevelenmesini öngören -Marksist komünizmin doğuşuyla çağdaş- sapmalara geri dönmektir.

3. Yeni Enternasyonal’in yaşamındaki sonraki dönemle ilgili olarak, Komünist Solun kalıcı mirası, Enternasyonal’in ilk yıllarında ortaya çıkan yeni oportünist tehlikelerin doğru teorik teşhisi ve tarihsel öngörüsüdür. Ağır entelektüel teorileştirmelerden kaçınarak, bu noktanın tarihsel yöntem kullanılarak geliştirilmesi gerekmektedir. Sol tarafından kınanan ve karşı çıkılan ilk belirtiler, komünistlerin bölünmeler sonucunda örgütsel olarak ayrıldıkları İkinci Enternasyonal’in eski sosyalist partileriyle kurulacak ilişkilere ilişkin taktiklerde ve dolayısıyla örgütsel yapı alanındaki hatalı önlemlerde ortaya çıktı.

Üçüncü kongre, şiddet eylemi programına sıkı sıkıya bağlı komünist partiler kurmanın yeterli olmadığını (1918’deki savaşın ardından gelen büyük devrimci dalganın sönmekte olduğu ve kapitalizmin hem ekonomik hem de siyasi cephelerde karşı saldırıya geçeceği daha 1921’de görülebiliyordu) doğru bir şekilde tespit etmişti, Proleter kitlelerin büyük bir bölümü, artık tüm komünistlerin burjuva karşı-devriminin en kötü araçları olarak gördüğü ve elleri Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un kanına bulanmış oportünist partilerin etkisi altında kalırsa, proletarya diktatörlüğüne ve komünist devlete zarar verebilirdi. Aynı zamanda Komünist Sol, devrimci eylemi (küçük partilerin Blanquici inisiyatifi olarak kınanmak üzere) proletaryanın "çoğunluğunun" (üstelik bunun gerçek ücretli proletaryanın mı yoksa mülk sahibi köylüler ve mikro-kapitalistler, zanaatkarlar ve diğer tüm küçük burjuva katmanları da dahil olmak üzere "halkın" mı "çoğunluğu" anlamına geldiği asla bilinmiyordu) fethedilmesi koşuluna bağlayan formülü kabul etmedi. Demokratik cazibesiyle bu "çoğunluk" formülü, oportünizmin yeni Enternasyonal’de demokrasi ve seçim sayımı gibi ölümcül kavramlara saygı bayrağı altında yeniden doğabileceğine dair, ne yazık ki tarih tarafından da doğrulanan ilk alarm zillerini çaldırdı.

Sol, 1922 sonunda gerçekleşen dördüncü kongreden itibaren kötümser öngörüsünün ve tehlikeli taktiklere (komünist ve sosyalist partiler arasında birleşik cephe, "işçi hükümeti" sloganı) ve örgütsel hatalara (partilerin büyüklüğünü sadece sosyal demokrat eylem programı ve yapısıyla diğer partileri terk eden proleterlerin akınıyla değil, liderlikleriyle yapılan müzakerelerden sonra tüm partileri ve partilerin şubelerini kabul eden füzyonlar yoluyla ve ayrıca federalizme doğru sürüklenişinde açıkça bir hata olan "sempatizan" olduklarını iddia eden partileri ulusal şube olarak Komintern’e kabul ederek artırma girişimleri) karşı çıkarak katı bir mücadele verdi. Üçüncü bir konuda inisiyatifi ele alan Sol, oportünist tehlikenin büyümesini o zamandan itibaren ve sonraki yıllarda daha da güçlü bir şekilde kınadı: Bu üçüncü mesele, Moskova yürütmesi tarafından temsil edilen merkezin, partilerle ya da partilerin siyasi hatalar yapan bölümleriyle ilişkilerinde yalnızca "ideolojik terör" kullanımına değil, her şeyden önce örgütsel baskıya başvurduğu, merkezileşme ve istisnasız mutlak disiplin gibi doğru ilkelerin hatalı bir şekilde uygulanması ve nihayetinde tamamen tahrif edilmesi anlamına gelen enternasyonalin iç çalışma yöntemiydi.

Bu çalışma yöntemi tüm ülkelerde, ama özellikle de 1923’ten sonra -Sol, tüm partiyi arkasına alarak, liderliği Moskova tarafından atanan sağ ve merkez yoldaşlara devrederek örnek bir disiplin sergilediğinde- İtalya’da daha da sıkılaştırıldı; burada "fraksiyonculuk" hayaleti ciddi bir şekilde kötüye kullanılıyor ve tek amacı partinin siyasetinde tehlikeli merkezci hataların hüküm sürmesine izin vermek olan, yapay olarak partiden ayrılmaya hazırlanmakla suçlanan bir akımı ihraç etmek için sürekli tehditler savruluyordu. Bu üçüncü hayati nokta uluslararası kongrelerde ve İtalya’da derinlemesine tartışılmıştır ve oportünist taktiklerin ve federalist tip örgütsel formüllerin mahkum edilmesinden daha az önemli değildir. Örneğin İtalya’da merkezci liderlik, 1921 ve 1922’nin Sol liderliğini parti üzerinde diktatörlükle suçlarken (ki bunun yerine Sol ile tam bir mutabakat içinde olduğu defalarca kanıtlanmıştır), Moskova’nın emirleri hayaletini kullanmaya devam etmiş, hatta Komünist Enternasyonal’in tasfiyeciliğinin gerçek savunucusu Palmiro Togliatti’nin 1925’te Lyon öncesi polemikleri sırasında yaptığı gibi "enternasyonal komünist partisi" formülünü kullanmaya cüret etmiştir.

4. Bu tür eleştirilerin ve teşhislerin doğruluğunun tarihsel olaylarda nasıl kanıtlandığını göstermeye değer; her ne kadar o zamanlar ölümcül bir krizin uyarı işaretlerini kınayan Sola, bunun yalnızca doktriner endişelere dayandığına itiraz etmek kolay olsa da.

Taktik soruna gelince, birleşik cephenin sosyalist partileri "mahvetmek" ve liderlerini ve merkezlerini onları destekleyen kitlelerden yoksun bırakmak için bir yöntem olarak doğduğunu hatırlamak yeterlidir; bu kitlelerin bize gelmesi gerekiyordu. Bu tür taktiklerin evrimi, ihanete ve programımızın sınıfçı ve devrimci temellerinin terk edilmesine yol açma tehlikesi içerdiğini göstermiştir. 1922’deki birleşik cephenin tarihsel evlatları bugün çok iyi bilinmektedir: demokratik kapitalizmin ikinci savaşını desteklemek için yaratılan halk cepheleri; en açık sınıf işbirliğine yol açan ve ilan edilmiş burjuva partilerine uzanan anti-faşist "kurtuluş cepheleri"; böylelikle yukarıda III. Enternasyonal’in cesedi üzerinde son oportünist dalganın korkunç doğuşu özetlenmiştir. 1922’deki birleşmelerin ilk örgütsel manevraları, komünist partisi de dahil olmak üzere tüm partilerin mevcut parlamenter ve demokratik politikasında var olan ve böylece Lenin’in II. Kongre’deki parlamento tezlerini paramparça eden tam bir kafa karışıklığının temellerini atmıştır. Rus partisinin 1956’daki XX. kongresinden bu yana, şu ya da bu ülkedeki çeşitli sosyalist, işçi ve hatta halk partilerini kabul etmek için dünya örgütsel birliğinden kurtulurken, Solun öngördüğü şey yapıldı, yani proletarya diktatörlüğü programının terk edilmesi, kendine özgü bir Rus olgusuna indirgendi; ve sosyalizme demokratik ve "ulusal yolların" sokulması, ki bu sadece 1914’teki aynı rezil oportünizme ya da daha doğrusu Lenin adına işletildiği şekliyle çok daha temel ve rezil bir oportünizme geri dönüşe işaret ediyor.

Son olarak, Enternasyonal’deki çalışma yöntemine ve yukarıdan gelen haksız baskılara yönelik suçlama, 1926’da merkezciler tarafından yapılan "hem parti hem de Enternasyonal içinde biraz daha demokrasi" şeklindeki yanıltıcı teklifi görürken - ki bu, o zamana kadar (1926) Enternasyonal’den ayrılma ya da partileri bölme tehdidinde bulunmasa da muhalefet pozisyonlarında kalan Sol tarafından haklı olarak reddedilmiştir - partiyi içeriden yıkmak için devlet güçleri aracılığıyla uygulanan vahşi Stalinist terör tarafından tarihsel olarak doğrulanmıştır. Yani devrimci Marksizme ve Ekim devriminin büyük Leninist ve Bolşevik geleneklerine dönüş adına yürütülen bir direnişi on binlerce cinayetle ezmek için. Ne yazık ki güç ilişkileri üçüncü rezil oportünist dalganın her şeyi ezip geçmesine izin verecek şekilde olmasına rağmen, tüm bu pozisyonlar olayların gelecekteki seyrine ilişkin doğru bir öngörü ortaya koydu.

Sol, partiler ile Enternasyonal ve Rus partisi ile devlet arasındaki ilişkilerin doğru koşullarını zamanında belirtmiştir. Bu pozisyonların tersine çevrilmesi, tarihsel olarak Rus devlet politikası ile diğer tüm ülkelerdeki proleter politika arasındaki ilişkiler meselesiyle ilişkilendirilmelidir. Stalin döneminde, 1926 Sonbaharı’ndaki Genişletilmiş Yürütme’de tüm kartlarını masaya koyduğunda, Rus devletinin geleceğini diğer tüm ülkelerdeki sermaye iktidarını devirebilecek genel bir sınıf çatışmasına bağlama fikrinden vazgeçeceği ilan edildi; ve iç sosyal politikada parolanın "sosyalizmin inşası" olduğu belirtildiğinde - ki bu Lenin’in dilinde sadece kapitalizmin inşası anlamına geliyordu - o zaman daha sonraki rota kaçınılmaz bir sonuçtu; ve Rusya’da çok geç ortaya çıkan ve fraksiyonculuk gibi nahoş bir suçlama altında tam zamanında ezilen muhalefetin yok edildiği kanlı çatışmayla doğrulandı.

Yukarıda anlatılanlar, -sahte bir merkeziyetçilik adına, saflarında ateşli devrimciler bulunan tüm partilere boğucu bir aygıt dayatıldığında- Bolşevizm, Lenin, Ekim gibi büyük isimlerin etkisinden çok, Moskova devletinin aygıtın memurlarına ödeme yaptığı ortak ekonomik gerçeğe dayanması gibi hassas bir soruyla ilişkilendirilmelidir. Sol, tüm bu utançları dikkate değer bir sessizlik içinde gördü, çünkü gevezelikleriyle küçük burjuva ve anarşist sapmanın başka ne büyük bir tehlike olacağını biliyordu: Sonun hep aynı olduğunu görebilirsiniz; Devletin olduğu yerde, iktidarın olduğu yerde, bir partinin olduğu yerde yozlaşma vardır ve eğer proletarya kendini özgürleştirmek istiyorsa, bunu partiler ve otoriter devlet olmadan yapmalıdır. Stalin’in çizgisi 1926’dan beri zaferimizin burjuva düşmana teslimi anlamına gelse de, orta sınıf entelektüellerin bu tür sapkınlıklarının her zaman -şimdi bir asırdan daha eski bir deneyime atıfta bulunabiliriz- nefret dolu kapitalizmin hayatta kalması için en iyi garanti olduğunu, cellatlarının elinden onu öldürebilecek tek silahı kaptığını çok iyi biliyorduk.

Komünist toplumda, ancak komünist diktatörlüğün başarılmasının sadece ilk adım olduğu uzun bir olaylar zincirinden sonra ortadan kalkacak olan paranın garip etkisinin yanı sıra, parlamentolara ve burjuva diplomasisine ya da son derece burjuva Milletler Cemiyeti’ne layık olduğunu açıkça ilan ettiğimiz bir manevra aracının kullanılması, yani koşullara göre teşvik ya da telkin de eklenmiştir, Böylece her biri, her şeye kadir merkezi liderliğin tezlerini secde ederek kabul ettikten sonra derhal şöhret olarak rahata ermek ya da merkezi liderliğin saptığı doğru devrimci tezleri savunmak suretiyle kalıcı bir belirsizlik ve olası bir yoksulluk ile yüzleşmek arasında amansız bir seçimle karşı karşıya kalacaktı.

Bugün, tarihsel kanıtlar göz önüne alındığında, bu uluslararası ve ulusal merkezi liderliklerin gerçekten sapma ve ihanet yolunda oldukları tartışma götürmez. Solun değişmez teorisine göre, bu durum onları, ikiyüzlü bir disiplin adına, parti üyelerinden sorgusuz sualsiz bir itaat elde etme hakkından mahrum bırakmalıdır.

5. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra sınıf partisini her yerde yeniden kurmak için yürütülen çalışmalar, böylesine muazzam bir tarihsel dönemin uluslararası ve toplumsal olaylarının, sınıflar arasındaki çatışma politikasını ortadan kaldırmaya yönelik oportünist planı mümkün olan her şekilde desteklemesiyle son derece elverişsiz bir durumla karşılaştı; böylece körleşmiş proleterlerin önünde, tüm dünyada demokratik-parlamenter anayasalcılıkların restorasyonunu destekleme ihtiyacını vurguladı.

Büyük proleter kitlelerin, sahte devrimciler tarafından II Enternasyonal revizyonistlerinden çok daha utanmaz bir şekilde savunuluan kokuşmuş seçimcilik uygulamasına dalmasıyla daha da kötüleşen böylesine korkunç bir durumda, hareketimiz akıntıya karşı gitmek zorunda kalsa da, uzun ve olumsuz tarihsel olaydan gelen tüm mirasına başvurdu. "Zamanın ipliğinde" sloganını benimseyen hareketimiz, kendisini proletaryanın gözleri ve zihinleri önüne, uzun ve acılı bir geri çekilme güzergahı boyunca yazılı olan tarihsel sonuçların anlamını koymaya adamıştır. Bu, rolümüzü kültürel yayılmayla ya da küçük doktrinlerin propagandasıyla sınırlamak değil, teori ve eylemin diyalektik olarak birbirinden ayrılamaz alanlar olduğunu ve öğretilerin kitaplardan öğrenilmediğini ya da akademik olmadığını, aksine -tam olarak deneyimlerden değil, şu anda cahillerin avı haline geldiği için kaçınmak istediğimiz bir kelime- ama hatırı sayılır büyüklükte ve genişlikte gerçek güçler arasındaki çatışmaların dinamik sonuçlarından türetildiğini, nihai sonucun devrimci güçlerin yenilgisi olduğu durumlardan da yararlanarak göstermekti. Eski klasik Marksist kriterleri kullanarak "karşı devrimlerin dersleri" olarak adlandırdığımız bu ikincisidir.

6. Hareketimizin kendi temelleri üzerine oturtulması açısından diğer zorluklar aşırı iyimser beklentilerden kaynaklanıyordu; buna göre, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi büyük bir devrimci dalga yaratmış ve Bolşeviklerin, Lenin’in ve Rus zaferinin eylemi sayesinde oportünist zararlıların mahkum edilmesini sağlamıştı. 1945’te İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi de paralel tarihsel olgulara yol açacak ve büyük geleneklere uygun devrimci bir partinin kurulmasını kolaylaştıracaktı. Böyle bir beklenti cömertçe değerlendirilebilir, ancak büyük ölçüde yanlıştı çünkü İtalyan ve Alman faşizmlerinin az ya da çok haince istismarlarından çok, demokrasinin geri kazanılmasıyla her şeyin doğal bir şekilde devrimci çizgiye geri döneceği şeklindeki sahte umuda yıkıcı bir şekilde geri dönülmesiyle proleterlere aşılanmış olan "demokrasi açlığını" hesaba katmıyordu; Solun merkezi tutumu ise en büyük tehlikenin Kerenski-Lenin adımını atması beklenen yeni bir devrimin değil, en güçlü karşı-devrimci güç olan oportünizmin temeli olan popülist ve sosyal-demokrat yanılsamalarda yattığının bilinciydi.

Sol için oportünizm, bireylerin yozlaşmasından kaynaklanan ahlaki nitelikte bir olgu değildir; bunun yerine, proleter öncünün burjuvazinin ve küçük burjuva katmanların gerici cephesine -ikincisi birincisinden çok daha muhafazakardır- karşı dizilmek yerine, proletaryayı orta sınıflarla kaynaştıran bir politikaya yol vermesi nedeniyle toplumsal ve tarihsel nitelikte bir olgudur. Bu anlamda oportünizmin toplumsal olgusu faşizminkinden farklı değildir, çünkü her iki durumda da sözde aydınların, sözde siyasi ve bürokratik-idari sınıfın bir parçasını oluşturduğu ve doğal olarak tarihsel canlılığa sahip sınıflar olmayan küçük-burjuvaziye tabidir. Marx’ın devrimci sınıfın saflarına ölümcül geçişlerini anlattığı burjuvazinin firarileri olarak değil, işçilerden gasp edilen artı değerden gelen maaşlarla yaşayan, kapitalist korumanın en iyi hizmetkarları ve seçkin şövalyeleri olarak tanınması gerekenler yalnızca bayağı, marjinal ve yalaka tabakalardır. Yeni hareket, Lenin’in ünlü tezlerinde yer alan plana yeni bir hayat vermek amacıyla da olsa, burjuva parlamentolarında bir şeyler yapılabileceği yanılsamasına düşme belirtileri bile gösterdi. Böylece, geri dönülmez bir tarihsel sonucun bu tür taktiklerin - tarihin durduğu 1920’de ne kadar asil ve görkemli olursa olsun - parlamentoları içeriden havaya uçurmayı amaçlayan devrimci bir saldırı perspektifiyle son bulamayacağını gösterdiği gerçeği dikkate alınmadı; bunun yerine her şey Modigliani’nin "Yaşasın parlamento!" haykırışının faşizme karşı kaba intikamına indirgendi.

7. Bu, bir kuşaktan diğerine geçiş meselesiydi; savaş sonrası ilk dönemin görkemli mücadelelerini ve büyük burjuvaziye karşı diktatörlük ve proleter terör beklentisine bağlı güçleri, onun tüm açgözlü araçlarıyla birlikte yeniden kurmak amacıyla, diğer tüm partilere ve özellikle de sosyal demokrat partiye karşı çıkan Livorno bölünmesini yaşamış olan kuşağın, devrimci partinin bağımsız eylemi konusundaki farkındalığını yeniden tesis etmek için faşizmin çöküşünün çılgınca sevincinden kurtarılması gereken yeni proleter kuşağa devredilmesiydi. Durum böyleyken, yeni hareket organik ve kendiliğinden bir şekilde, faaliyeti için son on beş yılda denenmiş ve test edilmiş yapısal bir biçim buldu. Parti, Komünist Sol içinde İkinci Enternasyonal zamanından beri ve daha sonra Üçüncü Enternasyonal içinde oportünist tehlikenin ilk tezahürlerine karşı verilen tarihi mücadele sırasında dile getirilen özlemleri yerine getirdi. Demokrasiye karşı mücadele etmek ve bu aşağılık burjuva mitinin herhangi bir etki kazanmasını engellemek için uzun süredir var olan bu özlemin kökleri Marksist eleştiride, Komünist Manifesto’dan itibaren proleter örgütlerin temel metinlerinde ve ilk belgelerinde yatmaktadır.

Eğer insanlık tarihi, güç ve fiziksel yiğitlikle ya da ahlaki veya entelektüel kuvvetle üstünlük sağlamayı başarmış istisnai bireylerin etkisiyle açıklanmayacaksa, eğer siyasi mücadele, yanlış ve bizimkiyle taban tabana zıt bir şekilde, bu tür istisnai kişiliklerin seçilmesi olarak görülüyorsa (ister ilahların işi olduğuna inanılsın, ister sosyal aristokrasilere emanet edilsin ya da - bize en düşmanca biçimiyle - toplumdaki tüm unsurların sonunda kabul edildiği oy sayma mekanizmasına emanet edilsin); aslında tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir ve bu mücadeleler ancak sınıfların verili üretim biçimleri içinde kendi aralarında kurdukları ekonomik ilişkileri açığa çıkararak okunabilir ve artık ’eleştiri’ değil, şiddetli ve silahlı olan gerçek savaşlara uygulanabilir. Eğer bu temel teorem, cömert çabaları demokratik mistifikasyon tarafından ihlal edilen sayısız savaşçının döktüğü kanla doğrulanmışsa; ve eğer Komünist Solun mirası bu baskı, sömürü ve ihanet bilançosu üzerine inşa edilmişse, o zaman izlemeye değer tek yol, tarih boyunca bizi, yalnızca toplumda ve onun içinde örgütlenmiş çeşitli organlarda değil, aynı zamanda devrimci sınıfın kendi içinde ve her şeyden önce siyasi partisinde de demokrasinin ölümcül mekanizmasından giderek daha fazla kurtaran yoldu.

Solun, mucizevi bir sezgiye ya da büyük bir düşünürün rasyonel aydınlanmasına dayandırılamayacak, ancak devrimci güçlerin yenilgisiyle sonuçlansa bile gerçek, şiddetli, kanlı ve acımasız mücadeleler zincirinin etkisi altında ortaya çıkan bu özlemi, tarihsel izlerini Solun bir dizi tezahüründe bırakmıştır: Seçim koalisyonlarına ve Masonik ideolojilerin etkisine karşı, önce sömürge savaşlarının ve ardından devasa birinci Avrupa savaşının destekçilerine karşı (ki bu savaş, proleterlerin askeri üniformalarını terk etme ve silahlarını, esas olarak özgürlük ve demokrasi için mücadele gibi kaygan bir hayali ajite ederek onları silahlanmaya zorlayanlara karşı çevirme arzusuna karşı zafer kazanmıştır) mücadele ettiği zamandan itibaren; Sonunda Avrupa’nın tüm ülkelerinde ve Rus devrimci proletaryasının önderliğinde Sol, kapitalist burjuvazinin kalbini koruyan baş düşman ve hedefi, sosyal demokrat sağ kanadı ve Bolşevizmi, Leninizmi ve Rus Sovyet diktatörlüğünü karaladığı gibi bizi de karalayarak proleter ilerleyiş ile demokrasinin canice idealleri arasına bir başka tuzak kapısı yerleştirmek için elinden geleni yapan daha da alçak merkezi alaşağı etmek için kendini savaşa attığında. Aynı zamanda, "demokrasi" kelimesini bile her türlü etkiden arındırma arzusu, bu tezlerin başında aceleyle belirtilen sayısız Sol metinde kanıtlanmaktadır.

8. Görevinin önemine, zorluğuna ve tarihsel süresine ikna olmuş, kariyer kaygılarıyla hareket eden şüpheli unsurların cesaretini kırmak zorunda olan yeni hareketin çalışma yapısı, yakın gelecekte herhangi bir tarihsel zafer vaat etmediği, hatta bunu dışladığı için, örgütlü parti şubelerinden gönderilen temsilcilerin sık sık bir araya gelmesine dayanıyordu. Burada birbiriyle çatışan tezler arasında hiçbir tartışma ya da polemik yaşanmadı, anti-faşizm illetine duyulan nostaljiden kaynaklanan hiçbir şey olmadı ve hiçbir şeyin oylanması ya da müzakere edilmesi gerekmedi. Burada sadece geçmişin verimli derslerini şimdiki ve gelecek kuşaklara, proleter kitlelerin saflarından çıkan, defalarca yenilmiş, aldatılmış ve hayal kırıklığına uğramış ama eninde sonunda artık çürümeye yüz tutmuş kapitalist topluma karşı isyan etmeye yazgılı yeni öncülere aktarmak gibi ciddi bir tarihsel çalışmanın organik devamı söz konusuydu. En azından popülist oportünizmin, büyük sendikaların ve partilerin bürokratlarının ve hain partiler aracılığıyla zengin sınıfların hizmetine yalakalar gibi girerek ve aynı zamanda "halk" kılığındaki orta sınıfların burjuva ve kapitalist ruhuna hizmet ederek zararlı faaliyetleri için biraz ekmek kazanmaya "adanmış" ya da "angaje olmuş" sözde beyinsel aydınların ve sanatçıların gülünç söylevlerinin ne kadar aşırı ve en zehirli düşman olduğunu canlı etlerinde hissedeceklerdir.

Bu çalışma ve bu dinamik, büyük tarihsel devrimci gerçekleri tezler halinde sunan Marx ve Lenin’in klasik öğretilerinden esinlenmiştir; ve şimdi bir asrı aşan büyük Marksist geleneğe sadık bir şekilde dayanan bu raporlarımız ve tezlerimiz, bu tarihi malzemenin bir bütün olarak partiyle temasa geçtiği yerel ve bölgesel toplantılarda hazır bulunan herkes tarafından - kısmen basın iletişimimiz sayesinde - aktarılmıştır. Bunların mükemmel, geri dönülmez ve değiştirilemez metinler olduğunu iddia etmek saçmalık olur, çünkü yıllar boyunca parti her zaman bunun sürekli olarak geliştirilmekte olan, daha iyi ve daha eksiksiz bir biçim almaya mahkum bir materyal olduğunu söylemiştir; ve aslında partinin tüm kademeleri, hatta en genç unsurlar bile her zaman ve giderek artan bir sıklıkla, Solun klasik çizgisiyle mükemmel bir uyum içinde olan dikkate değer katkılarda bulunmuşlardır.

Partiyi bir gün daha büyük bir toplumsal güç haline getirecek olan, saflarımızdaki ve partiye kendiliğinden katılımlardaki niceliksel büyümeyi ancak çalışmalarımızı yukarıda belirtilen çizgide geliştirerek görmeyi umuyoruz.

9. Partinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki oluşumu konusuna geçmeden önce, bugün karakteristik parti pozisyonları olarak yüceltilen birkaç sonucu yeniden teyit etmekte fayda var; hareketin sınırlı niceliksel genişlemesine rağmen fiilen tarihsel sonuçlar oldukları ve işe yaramaz dahilerin keşifleri veya "egemen" kongreler tarafından alınan ciddi kararlar olmadıkları ölçüde.

Parti çok geçmeden, son derece elverişsiz bir durumda, hatta durumun tamamen kısır olduğu yerlerde bile, hareketin faaliyetini sadece propaganda ve siyasi tebliğle sınırlamanın tehlikeli olduğunu ve bundan kaçınılması gerektiğini fark etti. Her zaman, her yerde ve hiçbir istisna olmaksızın, parti yaşamını kitlelerin yaşamına katmak için durmaksızın çaba göstermeli ve bizimkilerle çelişen direktiflerden etkilense bile protestolarına katılmalıdır. İşçilerin bulunduğu gerici sendikalarda çalışmamız gerektiği sol Marksizmin eski bir tezidir ve parti, bu sendikalara adım atmayı küçümseyen ve bugünün sendikalarının çağırmaya cesaret ettiği birkaç cılız grevin başarısızlığını teorize edecek kadar ileri gidenlerin bireyci tutumlarından nefret etmektedir. Parti birçok bölgede, her zaman ciddi zorluklarla ve istatistiki açıdan bizimkinden daha büyük karşıt güçlerle karşılaşmasına rağmen, sendikalarda dikkate değer bir faaliyet kaydına sahiptir. Bu tür bir çalışmanın gerçekten başlamadığı yerlerde bile, küçük partinin dış dünyayla hiçbir bağlantısı olmayan bir dizi kapalı çevreye indirgendiği ya da kendisini sadece fikir dünyasında üye toplamakla sınırladığı, ki Marksist için bu, ekonomik çatışmalar dünyasının bir üstyapısı olarak ele alınmazsa yanlış bir dünyadır, tavrı reddetmemiz gerektiğini tespit etmek önemlidir. Benzer şekilde, partiyi ya da yerel gruplarını teori, çalışma, tarihsel araştırma, propaganda, örgütleme ya da sendikal faaliyet gibi sadece tek bir alanda faaliyet gösteren su geçirmez kompartımanlara bölmek de yanlış olacaktır. Bunun nedeni, teorimizin ve tarihimizin özünün, bu çeşitli alanların tamamen birbirinden ayrılamaz ve ilke olarak her yoldaş için erişilebilir olmasıdır.

Parti için tarihsel bir fethe işaret eden ve asla vazgeçmeyeceği bir başka tutum da, savaşın sona ermesinden bu yana her yerde ortaya çıkan, çarpıtılmış ve birbirinden kopuk teoriler geliştiren ya da Rus Stalinizmini ve onun tüm yerel varyasyonlarını mahkum eden sayısız diğer çevre ve grubu bir araya getirmek için kongre çağrısı yoluyla üyeliğini artırmaya yönelik tüm önerilerin açık bir şekilde reddedilmesidir.

10. Komünist Enternasyonal’in ilk yıllarına dönecek olursak, arkalarında yalnızca Marksist doktrin ve tarih konusunda derin bir bilgi birikimi değil, aynı zamanda Ekim devrimci zaferinin olağanüstü sonuçlarını da taşıyan Rus liderlerinin, Lenin’inki gibi tezlerin herkes için bağlayıcı olduğunu düşündüklerini, ancak uluslararası partinin yaşamı boyunca daha fazla detaylandırmaya yer olduğunu kabul ettiklerini hatırlayacağız. Hiçbir zaman bunların oylamaya sunulmasını istemediler çünkü her şey oybirliğiyle kabul edildi ve örgütün çevresindeki herkes tarafından kendiliğinden onaylandı; o görkemli yıllarda coşku ve hatta zafer atmosferi içinde yaşıyorduk.

Sol, bu cömert hedeflere karşı çıkmadı, ancak hepimizin hayalini kurduğu sonuçlara ulaşmak için, tek ve bölünmemiş komünist partinin bazı örgütsel ve yapısal önlemlerinin sıkılaştırılması ve daha titiz hale getirilmesi ve aynı şekilde taktik normlarının netleştirilmesi gerektiğini savundu.

Bu hayati alanlarda, tarafımızdan bizzat büyük Lenin’e ihbar edilen belirli bir gevşeme ortaya çıkar çıkmaz, zararlı etkiler üretmeye başladı ve raporları karşı raporlarla, tezleri karşı tezlerle karşılamak zorunda kaldık.

Diğer muhalif gruplardan, hatta Troçkist akım gibi Rusya’nın kendisinde kurulanlardan farklı olarak, Enternasyonal içindeki çalışmalarımızın bir bütün olarak parti üyelerinin demokratik, seçime dayalı istişareleri ya da yönetim komitelerinin seçimi için çağrılar biçimini almasından her zaman dikkatle kaçındık.

Sol, Enternasyonal’i ve onun zengin geleneklere sahip yaşamsal çekirdeğini ayrışmacı hareketler örgütlemeden kurtarabilmeyi umdu ve bir fraksiyon ya da parti içinde bir parti olarak örgütlendiği ya da örgütlenmek üzere olduğu suçlamasını her zaman reddetti. Sol, yükselen oportünizmin tasfiyeleri giderek daha inkar edilemez hale geldiğinde bile, partiden ya da Enternasyonal’den bireysel istifalar uygulamasını teşvik etmemiş ya da onaylamamıştır.

Bununla birlikte, daha önce alıntılanan metinlerde yer alan düzinelerce örnek, Solun temel düşüncesinde seçimleri ve isimleri belirlenmiş yoldaşlara ya da genel tezlere oy vermeyi her zaman reddettiğini ve bu araçların ortadan kaldırılmasına giden yolun aynı şekilde politikacı demokratizminin bir başka kötü yönünün, yani ihraçların, uzaklaştırmaların ve yerel grupların feshedilmesinin ortadan kaldırılmasına götürdüğüne inandığını kanıtlamaktadır. Birçok kez açıkça bu tür disiplin prosedürlerinin, nihayetinde tamamen ortadan kalkana kadar, giderek daha az kullanılması gerektiğini savunduk.

Eğer bunun tersi olursa ya da daha da kötüsü, bu disiplin sorunları sağlam, devrimci ilkeleri korumak için değil de, 1924, 1925, 1926’da olduğu gibi, yeni ortaya çıkan oportünizmin bilinçli ya da bilinçsiz yaklaşımlarını korumak için ortaya atılırsa, bu sadece merkezi işlevin yanlış bir şekilde yerine getirildiği ve disiplin açısından taban üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığını belirlediği anlamına gelir; ve durum böyle oldukça, sahte disiplin titizliği utanmazca daha fazla övülür.

İlk yıllarda Sol, örgütsel ve taktik tavizlerin tarihsel anın doğurganlığıyla gerekçelendirilebileceğini ve yalnızca geçici bir değere sahip olabileceğini umuyordu, çünkü Lenin’in beklentisi Orta ve belki de Batı Avrupa’daki büyük devrimler gerçekleşmesiydi ve bunlardan sonra çizgi, hayati ilkelerle uyumlu olan net ve her şeyi kapsayan çizgiye geri dönecekti. Ancak bu umut yerini yavaş yavaş oportünistçe bir yıkıma doğru gittiğimiz kesinliğine bıraktıkça - ki bu da kaçınılmaz olarak demokratik ve seçim entrikalarının yüceltilmesi ve yüceltilmesi şeklindeki klasik biçimini aldı - Sol, demokratik mekanizmaya olan güvensizliğini zayıflatmadan tarihsel savunmasını daha fazla sürdürdü. Böyle bir güvensizlik, partiler içindeki seçim kombinasyonları tarafından oyunu kabul etmeye zorlandığımızda bile sürdürüldü; ve bu tür hileler, işçilerin provokasyona silahlanarak yanıt vermesini sağlayan faşizm tarafından yapıldığında memnuniyetle karşılanması gerekirken, hem partileri hem de Enternasyonal’i yeniden ele geçirme noktasında olan yeni oportünizmin babaları tarafından küstahça işlendiğinde reddedilmeliydi; her ne kadar teoride onların şu sözlerini duymak ironik bir tatmin sağlasa da: Biz on kişiyiz ve bin kişi olan size boyun eğdirmek istiyoruz; zira utanç verici kariyerlerini işçilerin milyonlarca oyunu sömürerek sonlandıracaklarından fazlasıyla emindik.

11. Disiplin krizleri çoğalır ve kural haline gelirse, bunun partinin genel işleyişinde bir şeylerin doğru olmadığına işaret ettiği ve sorunun incelenmesi gerektiği Solun her zaman sağlam ve tutarlı bir tutumu olmuştur. Doğal olarak, kurtuluşu daha iyi insanlar arayışında ya da liderlerin ve yarı-liderlerin seçiminde aramak gibi çocukça bir hataya düşerek kendimizi inkar etmeyeceğiz; bunların hepsini oportünist olgunun bir parçası, sol devrimci Marksizmin ileri yürüyüşünün tarihsel düşmanı olarak görüyoruz.

Sol, Marx ve Lenin’in temel tezlerinden bir diğerini, yani partiyi kaçınılmaz olarak etkileyecek değişimler ve tarihsel krizler için bir çarenin, partiyi yozlaşmaya karşı koruma özelliğine sihirli bir şekilde sahip anayasal veya örgütsel formüllerde bulunamayacağını kararlılıkla savunur. Böyle bir yanlış umut, Proudhon’a kadar uzanan ve sayısız bağlantı yoluyla İtalyan Ordinovizminde yeniden ortaya çıkan birçok küçük burjuva yanılsamasından biridir: toplumsal sorunun üretici örgütlerine dayalı bir formülle çözülebileceği. Partilerin evrimi boyunca, resmi partilerin izlediği yol kuşkusuz sürekli U dönüşleri ve iniş çıkışlarla ve aynı zamanda yıkıcı uçurumlarla işaretlenecek ve tarihsel partinin yükselen yolu ile çatışacaktır. Sol Marksistler çabalarını, olumsal partilerin kırık eğrisini tarihsel partinin sürekli ve uyumlu eğrisiyle yeniden hizalamaya yöneltirler. Bu bir ilke tavrıdır, ancak bunu örgütsel bir reçeteye dönüştürmeye çalışmak çocukçadır. Tarihsel çizgiye uygun olarak, yalnızca insanlığın, kapitalist sınıfın ve proleter sınıfın geçmişinin ve bugününün bilgisini değil, aynı zamanda toplumun ve insanlığın geleceğinin doğrudan ve kesin bilgisini de kullanıyoruz; bu gelecek, doktrinimiz tarafından sınıfsız ve devletsiz bir toplumda doruğa ulaşacağı kesinliği ile haritalandırılmıştır, ki bu da bir anlamda partisiz bir toplum olarak düşünülebilir; Tabii ’parti’den diğer partilere karşı savaşan değil, insanlığı fiziksel doğanın tehlikelerine ve onun evrimsel ve nihayetinde felaket getiren süreçlerine karşı savunan bir organ anlaşılmıyorsa.

Komünist Sol her zaman, proletaryanın resmi partiler silsilesinin üzücü olumsallıklarına karşı verdiği uzun mücadelenin, yıllar ve yüzyıllar boyunca kesintisiz ve uyumlu bir şekilde devam eden, doğmakta olan proleter doktrinin ilk bildirilerinden, devrimin süpürüp atması gereken mevcut açgözlü toplumun dokusunu ve sinir düğümlerini iyice tanımladığımız ölçüde çok iyi bildiğimiz geleceğin toplumuna giden tarihsel partinin parlak izine bağlanan tutumları onaylayarak yürütüldüğünü düşünmüştür.

Engels’in devlet kelimesi yerine eski güzel Almanca Gemeinwesen (ortak varlık, yani sosyal topluluk) kelimesini benimseme önerisi, Marx’ın artık demokratik bir organ olmadığı için bir devlet olmayan Komün hakkındaki yargısıyla bağlantılıydı. Lenin’den sonra, böyle bir teorik soru daha fazla açıklama gerektirmez ve Marx’ın Engels’ten çok daha fazla "devlet şampiyonu" olduğuna dair parlak yorumunda bir çelişki yoktur, çünkü birincisi devrimci diktatörlüğün silahlı kuvvetler ve baskıcı polisle ve kendi ellerini yasal tuzaklarla bağlamayan siyasi ve terörist bir yasayla donatılmış gerçek bir devlet olduğunu daha iyi açıklamıştır. Bu soru aynı zamanda iki ustanın, Alman sosyalistlerinin "özgür halk devleti" gibi aptalca bir formülle revizyonist idealleştirmelerini oybirliğiyle mahkum etmelerine de atıfta bulunulmalıdır; bu sadece burjuva demokratizminin pis kokusunu yaymakla kalmaz, her şeyden önce burjuvazinin tarihsel devletinin yıkılmasını ve onun kalıntıları üzerine daha acımasız, ebedi anayasalara kayıtsız proleter devletin dikilmesini içeren sınıflar arasındaki amansız çatışma kavramını tersine çevirir.

Bu nedenle mesele, anayasal ya da örgütsel özellikler bakımından gelecekteki devletin bir "modelini" bulmak değildi; bu, diktatörlüğü kazanan ilk ülkede, diğer ülkelerin sosyalist devletleri ve toplumları için bir model oluşturma girişimi kadar aptalcadır.

Ama aynı derecede, belki de daha beyhude olan mükemmel bir parti modeli inşa etme fikri, iktidarını koruyamayan, çökmekte olan ekonomik sistemini sürdüremeyen ve hatta doktriner düşüncesi üzerinde kontrol uygulayamayan burjuvazinin çürümekte olan zayıflıklarının kokusunu taşıyan bir fikirdir. Bu aptal, biçimsel, otomatik modeller aracılığıyla kendi hayatta kalmasını sağlama fikri, tarih ve uygarlık çağı söz konusu olduğunda tek kelimeyle özetlenebilecek bilimsel kesinlikten kaçmak için çarpıtılmış robotik teknolojilere sığınır: Ölüm!

12. Komünist Solun ve onun uluslararası hareketinin görevleri arasında yer alan doktriner süreçler arasında, Marx, Engels ve Lenin’in klasik pozisyonlarıyla tutarlılığını gösteren bir araştırma yaparak epeyce katkı sağladığımız, bir an için felsefi olarak adlandırabileceğimiz tezin geliştirilmesi de yer almaktadır.

İnsanın kazanabileceği ilk gerçek, gelecekteki komünist toplum kavramıdır. Böyle bir yapı, kapitalist, demokratik ve önemsiz Hıristiyan özellikleriyle mevcut rezil toplumdan gelen herhangi bir malzemeye ihtiyaç duymaz ve burjuva devrimi tarafından yaratılan sözde pozitif bilimi, üzerine kurulacak bir insanlık mirası olarak görmez; bizim için bu, tıpkı önceki üretim biçimlerine ait dinler ve skolastikler gibi, parça parça yok edilecek ve değiştirilecek bir sınıf bilimidir. Yapısını çok iyi bildiğimiz ve resmi ekonomistlerin tamamen görmezden geldiği kapitalizmden komünizme giden ekonomik dönüşümler teorisi alanında, burjuva biliminin katkıları olmadan da idare edebiliriz; özellikle embesil oportünist hainler tarafından büyük fetihler yolundaymış gibi övülen burjuva teknolojisini de aynı şekilde küçümsüyoruz. Tamamen devrimci bir şekilde, toplumun yaşamının ve gelecekteki çıkışının bilimini kuruyoruz. İnsan aklının böyle bir çalışması mükemmel olduğunda - ki bu kapitalizmin, uygarlığının, okullarının, biliminin ve hırsızlara layık teknolojisinin öldürülmesinden önce mümkün olmayacaktır - insan, ilk kez, fiziksel doğanın hem bilimini hem de tarihini yazabilecek ve evrenin yaşamının büyük sorunlarını bilebilecek, bilim adamları tarafından hala yaratılış olarak adlandırılan şeyden başlayarak, şimdiye kadar çözülmemiş gelecekte tüm sonsuz ve sonsuz küçük sonuçlarına kadar dogmaya geri dönecek.

13. Yukarıdaki ve diğer sorunlar, büyük tarihsel partinin aynı çizgisine girmeye değmeyecek şekilde, hayatta tuttuğumuz partinin eylem alanıdır. Ancak bu tür yüksek teori kavramları, küçük anlaşmazlıkları ve küçük insani şüpheleri çözebilecek kaynaklar değildir ve ne yazık ki saflarımızda kapitalist uygarlığın barbar ortamı tarafından kuşatılmış ve egemenlik altına alınmış bireylerin varlığı sürdüğü sürece devam edecektir. Dolayısıyla bu tür gelişmeler, organik merkeziyetçilikte yattığı ve bir "vahiyden" kaynaklanamayacağı için, oportünist olmayan partinin yaşam tarzının nasıl gerçekleştiğini açıklamak için kullanılamaz.

Böylesine açık bir Marksist tez, Solun bir mirası olarak, Moskova Merkezi’nin yozlaşmasına karşı tüm polemiklerde bulunabilir. Parti aynı zamanda durumların tarihsel seyrinin bir faktörü ve sonucudur ve asla dışsal ve soyut bir unsur olarak görülemez ve yeniden yeni ve silik bir ütopyacılığa düşmeksizin çevresindeki ortama hükmedemez.

Parti içinde, komünist toplumun karakterini geniş ölçüde öngören şiddetli bir burjuva karşıtı arka plana hayat verme eğiliminin olabileceği gerçeği, örneğin 1912’de genç İtalyan komünistleri tarafından da dile getirilmiş eski bir söylemdir.

Ancak böylesine değerli bir özlem, ideal partiyi aşılmaz duvarlarla çevrili bir fanus olarak görmemize yol açamaz.

Organik merkeziyetçi şemada parti üyelerinin taranması, Moskova merkezcilerine karşı her zaman desteklediğimiz bir şekilde yürütülmektedir. Parti, doktrininin, eyleminin ve taktiklerinin ayırt edici özelliklerini, mekansal ve zamansal sınırları aşan benzersiz bir metodolojiyle geliştirmeye ve rafine etmeye devam ediyor. Açıkçası bu tanımlamalardan rahatsız olan herkes çekip gidebilir.

İktidarın ele geçirilmesinden sonra bile saflarımıza zorla üye yapmayı düşünemeyiz; bu nedenle organik merkeziyetçilik, disiplin alanındaki terörist baskıları dışlar; bu baskılar, yürütme erkinin seçmeli oluşumları dağıtma ve yeniden bir araya getirme yetkisi gibi istismar edilmiş burjuva anayasal biçimlerinin dilini bile benimsemekten kendini alamaz - uzun zamandır sadece proleter parti için değil, muzaffer proletaryanın devrimci ve geçici devleti için bile modası geçmiş olduğunu düşündüğümüz biçimlerdir bunların tümü. Parti, kendisine katılmak isteyenlere gelecekteki toplum için herhangi bir anayasal ya da yasal plan göstermek zorunda değildir, çünkü bu tür biçimler yalnızca sınıflı toplumlara uygundur. Partinin, Napoli’deki genel toplantıda (Temmuz 1965) ortaya konacak olan bu tezlerde özetlemeye çalıştığımız açık yolunda devam ettiğini görenler, henüz kendilerini böyle bir tarihsel düzeye ulaşmış hissetmiyorlarsa, bizimkinden uzaklaşarak başka bir yöne gidebileceklerini çok iyi bilirler. Bu konuda başka bir adım atmak zorunda değiliz.