Enternasyonal Komünist Partisi


Çin Sorunu Üzerine Tezler
"Marsilya Tezleri"
("Il Programma Comunista", n. 23/1964 ve 2/1965)





- Doğu Devrimleri: Karakter ve Perspektifler
- Demokrasi ve Proletarya: Milli Sorun
- Rus Devriminden Kanton Komününe:Menşeviklerin İntikamı
- Köylü "Sosyalizm"ive "Yeni" Demokrasi
- Aciz Küçük-Burjuva Reformizmi"
- Burjuva Doğu’da Rekabetler





A. Doğu Devrimleri: Karakter ve Perspektifler

1. Çin’de, Afrika ve Asya’nın diğer geri ülkelerinde olduğu gibi, iki dünya savaşı, üretici güçlerin gelişimi ile ataerkil rejimden miras kalan eski üretim ilişkileri arasındaki çelişkiyi kırılma noktasına getirdi. Burada, uzun bir süre boyunca, milli ve kırsal isyanları, yüzyılın başında zaten Marksizm tarafından formüle edilen tahminleri doğrulayarak, birbirini takip etti. Böylece, Avrupa sanayi metropollerinde proletaryanın tekrarlanan yenilgilerine rağmen, Doğu’daki milli hareketlerin yükselişi, kapitalist sistem içinde biriken karşıtlıkların devrimci gücünü göstermiştir. Ancak, bugün, geri kalmış ülkelerin eski sanayileşmiş metropollerinin ekonomik kalkınmasına ilişkin artan geriliğinin kanıtladığı gibi, bu çelişkiler milli bir çerçeve içinde ya da burjuva "ilerleme" yoluyla çözülemez: dünya kapitalizmi, eşitsiz gelişimi, tüm servetin bir avuç süper sanayileşmiş devlet tarafından biriktirilmesi, Komünist Enternasyonal’in 1919 Manifestosu’nda sömürgeler sorununu tam da bu terimlerle gündeme getirdi:

“Genel olarak sömürgeler için bir savaş olan son savaş, aynı zamanda sömürgelerin yardımıyla yürütülen bir savaştı (...) Olsa olsa, Wilson’ın programı ("Denizlerin Özgürlüğü", "Milletler Ligi", "sömürgelerin uluslararasılaşması"), sömürge köleliğine ilişkin etiketlerin değiştirilmesini sağlama görevine sahiptir. Sömürgelerin kurtuluşu, ancak metropollerdeki işçi sınıfının kurtuluşu ile birlikte mümkündür”.

Proletarya, burjuva, pasifist ideoloji tarafından mağlup edilmiş ve ardından köleleştirilmişti. Ancak tüm "toplumsal barış" ve "barış içinde bir arada yaşama" peygamberlerinin aksine, işçi sınıfının Doğu devrimlerinden çıkarması gereken kesin ders şudur: Şiddet her zaman tarihin tek ebesidir.

2. Çin’de yabancı emperyalizmin uyguladığı baskı ne olursa olsun, orada yaratılan ekonomik ve toplumsal çelişkilerin doğası, Çin devrimini başlı başına bir "anti-kapitalist" devrim yapacak nitelikte değildi. Marksizm, Rus popülistleri tarafından da benimsenen ve bugün Mao’nun "aşırılığı" tarafından sömürülen bu küçük-burjuva "sosyalizm" yanılsamasını her zaman reddetmiştir. Rus popülistleri hakkında Lenin şunları söylemiştir:

“Hepsi kolayca "sosyalist" deyimler söylüyorlar, ancak sınıf bilincine sahip bir işçinin bu sözlerin gerçek anlamı konusunda aldatılmasına izin verilmeyecektir. Aslında "toprak hakkı"nda, "toprağın eşit paylaşımı"nda, "toprağın toplumsallaştırılması”nda sosyalizmin zerresi yoktur. Bu, özel toprak mülkiyetinin ortadan kaldırılmasının ve yeni, hatta mümkün olan en "en adil" toprak bölünmesinin, meta üretimini ve piyasanın, para ve sermayenin gücünü etkilemek şöyle dursun, genişlemesine yol açtığını bilen herkes için açık olmalıdır.” ("Rusya’daki Siyasi Partiler", 1912, Toplu Eserler, Cilt 18, s. 52-3).

Köylülerin doğal ekonominin bağlarından kurtuluşu, "modern" bir tarımın sağladığı emek ve sermaye rezervlerinden yararlanan "modern" bir sanayinin gelişmesi, ulusal bir pazarın yaratılması ve bunların hepsinin taçlandırılması "milli birlik", "milli kültür" ve devlet iktidarının tüm "modern" nitelikleri: bütün bunlar her zaman kapitalist birikimin programı olmuştur ve olacaktır.

3. Yine de Marksizm, kendisini bir burjuva devrimci hareket içinde, bir milli devlet ve siyasal demokrasi için biçimsel talepler ileri sürmekle sınırlamak şöyle dursun, tüm devrimlerde toplumsal sınıfların rolünün en titiz değerlendirmesini yapar. 1848’de Çarlık Rusyası veya Avrupa’da olduğu gibi Çin’de bir sanayi proletaryasının ortaya çıkışı, komünistlere, burjuva öncesi rejimin krizlerini kendi siyasi amaçları için kullanacak bir sınıf örgütlenmesinin gerekliliğini gösterdi. Bu, Komünist Manifesto’nun ve Ekim Devrimi’nin çizgisidir; Marx’ın "sürekli devrim" dediği çizgidir. 3. Enternasyonal’in 2. Kongresi’nde sunulan sömürge sorunu üzerine Ek Tezler’de Roy, sömürgelerdeki proletarya için bu bağımsız ve sürekli mücadele perspektifinin önemini vurguladı:

“Yabancı egemenlik, iktisadi güçlerin özgürce gelişmesini köstekler. Bu nedenle bu egemenliğin yıkılması, sömürgelerdeki devrimin ilk alanıdır; bu nedenle sömürgelerde yabancı egemenliğin yıkılması için yürütülen mücadeleye verilen destek, yerli burjuvazinin milliyetçi hareketine sunulan bir destek değil, kendisi de ezilen proletaryanın önündeki yolun açılması demektir. (...) Sömürgelerdeki devrim ilk aşamasında komünist bir devrim olamaz. Ama eğer başlangıçtan itibaren, önderlik komünist öncünün elinde olursa, kitleler dağılmaz ve hareketin değişik gelişme aşamaları onların devrimci deneyimini artmasıyla gizli hedefe ulaşılacaktır.”.

Mao’nun partisi, Çin proletaryasını devrimin en başından itibaren "dört sınıf bloku"na -şimdiki "halk demokrasisinin" siyasi formülüne- hapsederek, tüm geri Doğu’da, Rus Bolşevizminin çok şanlı bir şekilde ortaya koyduğu taktikler kopmuş oldu.

4. Geri ülkelerin proletaryasını iktidara getirecek olan devrimci sürecin kalıcılığı, ancak proleter devrimin sermaye metropollerine yayılmayı başarması durumunda, komünizmin nihai zaferi açısından anlamlı olacaktır. Manifesto’nun Rusça baskısının ikinci önsözünde Marx, Rusya’nın ancak kapitalist birikimin sancılı aşamasından kaçabileceğini yazmıştı: "Rus devrimi Batı’da bir proleter devrimin işareti haline gelirse, böylece ikisi de birbirini tamamlayabilir".

Lenin’in Enternasyonal’i bu perspektifi yalnızca Sovyet Rusya için yeniden ele almakla kalmadı, aynı zamanda tüm Asya’ya genişletti. Burada 1920’deki Bakü Kongresi’nin tezlerinden alıntı yapıyoruz:

“Yalnızca toplumsal devrimin tam zaferi ve komünist dünya ekonomisinin kurulması, Doğu köylülerini yıkımdan, yoksulluktan ve sömürüden kurtarabilir. Bu nedenle, kurtuluşlarına, dünya burjuvazinin devrilmesine ve komünist rejimin nihai kuruluşuna kadar Batı’nın devrimci işçileriyle, Sovyet cumhuriyetleriyle ittifak kurmaktan ve eş zamanlı olarak yabancı kapitalistlere ve kendi despotlarına (toprak sahipleri ve burjuvazi) karşı tam bir zafer kazanıncaya kadar savaşmaktan başka hiçbir yol açık değildir.”.

Stalinizmin Rusya’nın ekonomik ve diplomatik başarısını komünizmin ilerlemesinin evrensel ölçütü haline getirerek bu tezi nasıl tepetaklak ettiği iyi bilinmektedir. Pekin bunu yadsımakta daha da ileri gidiyor: Batı proletaryasının zaferini Doğu’da toplumsal kurtuluş için tek olasılık olarak görmek yerine, Pekin uluslararası proletaryanın davasını Afrika ve Asya’daki burjuva milli isyanların sonucuna bağlı kılıyor.

5. Stalinist "SSCB’de sosyalizmin inşası" teorisine ve yozlaşmış Enternasyonal’in Çin’de bu teoriye verdiği taktiksel uzantılara karşı, Troçki’nin Birinci Dünya Savaşı ve Ekim Devrimi ile tetiklenen devrimci süreci savunmak gibi bir tarihsel vasfı vardır.. Troçki, sürekli devrim üzerine 1929’daki "Tezleri"nde şunları söylemiştir:

“Sosyalist devrimin ulusal sınırlar içinde tamamlanması düşünülemez. Burjuva toplumundaki krizin temel nedenlerinden biri, onun yarattığı üretici güçlerin artık milli devlet çerçevesiyle uzlaşamamasıdır. Bundan bir yanda emperyalist savaşlar, diğer yanda burjuva bir Avrupa Birleşik Devletleri Ütopyası çıkar. Sosyalist devrim ulusal arenada başlar, uluslararası arenada gelişir ve dünya arenasında tamamlanır”.

Böylece, sürekli devrim teorisi, hem ekonomik yapıları belirli sosyalist değişiklikler için olgunlaşmış hem de hala çok geri kalmış olan izole edilmiş her proletarya diktatörlüğüne uygulanır. Hitler Almanyası gibi, Stalinist Rusya da kendi sınırları içinde "sosyalizmi inşa etme" milli ayrıcalığını üstlenemedi. Ama öte yandan Troçki şu noktanın altını çiziyordu:

“Dünya devriminin gelişmesi, Komintern’in mevcut programı tarafından verilen o bilgiç, cansız sınıflandırma ruhu içinde, sosyalizm için "olgun" veya "olgunlaşmamış" ülkeler sorununu ortadan kaldırır. Kapitalizm bir dünya pazarı, bir dünya iş bölümü ve dünya üretici güçleri yarattığı ölçüde, aynı zamanda bir bütün olarak dünya ekonomisini sosyalist dönüşüme hazırlamıştır”.



B. Demokrasi ve Proletarya: Milli Sorun

6. Rus Bolşevikleri, ne parlamenter rejimleri ne de kapitalizmi yaşamamış bir küçük-burjuva ülkede proletarya diktatörlüğünü kurarak, “sosyalizme geçiş" için burjuva demokrasisini ve “ilerlemesini” mutlak bir koşul olarak niteleyen 2. Enternasyonal’e ölümcül bir darbe vurdular.

Yarım yüzyıl sonra, anayasal reformları ve demokratik yöntemleri sosyalizme giden ana yol olarak görmekle yetinmeyen dönekler, sosyalizmi "halk demokrasisi" veya "tüm halkın devleti" gibi burjuva terimlerle tanımlarlar. Lenin’in Enternasyonalini yok edenlerin tek bir sloganı ve tek bir inancı var: çeşitli "komünist" partilerin bağımsızlığı, "ulusal" partilerin içişlerine karışmama.

1919 Manifestosu, 2. Enternasyonal’in çöküşünü açıklarken şöyle diyordu:

“Fakat bu dönemde işçi hareketinin ağırlık merkezi, tamamen milli toprakta, tamamen milli devletler çerçevesinde, milli sanayinin temeli üzerinde, milli parlamentarizm alanında kaldı”.

3. Enternasyonal’in sonunun kaçınılmaz olduğunu reddediyoruz. Dünya kapitalizmi ve emperyalist savaşlar, bu "ağırlık merkezini" sadece ileri kapitalist ülkeler için değil, aynı zamanda milli sömürge sorununun tüm boyutlarıyla ortaya çıktığı ezilen ülkeler için de uluslararası arenaya kaydırmıştı.

7. Milli sorun, proleter hareket için yalnızca kapitalizmin devrimci aşamasında, burjuvazinin toplumsal ve ekonomik dönüşümünü tamamlamak için iktidar kalelerine saldırdığı zaman, özgül bir sorun olarak ortaya çıkar. Öte yandan, kapitalizmin olgun evresinde, eğer herhangi bir işçi partisi, burjuva devletin temsili veya ekonomik sisteminin mükemmelleştirilmesini talep eden bir "milli program" ortaya koyarsa, bu, sınıf işbirliği ve "vatan savunması" için bir program oluşturur. Bu nedenle Marksizm, kapitalizmin birbirini takip eden bu iki aşamasını her zaman kesin olarak coğrafi alanlara göre tanımlamıştır.

Lenin, “Batı Kıta Avrupası’ndaki burjuva demokratik devrimler çağı oldukça belirli bir dönemi kapsar: yaklaşık olarak 1789 ile 1871 arası” diye yazıyordu. “Bu, tam olarak ulusal hareketlerin ve milli devletlerin yaratıldığı dönemdi. Bu dönem sona erdiğinde, Batı Avrupa, genel bir kural olarak milli olarak tek tip devletler olan yerleşik bir burjuva devletler sistemine dönüşmüştü. Bu nedenle, günün bu saatinde Batı Avrupa sosyalistlerinin programında kendi kaderini tayin hakkını aramak, kişinin Marksizmin alfabesi konusundaki cehaletine ihanet etmektir. Doğu Avrupa ve Asya’da burjuva demokratik devrimler çağı 1905’e kadar başlamadı. Rusya, İran, Türkiye ve Çin’deki devrimler, Balkan savaşları - işte bizim "Doğumuzdaki" dönemimizin dünya olayları zinciri” (Lenin, "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı", 1914, Toplu Eserler, Cilt 20, s. 405-6).

Bugün, tüm Afro-Asya bölgesi söz konusu olduğunda bu aşama da tamamlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden bu yana her yerde az çok "bağımsız", az çok "halkçı" ve az çok "radikal" bir şekilde sermaye birikimini teşvik eden milli devletler ortaya çıktı. Yalnızca bu nedenle, Çin "aşırılığı" artık ulusal bir devrimci hareketin teorisi olarak tasvir edilemez. Bunun yerine, yerleşik bir burjuva devletinin resmi ideolojisi, "sosyalist" lafazanlığın ima edilen her şeyle sınıf işbirliği için bir programıdır.

8. Komünistler, burjuva demokratik devrimler döneminde bile "milli sorun"u fetiş haline getirmemeli ve onu çözmeyi asla sınıfın çıkarlarının ve kendi mücadelelerinin önüne koymamalıdır. Devrimci proletarya, tarihsel görevinin, sınıflar, devletler ve hatta milletler arasındaki ayrımların ortadan kalkacağı bir toplum inşa etmek için burjuva devleti ve onun üretim ilişkilerini yıkmak olduğunu asla unutmamalıdır.

Kapitalizm geliştikçe metaları ve ordularıyla milli sınırları yıkar. Mülkiyet ilişkilerinin yok edicisi olarak kapitalizm, ulusal varlıkları parçalar ve kendi dünya egemenliği biçimlerini ezilen halklara olduğu gibi en ileri ülkelere de empoze eder. Bu nedenle komünistler, kapitalizmin, devletler arasındaki ilişkilerin “halk haklarına” uygun olarak düzenlendiği uyumlu bir “milletler toplumu” yaratmasını beklememelidir. Bununla birlikte, dünya kapitalizminin yıkılmasının, Doğu’nun kapitalist birikim ve burjuva ulusal devletlerin kurulması aşamasından kaçabileceği anlamına gelebileceğini umma hakkına sahiplerdi.

Lenin ayrıca şöyle söylemişti:

“Asya’nın, kapitalizmin çöküşünden önce Avrupa gibi bağımsız bir milli devletler sistemine dönüşmek için zamanı olup olmayacağını söyleyemeyiz, ancak Asya’yı uyandıran kapitalizmin dünyanın her yerinde milli hareketleri harekete geçirdiği, bu hareketlerin eğiliminin Asya’da ulusal devletler yaratmaya yönelik olduğu, kapitalizmin gelişmesi için en iyi koşulları sağlayanların bu tür devletler olduğu tartışmasız bir gerçektir” (a.g.e., s.399).

9. Üçüncü Enternasyonal, dünya devriminin gelişebileceği farklı yolları öngörmüştü:
- Proletaryanın Batı’da ve Doğu’da eş zamanlı zaferi
- Proletaryanın sanayi merkezlerinde zaferi ve milli burjuvazi altında sömürgelerin bağımsızlığı
- Sömürgelerde proletaryanın zaferi ve Avrupa’da komünist devrimin gecikmesi.

Ama hiçbir zaman bir sınıflar blokunun zaferini, geri ülkelerdeki proletaryanın kaderini bağlaması gereken kalıcı bir devrimci perspektif olarak görmedi. Roy’un özellikle Çin ve Hindistan’a adadığı 2. Kongre tezleri, her durumda, proletaryanın kendisini "milli" burjuvaziden ayırmasının ne kadar gerekli olduğunu vurguladı:

“Ezilen ülkelerde günden güne birbirinden ayrılan iki hareket bulunmaktadır: Birincisi siyasal bağımsızlık ve burjuva düzeni programına sahip olan milliyetçi burjuva demokratik hareketidir; İkincisi ise cahil ve yoksul işçi ve köylülerin her türlü sömürüden kurtuluş amaçlı kitlesel eylemidir. Bunlardan birincisi, ikincisini yönetmeyi amaçlamaktadır ve sık sık bir ölçüde başarmaktadır da. Ama Komünist Enternasyonal ve ona bağlı partiler buna karşı mücadele etmeli ve sömürgelerin işçi yığınları arasında bağımsız sınıf duygularının gelişmesini sağlalamak için çalışmalıdır”.

10. Çin işçi hareketinin ve Çin Komünist Partisi’nin siyasi geleneğinin tarihi, Enternasyonal tarafından yapılan bu talebin reddedildiği tarihlerden biridir. 1924’te Kuomintang’a girmiş olan genç Çin Komünist Partisi (ÇKP), Lincoln tarafından savunulan formüllerin ve burjuva Fransız devrimi sloganlarının ("Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) Asya tipi varyantı olan "halkın üç ilkesine" ("halkın, halk için ve halk tarafından yönetimi") desteğini verdi. Troçki’nin işaret ettiği gibi, Çin Komünist Partisi’nin milliyetçi partiyle kaynaşmasının, Marx’ın burjuva demokratik bir dönemde kabul edilebilir bulduğu geçici ittifak taktikleriyle hiçbir ilgisi yoktu. Bu, Kuomintang’ın yenilgisinden ve yıkılmasından sonra bile Çin devriminin her "aşamasında" Mao Zedong tarafından ilkesel olarak yenilenen, bir birleşme vakasıydı. Gerçekten de Mao 1945’te, "Koalisyon Hükümeti Üzerine" raporunda şunları beyan etti:

«Bu görüşlerimiz, Dr. Sun Yat-sen’in... yabancı feodal baskıya karşı Çin halkını sefil sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal durumlarından kurtarmak ve bir proletarya kurmak için verdiği mücadelenin devrimci görüşleri ile tamamen uyumludur. Ana görevi köylülüğün kurtuluşu olan yeni-demokratik Çin, Dr. Sun Yat-sen’in devrimci Üç Halk İlkesine sahip bir Çin, bağımsız, özgür, demokratik, birleşik, müreffeh ve güçlü bir Çin. Aslında yaptığımız da budur”. (Seç. Eserler, Cilt III, s. 230 ve 232).

 


C. Rus Devriminden Kanton Komününe: Menşeviklerin İntikamı

11. Bolşevizm, taktiklerinin doğrulandığını ve onu Menşevik akımdan kesin olarak ayırdığını 1905 olaylarının analizinde gördü. Lenin, Rusya’da "burjuvazinin devrimi olarak burjuva devriminin imkansız olduğunu" belirtti. Bu nedenle proletaryanın, burjuvazi kendi mücadelesini başlatmadan önce siyasi ve toplumsal görevlerini (çarlığı devirmek ve feodal mülkiyeti ortadan kaldırmak) yerine getirmesini beklemesi düşünülemezdi. "İşçilerin ve köylülerin demokratik diktatörlüğü" ve "Bütün iktidar sovyetlere!" sloganının anlamı, toplumsal harekete, onu burjuva hukuk biçimleri (kurucu meclis) içinde sınırlamadan önderlik etmekti: Bu taktiklerin sonucu, bir burjuva demokrasisinin değil, proletarya diktatörlüğünün kurulmasıydı.

Stalin’in o sırada zaten desteklediği burjuva devriminin "aşamaları" teorisiyle mücadele ederken Lenin, 1917 Mart’ında Bolşevikler ve Menşevikler arasındaki çatışmanın özünü hatırlattı:

“Bizimki bir burjuva devrimidir, bu nedenle, tasfiyeciler kampındaki beceriksiz politikacılar, işçiler burjuvaziyi desteklemelidirler. Bizimkisi bir burjuva devrimidir, biz Marksistler diyoruz, bu nedenle, işçiler burjuva politikacıların yaptığı aldatmacalara halkın gözlerini açmalı, onlara söze inanmamayı, tamamen kendi güçlerine, kendi örgütlerine, kendi birliklerine ve kendi silahlarına güvenmeyi öğretmeli.” ("Uzaktan Mektuplar", Toplu Eserler, Cilt 23, s.297-308).

12. Stalinizm, Ekim Devrimi’nin ilkelerinin ve derslerinin sömürge ülkelere uygulanmasını önlemek için elinden geleni yaptı ve bu amaçla, geri ülkelerde emperyalist boyunduruğa karşı "milli" burjuvaziyi Rus anti-feodal burjuvazisinden daha devrimci resmettiği tipik bir Menşevik yorumu destekledi. Buharin’in bu teorisine yanıt olarak Troçki şunları yazdı:

“Emperyalizmin Çin’in iç yaşamı üzerindeki güçlü baskısını göz ardı eden bir politika kökten yanlış olacaktır. Ancak, sınıfsal kırılma ve yansıma olmaksızın soyut bir milli baskı anlayışından yola çıkan bir politika, daha az yanlış olmayacaktır (...) Emperyalizm, Çin’in iç ilişkilerinde oldukça etkili bir güçtür. Bu gücün ana kaynağı Yangtze Kiang’ın sularındaki savaş gemileri değil, yabancı sermaye ile yerli burjuvazi arasındaki ekonomik ve politik bağdır” (Çin Devrimi ve Stalin’in Tezleri, 1927).

Çin’deki veya diğer sömürge ülkelerdeki sınıf ilişkilerinin bir analizi olmadan, ne tarım sorununun özünü, ne de komprador burjuvazi olgusunu, ne de nihayet "savaş ağaları"nın ve diğer milliyetçilerin, Enternasyonal’in kendilerine "müttefik" aradığı, ancak yalnızca cellatlar bulduğu Çan Kay-şek ve Wang Ching-wei gibi generallerin rolünü anlamak imkansızdı.

13. “Asya devrimleri bize bir kez daha liberalizmin omurgasızlığını ve alçaklığını, demokratik kitlelerin bağımsızlığının istisnai önemini ve proletarya ile her türden burjuvazi arasındaki belirgin ayrımı gösterdi” (Lenin, "Tarihsel Kader of the Doctrine of Karl Marx", 1913, Toplu Eserler, Cilt 18, s. 584-5).

Lenin’in 1913’ten sonra Doğu’daki ilk burjuva milli devrim dalgasından -Rusya (1905), İran (1906), Türkiye (1908), Çin (1911)- çıkardığı dersler bunlardır. Ve Troçki, 1927’de Kanton proletaryasının katledilmesiyle ikinci devrimci dalganın sona ermesinden kısa bir süre önce, Enternasyonal’in taktiklerinin acı derslerini şöyle özetleyecekti:

“Stalin’in tezlerinden, proletaryanın kendisini ancak burjuvazi onu bir kenara attıktan, silahsızlandırdıktan, kafasını kestikten ve ayakları altında ezdikten sonra ayırabileceği sonucu çıkar. Proletaryanın kendine ait bir bayrağı olmadığı, küçük-burjuva demokrasisinin peşinden gittiği ve bunun karşılığında liberal burjuvazinin arkasından koştuğu ve Cavaignac’ın işçileri kılıçtan geçirdiği 1848 başarısız devrimi tam da bu şekilde gelişti. Çin’deki durumun gerçek özellikleri ne kadar büyük olsa da, 1848 devriminin gelişimini karakterize eden temeller, Çin devriminde, ne 1848, 1871, 1905 ve 1917’nin, ne de Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve Komintern’in dersleri yokmuş gibi ölümcül bir kesinlikle tekrarlanmıştır”.

1924 ile 1927 arasındaki Çin devriminin büyük savaşları sırasında, uzun yıllar boyunca sonsuzca daha uzun ve çok daha acılı bir tarihsel dönem için feda edilen aslında "bağımsız, müreffeh ve güçlü" bir Çin’in geleceği değil, sömürgelerdeki tüm işçi hareketinin geleceğiydi.

14. Kuomintang’a katılarak ve "bakanlarını" Kanton’daki milliyetçi hükümete göndererek ÇKP, Moskova’daki Enternasyonal’in inandığı gibi nüfuzunu artırmak için akıllı bir taktik manevra yapmıyordu. İlkelerinden vazgeçiyor ve eylemini burjuvazinin milli stratejisine tabi kılıyordu. Stalin bu tutumu aşırı sonuçlarına götürdü ve Çan Kay-şek’in Komünistlere karşı ilk darbesinden bir yıldan fazla bir süre sonra Nisan 1927’de yayınladığı "tezler"e "klasik" bir biçim verildi.

Gerçekten de "halkın üç ilkesine" bağlılık, yalnızca soyut ilkelerin, "işçilerin ve burjuvazinin milli harekete ortak inancının" basitçe tanınması anlamına gelmiyordu. Sun Yat-sen’in doktrinine göre, "üç ilke", burjuva devriminin gelişiminde "üç aşama"ya tekabül ediyordu:
- ilk "askeri" aşama, Çin’in birleştirilmesi yoluyla milliyetçilik ilkesini uygulamaya geçirmekti;
- ikinci, "eğitici" aşama, halkı siyasi demokrasiye hazırlamaktı;
- üçüncü ve son aşama, bu demokrasiyi gerçekleştirmek ve "halkın refahını" sağlamaktı.

Stalin, "tezlerinde" bu aynı "aşamaları" benimseyerek onları anti-emperyalist, tarım ve sovyet olarak yeniden adlandırdı; yalnızca onun için Çin proletaryasının katledilmesi, komünistlerin ne tarıma girişecekleri, ne de Kuomintang’dan ayrılmayı düşünecekleri "birinci aşama"nın sonu anlamına geliyordu. Sömürge ülkelerde bütün Stalinist partilerin benimseyecekleri bu politika, ilk kez kullanıldığı Çin’de, ana sanayi merkezlerindeki isyancı proleterleri Çan Kay-şek’in kana susamış baskısına terk ederek, açık sınıf ihaneti olarak kendini gösterdi.

15. Stalinizm, 1927’deki yenilgiyi hiçbir zaman Çin’deki burjuva devriminin bir "aşama"sından ve işçi hareketinde "geçici" bir gerilemeden başka bir şey olarak görmek istemedi. Bu yorumu reddediyoruz. Bu dönemin sınıf mücadeleleri "kısmi" olmaktan çok uzaktı, öyle ki, burjuvazi ile proletarya arasında bir iktidar mücadelesine dönüştüler ve yenilgiye, tüm komünist öncünün fiziksel ve uzun süreli ortadan kaldırılması eşlik etti. Troçki’nin dediği gibi, Çin’deki "demokratik devrim", burjuva devriminin değil, burjuva karşı-devriminin karakterini almıştı. Son olarak, 1927’deki başarısızlık, Moskova Enternasyonali’nin Bolşevik geleneğini Doğu’daki tüm ülkelerde tamamen reddetmesine işaret ediyordu. Lenin’in Rus devriminin yaklaşan zaferini ilan ettiği 1917 Nisan Tezleri, Stalin’in Çan Kay-şek’in darbesini devrimci "aşamalar" teorisiyle haklı çıkardığı Nisan 1927 tezleriyle kelimesi kelimesine çelişiyordu.

Burjuva ve milli tarih yazımına karşı, Marksizm, burjuva devrimci hareketlerin tarihsel seyrine ilişkin proleter ve uluslararası kavramını yeniden oluşturmalıdır:
1789 - 1871: Batı Avrupa’da (Kuzey Amerika ve Japonya’da olduğu gibi) burjuva demokratik hareketler;
1905 - 1950 (kabaca): Doğu Avrupa’da ve tüm Afro-Asya bölgesinde milli devrimci hareketler; sadece bir proleter zafer: Rusya’da;
1917 - 1927: Rusya’da ve dünyanın geri kalanında Stalinist karşı-devrimin koşulları olarak Avrupa’da (1918-1923) ve Asya’da (1924-1927) yenilgiyle birlikte sürekli devrimin dünya stratejisi.

 


D. Köylü "Sosyalizm"i ve "Yeni" Demokrasi

16. Marksizm, yalnızca "demokratik aşama" teorisini kınamakla kalmamış, aynı zamanda, "tarım aşaması" sırasında, Kuomintang solu hükümetiyle ittifakını örtbas etmek için Stalin’in "işçilerin ve köylülerin demokratik diktatörlüğü" sloganını kullanmasını da reddetmiştir. Tamamlanmış biçimiyle bu teori, her devletin sınıf doğasına ilişkin bu Marksist kavramların tamamen terk edildiğinin sinyalini vererek "yeni" demokrasinin teorisi haline gelmiştir.

«Böylece dünyadaki sayısız devlet sistemi biçimi şu üç temel tipe indirgenebilir: 1) burjuva diktatörlüğü altındaki cumhuriyetler; 2) proletarya diktatörlüğü altındaki cumhuriyetler; 3) birkaç devrimci sınıfın ortak diktatörlüğü altındaki cumhuriyetler(...). Belirli bir tarihsel dönemde, devlet örgütlenmesinin tek uygulanabilir biçimi, yeni demokratik cumhuriyet dediğimiz üçüncü örgüttür». (Mao Zedong, Yeni Demokrasi Üzerine, 1940).

Lenin’in Enternasyonal’i, sömürgelerin proleterlerini hiçbir zaman proletarya diktatörlüğü ile burjuvazinin diktatörlüğü arasında bu tür "ara" devletler kurmaya çağırmadı ve biz de kırk yılı aşkın "anti-emperyalist cepheler"den sonra böyle bir devletin tek bir örneğinin var olduğunu ya da şimdiye kadar var olduğunu kabul etmiyoruz. Rus devrimi sırasındaki iktidar ikiliği deneyimi, "işçilerin ve köylülerin demokratik diktatörlüğü"nün kısa sürede kaçınılmaz olarak ya proletarya diktatörlüğüne ya da burjuvazi diktatörlüğüne dönüştüğünü gösterdi. Troçki bu dersi Çin devrimine kadar genişletti ve bugün onun doğrulandığını her sömürgecilik karşıtı hareketin burjuva sonuçlarında görebiliriz.

“Rus Narodnikleri, Menşeviklerle birlikte, kısa ömürlü "diktatörlüklerine" açık bir ikili iktidar biçimini ödünç verirken, Çin "devrimci demokrasisi" bu aşamaya bile ulaşamadı. Ve genel olarak tarih düzene göre işlemediği için, bize yalnızca, Guomindang’ın 1925’ten beri uyguladığı diktatörlük dışında başka bir "demokratik diktatörlük" olmadığını ve olmayacağını anlamak kalıyor” (Troçki, Lenin’den Sonra Komünist Enternasyonal).

17. Tarım hareketini ve köylülerin silahlanmasını uzun süre görmezden geldikten sonra, Stalinistler buna o kadar aşık oldular ki, onu "Çin devriminin belirleyici özelliği ve yeni demokrasinin temeli" olarak görmeye başladılar.

Stalin, "Özünde, milli sorun bir köylü sorunudur" diyordu. Ve Mao şu yorumu yaptı:

«Bu, Çin devriminin özünde bir köylü devrimi olduğu ve şu anda devam etmekte olan Japonya’ya karşı direnişin özünde köylü direnişi olduğu anlamına gelir. Esasen, Yeni Demokrasi siyaseti, köylülere güç vermek anlamına gelir» (Mao Zedong, On New Democracy, 1940)

Emperyalist çağda burjuva devrimlerinin özgünlüğü, bizim ilgilendiğimiz kadarıyla burada yatmıyor. Geçmişte hepsi silahlı örgüt de dahil olmak üzere köylüleri farklı şekillerde kullanmış ve hepsi de farklı derecelerde tarımda köklü değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Yine de Marksizm, köylü sınıfının kendi politikasını tanımlamadaki yetersizliğini her zaman vurgulamıştır. Burjuva devrimlerinin ayrılmaz bir parçası olan tarım ayaklanmalarının ancak kentlerin önderliğinde ve iktidarı onlara bırakarak başarıya ulaştığını göstermiştir. Komünist Manifesto daha 1848’de köylülüğün ikili karakteri ve neden bağımsız bir sınıf olarak hareket edemeyeceği konusunda ısrar etmişti. Köylü, burjuva ilişkilerinin toplumsal temsilcisinden başka bir şey değildir; siyasi temsilini her zaman başkalarına bırakır.

Hem Rusya’da hem de Çin’de, bizi köylülüğü "küçümsediğimiz" için suçlayan köylü "sosyalizmi"nin tüm savunucularına, her zaman Marksizm’in derslerini vurguladığımızı ve Doğu devrimlerinin özgünlüğünün, köylü kitlelerinin silahlı müdahalesi yatmadığını, daha ziyade proletaryanın burjuva hedeflere varmaması ihtimali olduğunu söylüyoruz.

18. Çin proletaryasının yenilgisi, devrimin neden kırsal kesime çekilmesi gerektiğini açıklıyor. Ancak bu, komünistlerin sınıf anlayışlarını köylü "sosyalizmi" teorileriyle değiştirmelerini haklı çıkarmaz. 1848-9’da Alman devriminin başarısızlığı proletaryayı aynı politik olarak örgütsüz durumda, küçük-burjuva demokrasisi tarafından batırılma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştı. Marx ve Engels’in ünlü Komünistler Birliği’ndeki Hitaplarında ortaya koydukları tehlike buydu.

"İşçileri, özel çıkarları gizli tutulurken, genel sosyal demokrat sözlerin hakim olduğu bir parti örgütü tuzağına düşürmeye çalışan" küçük-burjuva radikallere karşı, Hitap, bağımsız bir sınıf partisinin gerekliliğini vurgulamıştı.

Her türlü küçük-burjuva demokratik iktidara karşı Hitap, proleter devriminin sloganını işte böyle ortaya koymuştu:

“İşçiler, yeni resmi hükümetlerin yanı sıra, eş zamanlı olarak, ya yerel yürütme komiteleri ve konseyleri biçiminde ya da işçi kulüpleri ya da komiteleri aracılığıyla kendi devrimci işçi hükümetlerini kurmalıdırlar; ama kendilerini en başından beri, tüm işçi kitlesinin arkasında duran otoriteler tarafından denetlenmekte ve tehdit edilmekte buluyorlar”. (Marx, 1848 Devrimleri).

Bu, Marksizmin "işçi ve köylü partileri", "işçi ve köylü hükümetleri" ve "yeni" demokrasi gibi gerici formüllere verdiği klasik yanıttır. 1850 Hitabı tamamen onlara yöneliktir. Marx ve Engels burada "demokratik diktatörlük"ten söz etmiyorlarsa, bunun nedeni proletaryanın küçük-burjuva demokratların ajitasyonuna karşı kullanmasını uygun bir slogan olarak görmemeleridir. Stalin ve Mao’nun görüşleri, Çin’de ve hatta Rusya’da keşfettiklerini iddia ettikleri "orijinal" özelliğin, yani tarım devriminin Almanya’da yokluğuna bile dayanamaz. Aksine, Marx ve Engels, proletaryanın siyasi rehberliği altında 16. yüzyıl köylü savaşının "yeniden yürütülmesini" birden çok kez reddettiler.

19. Rus devrimi, Alman burjuva devrimi kadar, bir sınıflar blokunu temsil eden istikrarlı bir "halk" iktidarının sırrını açığa çıkarmaz. 1917’den çok önce Lenin, "işçilerin ve köylülerin devrimci ve demokratik diktatörlüğü" formülünü, proletaryanın "köylülere dayanan" veya "köylüleri arkasına çeken" bir iktidar olarak açıkladı. Bu ne cepheci ne de "demokratik" bir formüldür. Lenin, Marx ve Engels ile mükemmel bir süreklilik içinde, Nisan 1917’deki sloganı şöyle yorumlar:

“Proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü, Rus devriminde zaten bir gerçeklik haline geldi, çünkü bu "formül", bu ilişkiyi, bu işbirliğini uygulayan somut bir siyasi kurumu değil, yalnızca bir sınıf ilişkisini öngörmektedir. "İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti" - işte orada "proletaryanın ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü" zaten gerçekleşmiş durumda" (Lenin, "Taktik Üzerine Mektuplar", Coll. Works, Cilt 24, 44-5).

“Hem burjuvazinin egemenliği (Lvov ve Guchov hükümeti) hem de iktidarı gönüllü olarak burjuvaziye bırakan, gönüllü olarak kendini burjuvazinin bir uzantısı kılan proletarya ve köylülüğün devrimci diktatörlüğü, yan yana, birlikte, aynı anda var olmaktadır.” (a.g.e., s.46).

“Şimdi yeni ve farklı bir görev ile karşı karşıyayız: bu diktatörlük içinde proleter unsurlar (komüne geçişi temsil eden müdafa karşıtı, enternasyonalist, ’komünist’ unsurlar) ile küçük mülk sahibi veya küçük şirketler, yani burjuva unsurlar arasında bir bölünme yaratmak.” (a.g.e., s. 45).

Şubat ve Ekim arasında halkçılar ve Menşevikler, "demokratik diktatörlüğün" kuduz destekçileriydiler ve Lenin’i köylülüğü "küçümsemekle" ve burjuva sosyal reformlar aşamasını "atlamak" istemekle suçladılar. Bolşevikler ise, meselenin Rusya’ya "sosyalizmi sokma" değil, siyasi iktidarı ele geçirme meselesi olduğuna dikkat çektiler; bundan sonra proletarya diktatörlüğünün küçük-burjuva demokrasisinin ekonomik reformlarını nasıl gerçekleştireceğini göstereceklerdi.

20. Çin liberal burjuvazisinin önündeki teslimiyetten sonra, "Troçkizme karşı mücadele", mağlup proletarya içinde, Rus devrimi sırasında halkçılar ve Menşevikler bloku tarafından daha önce savunulan konumların zaferini sağlamayı amaçladı. Ve bu görevi yürüten, bir zamanlar Kuomintang Merkez Komitesi üyesi ve son zamanlarda köylülüğün kışkırtıcısı olan Mao Zedong’du.

Bize göre o, proletaryanın partisini "dağlara" götürerek ve onu köylü gerilla savaşına iterek ne "kurtardı" ne de "yeniden inşa etti": Partiyi sadece kafası karışık küçük-burjuva kitlesinde boğdu. Buna karşılık, Nisan 1917’de Lenin ve Mart 1850’de Marx, Komünistlerin bu şekilde çıkmaza girmesini engelleyebildiler. Ve Çin devrimindeki iktidar sorununa gelince, Mao Zedong, 1927’de Çan Kay-şek’in baskısının kontrolsüz kalmasına izin veren küçük-burjuva yanılsamalarından bile vazgeçmedi. "Milli" burjuvazinin zayıflığının, burjuva iktidarını oluşturmak için, beceriksiz ve kendini örgütlemekte yavaş "halk" ve köylü yığınlarının eyleminden başka bir olasılık bırakmadığı bir dönemde ve bir ülkede, "yeni demokrasi" teorisi, bundan başka bir şey değildir.

Küçük-burjuva demokratlar, "etkili" bir birliğe ulaşmada karşılaştıkları güçlüklerden, karaktersizliklerinden ve doğuştan gelen istikrarsızlıklarından ötürü "tepki"yi suçlamayı severler. Marksizm ise bunu istikrarsız ekonomik durumlarının bir yansıması olarak görür. Milli bir devlet kurmak, emperyalizme karşı savaşmak veya sosyalist programı gerçekleştirmek için bu kitlelerin siyasi inisiyatifine başvurmak, yalnızca Marx ve Lenin’i reddetmekle kalmaz, aynı zamanda tüm devrimci hareketi tehlikeye atar. Bize göre, Çin devriminin bitmez tükenmez dalgalanmaları ve bugün, siyah Afrika’nın büyük bir bölümünü sarsan kanlı anarşi tarafından yeterince kanıt sağlanmıştır.

Bu nedenle 1917’de Lenin, halkçıların ve Menşeviklerin Kurucu Meclis aracılığıyla "gerçekleştirmek" istedikleri "devrimci ve demokratik diktatörlük" "eski formülünü" bir kenara bıraktı. Aynı şekilde Bolşevikler de "sosyal demokrat parti" adını 2. Enternasyonal arşivlerine iade ettiler.

Bu "yeni demokrasi" için de geçerli:

"Demokrasi" gerçekte bir an burjuvazinin diktatörlüğünü, sonra bu diktatörlüğe boyun eğen küçük-burjuvazinin aciz reformizmini ifade eder" (Lenin, Proleter Devrim ve Dönek Kautsky).

 


E. "Aciz Küçük-Burjuva Reformizmi"

21. Marx ve Engels, 1850 Hitaplarında, Alman proleterlerini, küçük-burjuva demokrasisinin, eski toplumsal ve politik yapıların devrimci dönüşümünde liberal burjuvazi ile aynı hain rolü oynayacağı konusunda uyardılar. Rusya’da bu öngörülerin teyidi sosyal-devrimciler olacaktır. Çin örneği, tüm bir tarihsel dönem ve tüm bir ülke ölçeğinde mutlak bir doğrulama teşkil ediyor.

“Demokratik küçük-burjuva, tüm toplumu devrimci proleterlerin çıkarları doğrultusunda dönüştürmek bir yana, yalnızca, mevcut toplumu kendileri için mümkün olduğu kadar katlanılabilir ve rahat hale getirecek toplumsal koşullarda bir değişikliği arzulamaktadır. Bu nedenle, her şeyden önce, bürokrasinin kısıtlanması ve büyük vergi yükünün büyük toprak sahipleri ve burjuvaziye aktarılması yoluyla hükümet harcamalarında bir azalma talep ediyorlar. Ayrıca, kapitalistlerden kamu kredi kurumlarının kurulması ve tefeciliğe karşı kanunların çıkarılması yoluyla büyük sermayenin küçük sermaye üzerinde yaptığı baskının kaldırılmasını ve bunun yerine kendilerinin ve köylülerin devletten uygun koşullarda avans almalarının mümkün olmasını talep ediyorlar. Ayrıca, feodalizmin tamamen ortadan kaldırılması yoluyla toprak üzerinde burjuva mülkiyet ilişkilerinin getirilmesini talep ediyorlar.

“İşçiler söz konusu olduğunda, her şeyden önce kesin olan bir şey var: eskisi gibi kalacaklar. Ancak, demokratik küçük-burjuva, işçiler için daha iyi ücret ve güvenlik istiyor ve bunu devlet istihdamının genişletilmesi ve refah önlemleri ile sağlamayı umuyor... Ama bu talepler hiçbir şekilde proletaryanın partisini tatmin edemez. Demokratik küçük-burjuva, devrimi mümkün olan en kısa sürede sona erdirmek, en fazla yukarıda belirtilen hedeflere ulaşmak isterken, daha mülk sahibi tüm sınıflar egemenliklerinden sürülene kadar devrimi proletarya devlet iktidarını ele geçirinceye, üretim işçilerin elinde yoğunlaşana ve proleterlerin birliği -yalnızca bir ülkede değil, dünyanın bütün önde gelen ülkelerinde- yeterince ilerleyene, bu ülkelerin proleterleri ve en azından belirleyici güçler arasındaki rekabet sona erene kadar kalıcı kılmak bizim çıkarımız ve görevimizdir... Bizim kaygımız sadece özel mülkiyeti değiştirmek değil, onu ortadan kaldırmak, sınıf karşıtlıklarını örtbas etmek değil, sınıfları ortadan kaldırmak, mevcut toplumu iyileştirmek değil, yeni bir toplum kurmaktır” (Hitap..., age, s. 323) -4).

22. Tarım sorunuyla ilgili olarak, Mao’nun partisi, köylü mülkiyetinin kutsal haklarının hukuksal olarak kutsanmasıyla eski ilişkilerden kopuşu vurgulamaya çalışan küçük-burjuva eğilimlerle mücadele etmek için hiçbir şey yapmamıştı. Ve Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana bu kadar gürültülü bir şekilde ilan edilen reformların hiçbiri, tarımın, küçük üretimin, küçük toprak sahibi köylünün "çıkarları"nın ve onlara devlet "yardımının" verilmesine dayanandan daha büyük bir yoğunlaşmayı tasarlamadı. Burjuva üretim ilişkilerinin bu sınırlamalarının üstesinden gelmek istediklerinde, meydana gelen toplumsal felaket, Rusya’daki sahte Stalinist kolektivizasyonu izleyenden daha az ciddi değildi.

Kısacası, ünlü "tarım devrimi", kapitalist tarımın gelişiminin iki klasik aşamasına uygun olarak Çin’in kırsal alanlarında sert bir sermaye birikimine indirgenmiştir: önce köylü mülkiyetinin kurulması, ardından yavaş bir kamulaştırma süreci ve burjuva üretici güçlerin ve büyüyen bir piyasa ekonomisinin itici gücü altında yoğunlaşma.

“Özel bir engel ortaya çıkmazsa, savaştan sonra bu politikayı, önce tüm ülkeye kira ve faiz indirimini yayarak ve ardından kademeli olarak "çiftçinin ülkesi"ne ulaşmak için uygun önlemleri alarak sürdürmeye hazırız" (Mao Zedong), Koalisyon Hükümeti Üzerine, 1945, age, s. 248).

“O zaman, köylülere, çiftçilik ve diğer üretim kooperatiflerini adım adım gönüllülük temelinde örgütlemeleri için yardım edildikçe, üretici güçler büyüyecektir” (age, s.251).

İlk aşamaya ulaşmak çeyrek yüzyıl (1927-1952) aldı: müsadere ve bölünme. Ama Çin "modern", yoğunlaştırılmış, yani tam anlamıyla kapitalist bir tarıma sahip olmadan önce, yalnızca dünya komünist proletaryasının milli, köylü ve küçük-burjuva "sosyalizmi"ni alt etmiş olmasını umabiliriz.

23. Çin tarımının yorgun tarihsel gelişiminde bir gerçeğin doğrulandığını görebiliriz: onun burjuva karakteri. Ama bizim ÇKP’nin tarım politikasına yönelik eleştirimiz bir ilke meselesiyle ilgilidir: tek yaptıkları, özellikle burjuva mülkiyet ilişkilerinin yıkılmasıyla ilgili olarak, toplumsal sonuçlarını tahmin etmeye çalışmadan bu gelişmenin moleküler süreçlerini yansıtmaktı. Yine 1850 Hitap’ından alıntı yapalım:

«Burjuva demokratların işçilerle çatışacağı ilk nokta feodalizmin ortadan kaldırılması olacaktır; küçük burjuvazi, birinci Fransız devriminde olduğu gibi, feodal toprakları köylülere özgür mülkiyet olarak vermek isteyecektir; yani, kır proletaryasının varlığını sürdürmeye ve Fransız köylüsünü hâlâ etkileyen aynı yoksulluk ve borç döngüsüne tabi olacak bir küçük-burjuva köylü sınıfı oluşturmaya çalışacaklar. İşçiler, hem kırsal proletarya çıkarları hem de kendi çıkarları için bu plana karşı çıkmalıdır. Müsadere edilen feodal mülkiyetin devlet malı olarak kalmasını ve büyük ölçekli çiftçiliğin tüm avantajlarıyla birlikte kır proletaryası tarafından toplu olarak ekilen ve ortak mülkiyet ilkesinin, burjuva mülkiyet ilişkilerinin titrek sisteminin ortasında derhal sağlam bir temele ulaşacağı işçi kolonileri için kullanılmasını talep etmelidirler.» (op. cit., s. 327-8).

Komünistler için mesele, Çin’in mi yoksa küçük-burjuva Rusya’nın mı bu dönüşüm için "olgun" olduğunu belirlemek değildi: Burjuva egemenliğinin yıkılması ancak uluslararası ölçekte düşünülebilir. Belli bir ülkenin ekonomik gelişimini hızlandırmak için "kolektivist" reçeteler icat etmek de söz konusu değildi. Bazılarının sosyal-devrimcilerin programı olmakla suçladığı "Toprak Kararnamesi" hakkında yorum yapan Lenin, "Bir program değil, bir kararname yazıyoruz" demişti. Yine de bir noktada bu "kararname" onların "programlarından" farklıydı: köylülüğün sabit hukuki biçimlerdeki (toprak paylaşımı, kamulaştırma) özlemlerini içermiyordu. Milli "sosyalizm" programları ile enternasyonalist komünizm arasındaki farkın tamamı burada yatıyordu.

24. Mao’nun partisinin küçük-burjuva politikası, "işçiler sorununda" daha da net bir şekilde ortaya çıkıyor. ÇKP bayrağına "ücret sisteminin kaldırılması" yazmak şöyle dursun, sermaye ve emeğin birliğini ilan eder ve "sosyalistlerin" Louis Blanc geleneğindeki herhangi bir "hayırseverlik önlemini" ihmal etmez:

“Çin işçi sınıfının görevi, yalnızca yeni demokratik bir devletin kurulması için değil, aynı zamanda Çin’in sanayileşmesi ve tarımını modernize etmesi için de mücadele etmektir. "Yeni demokratik devlet sisteminde emeğin ve sermayenin çıkarlarının ayarlanması politikası benimsenecektir. Bir yandan işçilerin çıkarlarını koruyacak, duruma göre sekiz ila on saatlik bir iş günü tesis edecek, işsizlik yardımı ve sosyal sigorta ve sendikal hakları güvence altına alacak; diğer yandan, uygun şekilde yönetilen devlet, özel ve kooperatif işletmelerine meşru karları garanti edecek - böylece hem kamu hem de özel sektör ve hem emek hem de sermaye endüstriyel üretimin geliştirilmesi için birlikte çalışacaktır.” (Mao Zedong, Koalisyon Hükümeti Üzerine, 1945, age, s. 254).

Böyle bir program, böyle bir uygulama, ileri kapitalist ülkelerin eski reformizminden, Batı’nın herhangi bir "ilerici" milletvekilinin veya herhangi bir "gerici" bakanın seçim konuşmalarından hiç de farklı değildir. Mao, buna "sosyalizm" adını vererek ve Moskova’ya kıyasla münhasırlığını kanıtlayarak, kendisini dünyanın burjuva muhafazakar güçlerinin "ideolojik" düzeyine yükseltmiş, köylü ajitatörü olma özelliğini kaybetmiştir.

Çin’de küçük-burjuva demokrasisi 1927’de devrimci olmaktan çıktı; devlet iktidarını almadan önce bile reformist olmuştu; bugün yanılsamalarını ve özellikle ekonomik-sosyal pratiğini "sosyalist inşa" etiketi altında sunarak gerici hale geldi. Moskova ile olan çatışmasına yüklediğimiz tek siyasi anlam budur.

25. Böylece Çin "popülizminin" tarihsel kaderi sona ermiştir. 1911’deki ilk burjuva devriminden bu yana Lenin, Sun Yat-sen’in ideolojisinin ikili yönünü vurguladı. Toprağın millileştirilmesi, büyük sermayenin "sınırlanması" ve Büyük Güçler tarafından üzerinde anlaşmaya varılan bir endüstriyel kalkınma planının "dürüst" uygulanması yoluyla "sosyalizmi" gerçekleştirme fikriyle ütopyacıydı. Ama bu program, Bolşeviklerin Rusya’da olduğu gibi Çin’de de tanıyabilecekleri bir burjuva devrimci özüne sahipti. Mao’nun partisi, onu benimseyerek ve gerçekleştirerek ona, kendisine ayrılan tek "özgün gelişme" bahşetmiştir: Ütopyacı köylü "sosyalizmi" fikri, Çin’deki "sosyalist inşa"nın gerici ideolojisi haline gelmiştir; ve onun devrimci özü, küçük-burjuva reformları okyanusunda çarçur edilmiştir.

Böylece bir sınıfın siyasi ideolojisi, tarihin onu ölüme mahkum etmesinden çok sonra yozlaştı. Diğer uçta, daha 1894 gibi erken bir tarihte, Rus proletaryası ilk bocalayan adımlarını atarken, Lenin, "Halk Dostları"nın ideolojik iflasını, onların "halk" iktidarı gün ışığını görmeden birkaç on yıl önce ilan edebildi:

«Kırsal gerçekten bölünüyor. Hatta, kırsal uzun zaman önce tamamen bölündü. Ve eski Rus köylü sosyalizmi ondan ayrıldı, bir yandan işçi sosyalizmini yaratırken, diğer yandan kaba küçük-burjuva radikalizmine doğru yozlaştı. Bu değişim yozlaşmadan başka bir şey olarak nitelendirilemez. Köylü yaşamının özel bir düzen olduğu ve ülkemizin istisnai bir gelişme yolu izlediği doktrininden, meta ekonomisinin ekonomik gelişmenin temeli haline geldiğini ve büyüdüğünü artık inkar edemeyen bir tür seyreltilmiş eklektizm ortaya çıktı. Ancak bu sistem altında sınıf mücadelesinin gerekliliğini görmeyi reddeden kapitalizmdir. Köylülüğü modern toplumun temellerine karşı sosyalist devrim için harekete geçirmeye yönelik bir siyasi programdan, modern toplumun temellerini korurken köylülüğün koşullarını “iyileştirme”ye yönelik bir program ortaya çıktı” (Lenin)., "Halkın Dostları Nedir", Bölüm III, 1894 – Toplu Eserler, Cilt 1, s. 264-5).

 


F. Burjuva Doğu’da Rekabetler

26. Hindistan ve diğer sömürge ülkelerinden farklı olarak Çin, modern tarihe “herkesin sömürgesi” olarak girmiştir. Çok geçmeden sermaye ihracı, eski İngiliz metropolünden sanayi ürünleri ihracına üstün geldi. Büyük Güçler, yatırımlarını korumak için ülkenin nüfuz alanlarına bölünmesi konusunda "anlaştı". Pekin’de diplomatik birlikler devlet maliyesine sahipti. Bu durum, Lenin’in işaret ettiği gibi, kapitalizmin en yüksek aşamasına, emperyalizme geçişinin bir yansımasıydı. Sun Yat-sen tarafından ortaya konan, "bağımsız bir devlet" geliştirmek için Büyük Güçler konsorsiyumunun yaratılması projesinin Wilson’ın "sömürgelerin uluslararasılaşması" programı ve Kautsky’nin "ultra-emperyalist" versiyonu dışında nesnel bir temeli yoktu.

“Diyelim ki – dedi Lenin – tüm emperyalist ülkeler, Asya’nın bu bölgelerinin "barışçıl" bölünmesi için bir ittifak kurdular; bu ittifak, "uluslararası olarak birleşmiş mali sermaye"nin ittifakı olacaktır. 20. yüzyıl tarihinde bu türden gerçek ittifak örnekleri var - örneğin güçlerin Çin’e karşı tutumu. Soruyoruz, kapitalist sistemin bozulmadan kaldığını -ki Kautsky’nin yaptığı varsayım bu- varsayarsak, böyle bir ittifakın geçici olmaktan öte, sürtüşmeleri, çatışmaları ve mücadeleyi mümkün olan her biçimde ortadan kaldıracağı "tasavvur edilebilir" mi?” (Lenin, Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, 1916).

Çin örneği bunun akıl almaz olduğunu göstermiştir. Yüzyılın başında en büyük kapitalist gelişme vaadini ve karların en kesin garantisini sunuyor gibi görünen ülke, iç savaşların ve emperyalist rekabetin kapalı savaş alanı haline geldi. Daha doğrusu, bu karşıtlıkların patlak vermesiyle karşı karşıya kalan dünya emperyalizmi, sermayeler arasındaki dizginsiz rekabeti eski sömürgelere veya yarı-sömürgelere, yani Hindistan, Afrika, Güney Amerika’ya aktararak, Çin’deki tüm ekonomik "planlarından" vazgeçmek zorunda kaldı. Burada "denizaşırı gelişme" ve Rus-Amerikalı Wilson’ların ve Kautsky’lerin bayat pasifizmleri yeniden ortaya çıktı: ama aynı zamanda daha büyük ölçekte gelecekteki devrimci patlamaların da temeli atıldı.

27. Mao’nun partisi, zaferinin Asya’daki emperyalist zincirin şiddetli bir şekilde kırılmasıyla karakterize edilmemesini sağlamak için elinden gelen her şeyi yaptı. Dünya savaşına Sun Yat-sen’den daha fazla bağlı olan ÇKP, liberal Çin burjuvazisinin Çin’e fayda sağlayacak bir "uluslar topluluğu" ve "uluslararası işbirliği" hakkındaki yanılsamasını elde etti.

“ÇKP, Atlantik Bildirisi ve Moskova, Tahran ve Yalta’nın uluslararası konferanslarının kararlarını kabul eder (...). ÇKP’nin dış politikasının temel ilkeleri şunlardır: tüm ülkelerle diplomatik ilişkiler kurmak ve geliştirmek, tüm karşılıklı ilişki sorunlarını çözmek (...) faşist saldırganları ezme ihtiyacından yola çıkarak, uluslararası barışı korumak, devletlerin haklarında bağımsızlığa ve eşitliğe karşılıklı olarak saygı duymak, devletler ve halkların çıkarları doğrultusunda birbirleriyle işbirliği yapmak” (Mao Zedong, Koalisyon Hükümeti Üzerine, 1945).

Sun Yat-sen, bu programın iflasını 1924’te fark etmişti! Mao sadece ona sadık kalmadı, aynı zamanda onu "sosyalizm" olarak sundu:

“Ekonomik olarak gelişmiş olsun ya da olmasın, büyük ve küçük sosyalist ülkeler, ilişkilerini tam eşitlik, toprak bütünlüğüne, egemenlik ve bağımsızlığa saygı ve iç işlerine karışmama ve karşılıklı destek ve yardım ilkeleri temelinde kurmalıdır.” (25 Maddelik Mektup, 14/6/63).

’Eşit’ ticarete doğru ’uyumlu’ bir gelişme gerçekleştiren ülkelerin küçük-burjuva ’sosyalist’ ütopyasına karşı, biz burjuva ülkelerinin yok edilmesini ve yarın proletarya diktatörlüğünün kurulacağı ülkeler arasındaki sadece ’eşit’ değil, ticari olmayan ülkelerin kurulmasını istiyoruz.

28. Çin-Sovyet çatışması, ’ideolojik farklılıkları’ yansıtmak şöyle dursun, burjuva ulusal çıkarlarıyla aynı zeminde var olmuştur. SSCB’nin yerli burjuvazi ve yabancı emperyalizme verdiği tavizlerin Doğu’da milli burjuva devletlerinin kuruluşunu 2. Dünya Savaşı sonrasına kadar geciktirdiği tartışılmaz. Rus Devrimi, Asya’daki sömürgecilik karşıtı hareketleri yeniden uyandırırken, Stalinist karşı-devrim onların gelişimini durdurdu. Ancak Mao’nun bugün Moskova’ya karşı tavır alan partisi ne ÇKP’nin Çan Kay-şek ile ittifakı yenileyerek "halk cephelerine" yönelmeyi ürkekçe yürüttüğü 1937’de, ne de Stalin’in Çan Kay-şek ile otuz yıl sürmesi beklenen bir barış ve dostluk antlaşması imzaladığı 1945’te bu ihaneti hiçbir zaman kınamadı.

Bu nedenle, Çin-Sovyet çatışmasının arkasında yatan şey, ne sömürgecilik karşıtı hareketin çıkarlarının bilincidir, ne de Rus “sosyalizmi” eleştirisidir. Daha ziyade Çin kapitalizminin çıkarları ile Rus emperyalizminin çıkarları arasındaki çelişkilerdir:


“Kapitalist ülkeler arasındaki ilişkileri karakterize eden başkalarının pahasına kar elde etme pratiğini sosyalist ülkeler arasındaki ilişkilere aktarmak ve tekelci gruplar tarafından piyasaları köşeye sıkıştırmak ve kârları bölüşmek için ortaya atılan “ekonomik bütünleşme” ve “ortak pazar”ın sosyalist ülkelere karşılıklı yardımlaşma ve ekonomik işbirliği konusunda örnek teşkil edebileceği sonucuna varmak abestir”. (25 Maddelik Mektup).

29. Stalin’in 6. Komintern Kongresi’nde uygulamaya koyduğu "program", Çin’i ve diğer geri ülkeleri kendi ulusal sınırları içinde "sosyalizmi inşa etmekten", Rusya’nın çok yakın zamanda kendisine mal ettiği bu ayrıcalıktan men etti. Rus kapitalizminin çıkarları dünya pazarının çıkarlarıyla bütünleştiği anda, Çin bu eski Stalinist sloganı kendi adına kullanmaya başladı. Ve bu konuda Troçki’nin "Rus sosyalizmi" hakkında söylediklerini tekrarlayacağız:

“Dünyadaki iş bölümü, sovyet sanayisinin yabancı teknolojiye bağımlılığı, Avrupa’nın ileri ülkelerinin üretici güçlerinin Asya hammaddelerine bağımlılığı vb. herhangi bir ülkede bağımsız bir sosyalist toplumun inşasını imkansız kılar” (Sürekli Devrim Üzerine Tezler).

Çin’de "Sosyalizmin inşası" yalnızca sermaye birikimini ve bir piyasa ekonomisinin genişlemesini ifade edebilir. Ancak bu teori, çok daha keskin karşıtlıkları maskelemeyi başaramadı. Çin-Sovyet çatışması, Asya ve Afrika’daki milli burjuva hareketlerinin tüm tarihi ve dünya ticaretiyle ilgili her konferans, ister "bağımsız" ister "sosyalist" olsun, günümüz dünyasında tüm askeri, ekonomik ve siyasi gücü elinde tutan bir avuç büyük emperyal güçle kıyaslandığında "az gelişmiş" ülkelerin artan geriliğini endişeyle vurgulamıştır.

30. Geri kalmış ülkelerin burjuvazisi, kendisini bekleyen yazgıyı tersine çevirmek için, siyasi ve ulusal kurtuluşunu, sömürülen kitlelerin toplumsal ve insani kurtuluşu olarak göstermeye çalışır. Hem kendi burjuvazilerinin hem de dünya emperyalizmi içinde biriken çelişkilerin kurbanı olan eski sömürgelerin proleterleri, demokratik ve reformist ideolojiden kopmak için her zamankinden daha fazla neden bulacaklardır. Daha sonra, Marksizmin ve Lenin’in Enternasyonali’nin, sömürge halklarını sömürüden kurtarmak için siyasi demokrasi ve ulusal bağımsızlığı asla beklemediğini hatırlayacaklar:

“Genişleme dürtüsündeki mali sermaye, en özgür demokratik ve cumhuriyetçi hükümeti ve herhangi bir ülkenin, o ülke “bağımsız” bile olsa, seçilmiş yöneticilerini “serbestçe” satın alabilecek ya da rüşvet yoluyla elde edebilecektir. Mali sermayenin ya da genel olarak sermayenin egemenliği siyasi demokrasi alanındaki herhangi bir reformla ortadan kaldırılamaz. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı da tamamen ve sadece siyasi demokrasi alanına aittir. Gelgelelim, mali sermayenin egemenliği, sınıf baskısı ve sınıf mücadelesinin daha serbest, daha geniş ve daha açık olduğu siyasi demokrasinin önemini hiçbir şekilde ortadan kaldırmaz”. (Sosyalist Devrim ve Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı, Lenin, 1916).

"Halkçı" Çin ve Rus-Amerikan Hindistan proletaryasının mücadelelerini bu daha açık, daha geniş ve daha serbest sınıf baskısına karşı yürütmesi gerekecektir.