Enternasyonal Komünist Partisi

Kadınlar ve Enternasyonal Komünist Devrim



Savaş zamanında bir 8 Mart

Bu, Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle yayımlanmak üzere hazırladığımız metindir. Bugün, Avrupa’da burjuva savaşı şiddetlenirken, onlarca yıldır ailelerini bırakıp Batı’nın en zengin ülkelerinde bakıcı olarak çalışmak zorunda kalan Ukraynalı kadınlar ordusunu hatırlatıyoruz. Onlar, proleterler için komşu ülkelerinkinden daha iyi olmayan kapitalist bir baskı ve sefalet rejimi tarafından bunu yapmaya zorlandılar. Hiçbir kokuşmuş burjuva bu kadınların ve çocuklarının yapmak zorunda kaldığı fedakarlığı asla kınamadı. Bugün, yalnızca militarist propaganda amacıyla ve farklı ülkelerin işçilerini birbirine düşürmek için savaştan kaçanların başına gelenlere ağlıyormuş gibi yapan aynı burjuva propagandasıdır.


* * *

Dünya Kadınlar Günü’nü ilan eden burjuva feminist hareket değil, o zamanlar komünist olan Sosyalist Enternasyonal’di.

Bugün Dünya Kadınlar Günü’nden geriye ne kaldı?


Kadınların ezilmesi sınıflı toplumdan kaynaklanır

Burjuva feminist hareketin kapitalist üretim ilişkileriyle uyumlu hedefleri, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında sosyalist kadınların yaydıkları hedeflerden kökten farklıdır. Sosyalist kadınlar, sınıf mücadelesi olmadan, proleter devrim olmadan proletaryanın, tüm ezilenlerin ve dolayısıyla kadınların kurtuluşu için mücadelenin tamamen hayal olduğunu iddia ettiler.

Toplumun aile ve ataerkilliğe dayalı sınıfsal bölünmesiyle ortaya çıkan kadının ezilmesi, ancak özel mülkiyete, ücretli emeğe ve insanın insan tarafından, kadının da erkek tarafından sömürülmesine dayalı toplumsal sistemin sona ermesiyle ortadan kalkabilir. Yalnızca komünist devrim, kapitalist üretim tarzının korkunç yapısını ve onun sonsuz bölünme ve baskı biçimlerini: işçiler, kadınlar ve ayrıca dini, etnik, cinsel vb. özellikler ile tanımlanabilen her grup üzerindeki baskıları yıkabilecektir.

Marksizmin büyük ustaları biz komünistlere doğru yolu göstermektedir.

Sınıflı toplum doğal ve ebedi değildir. Öncesi vardır, sonrası da olacaktır.

İlkel komünizmde, insan gruplarının hayatta kalması için üreme esastı. Bu nedenle, yavruların anasoyluluğu ve tanrıça-annelere tapınması söz konusuydu. Ancak kadınların erkekler üzerindeki baskısı yoktu, “anaerkillik” yoktu ve özel mal birikimi yoktu.

Neolitik’in sonlarına doğru, üretici güçlerin, tarımın ve hayvancılığın gelişmesi, yavaş yavaş sınıf bölünmesine ve malların özel mülkiyetine dayalı bir üretim tarzına geçişe izin verdi. Aile ve ataerkil soy etrafında yapılandırıldı. Kadınların durumu tersine döndü. Eskiden doğuran olan kadın, şimdi ataerkil mülkiyet tapınağının koruyucusuna indirgenmişti.

Kapitalizm, üretici güçlerin yıkıcı gelişimiyle, aynı zamanda geleceğin sınıfsız bir toplumunun maddi temellerini de atıyor, ancak şimdi çürüyen bir ceset gibi sürükleniyor, mezar kazıcısı olan devrimci proletaryayı beklerken ölüm ve umutsuzluk ekiyor. Geleceğin komünizmi, kapitalist üretim tarzının ve onun sömürü sisteminin yıkıntıları üzerinde yükselecek ve insanlığın kendisini yeniden bulmasına yol açacak.

Sosyalist ve daha sonra komünist olan (1918’de Alman Komünist Partisi’nin kuruluşuna katılan) Clara Zetkin, sosyal demokrat August Bebel tarafından 1879’da yayınlanan “Kadın ve Sosyalizm” kitabını şöyle övmüştü: “Bir kitaptan daha fazlasıydı, bir olaydı - büyük bir işti. (Çok doğru!) Bu kitap, kadın sorunu ile tarihsel gelişim arasındaki bağlantıya ilk kez dikkat çekmişti. İlk kez bu kitaptan şu çağrı geliyordu: Geleceği ancak kadınları ortak savaşçılarımız olmaya ikna edersek fethedebiliriz”.

Bebel, kitabın sonunda proleter kadın hareketinin daha sonra alacağı tavrı özetlemişti: “Kadın da, özellikle de proleter kadın, kendisinin kurtulşu için verilen bu mücadelede geri kalmamaya çağrılmaktadır. Bugün, daha iyi bir gelecek için verilen mücadelede gerçek konumunu kabul ettiğini ve hareketin bir parçası olmaya kararlı olduğunu kanıtlamak ona kalmıştır. Tüm önyargıları bir kenara atması ve büyük mücadelede yer alması için ona yardım etmek erkeklerin görevidir. Kimse onun gücünü hafife almasın ve onun yardımının hiçbir faydası olmadığını düşünmesin”. 1913’te ilk kez yayınlanan kitap 50 kez yeniden basıldı!

Benzer şekilde, Engels’in 1884 tarihli “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı kitabı, kadınların ezilmesinin nedenlerine ve erkek cehpedeyken kadın emeğinin büyük ölçekte istihdamının kapitalist ekonomik gelişme tarafından mümkün kılındığına dair aydınlatıcı bir açıklama sunmuştu kadınların kurtuluşuna giden yolda önemli bir adımdı.

Engels, “Anti-Dühring”de, Charles Fourier’i bunu fark eden ilk kişi olduğu için tebrik ederken, “Kadının özgürleşme derecesi, genel özgürleşmenin ve dolayısıyla erkeğin özgürlüğünün de doğal ölçüsüdür” diyordu. Marx, "Kutsal Aile"de Fourier’den alıntı yaparak: "Kadın cinsinin aşağılanması, barbarlığın olduğu kadar uygarlığın da temel bir özelliğidir. Tek fark, medeni sistemin, barbarlığın basit bir biçimde uyguladığı her türlü kötülüğü bileşik, müphem, ikiyüzlü bir varoluş biçimine yükseltmesidir... Hiç kimse, kadını köleleştirdiği için erkeğin kendisinden daha ağır cezalandırılamaz”.


8 Mart’ın şanlı sosyalist ve komünist kökenleri

Sermaye geliştikçe ve daha fazla kadın emeğine ihtiyaç duydukça, erkekler ve kadınlar arasında daha eşit sosyal tanınma talepleri ortaya atıldı. Bununla birlikte, sözde "feminist" hareket kısa sürede iki yol tuttu: ücretli emeğin sömürücü ilişkisini sorgulamayan burjuva yol ve on dokuzuncu yüzyılın sonunda hala Marksist olduğunu iddia eden sosyal demokrat yol.

Alman sosyal demokrasisinin egemen olduğu İkinci Enternasyonal içinde, hızlı ekonomik gelişme içinde olan bir Almanya’da, özellikle kapitalizmi sorgulamadığı ve kadınları sınıf mücadelesine sokmadığı için feminist hareketi “burjuva” olarak suçlayarak kadınların ezilmesi sorununu ele alan Clara Zetkin’di. İkinci Enternasyonal’in 1889’daki kuruluş kongresinde Zetkin, “kadınların kurtuluşu sorununun nihayetinde kadın emeği sorunu olduğunu” hatırlattı ve “eşit işe eşit ücret” ilkesine saygı gösterecek bir yasa çağrısında bulundu. Bugün bile bu çağrı, en gelişmiş ülkelerde bile bir umut olmanın ötesine geçmiyor!

O halde, çalışan kadınları siyasi sınıf mücadelesi hareketine dahil etmek, 20. yüzyılın başında sosyalistlerin meselesiydi. 1896’da Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Gotha Kongresi’nde Zetkin, diğer militanların ve Bernsteincı revizyonistlerin görüşlerine karşı, proleter kadın hareketinin burjuva kadın hakları hareketinden net bir şekilde ayrılmasını hararetle savundu: Zetkin’e göre sosyal demokrasinin burjuva toplumuyla ortak paydası, bu iki hareketinkinden farksızdı. Proleter kadın, sınıf mücadelesinde bir savaşçıydı ve onun kurtuluşu tüm sınıflardan kadınların işi olamazdı; yalnızca tüm proletarya, cinsiyet ayrımı olmaksızın, proleter kadının kurtuluşunu sağlayabilirdi.

Bize göre komünist devrim yoluyla tüm kadınların kurtuluşu da ancak böyle gerçekleşecektir!

1890’dan beri sosyalist kadın hareketinin yorulmaz propagandacısı olan Zetkin, böylelikle, burjuva kadın hareketine karşı bir proleter kadın hareketinin yaratıcısıydı. 1850’den 1908’e kadar Prusya yasaları tarafından kadınların siyasete katılımının yasaklanması nedeniyle, Alman kadınlarının Sosyal Demokrat Parti’ye katılmasına izin verilmedi. Bu nedenle Zetkin, SPD içinde paralel ve özerk bir yapı örgütledi ve 1900’den itibaren her parti kongresinden önce bir kadın konferansı düzenlendi. Siyasi faaliyetlere katılmalarına izin verildiğinde, Sosyal Demokrat Parti kadın bölümünün kaldırılmasını önerdi, ancak Zetkin haklı olarak itiraz etti: zaman henüz olgunlaşmamıştı.

Sosyalist kadınların ilk uluslararası kongresi Stuttgart’ta gerçekleşti ve İkinci Enternasyonal’in çeşitli partilerinin kadın hareketlerini bir araya getirerek Sosyalist Kadınlar Enternasyonali’ni oluşturdu. Konferans, diğer sınıflarla herhangi bir ittifakı reddetti. Çalışan kadınlar için genel oy hakkı talep etti. Aslında, "oy hakkı sahiplerinin" burjuva hareketi, erkeklerle aynı koşullar altında, yani birçok ülkede işçileri dışlayan nüfus sayımı temelinde oy kullanma hakkını talep etti. Ancak, burjuva feministlerin aksine, bu demokratik iddia kendi içinde bir amaç değildi; sosyalistler için açık bir sınıf çağrışımı vardı.

İlk Ulusal Kadınlar Günü, Amerika Sosyalist Partisi tarafından 28 Şubat 1909’da düzenlendi ve 1913’e kadar devam etti. Oradaki “feminist” hareket, on dokuzuncu yüzyılın ortalarından beri oldukça gelişmişti ve diğer hakların yanı sıra, 1920’de kadın seçmenlerin oy hakkını elde edecekti.

Bolşevik Alexandra Kollontay dahil 17 ülkeden kadınları bir araya getiren ikinci uluslararası konferans, Ağustos 1910’da Kopenhag’da gerçekleşti. Dünya Kadınlar Günü’nü ortaya atan bu konferanstı. 19 Mart tarihi, Berlin, Prusya’daki 1848 ayaklanmasının başarısına bir övgü olarak önerildi ve cinsiyetleri ne olursa olsun tüm işçilerin mücadelesine istinaden kabul edildi. İlk yıldönümü 19 Mart 1911, Almanya, Avusturya, Danimarka ve İsviçre’de yalnızca Sosyal Demokrat partilerin düzenlediği değil, bir milyondan fazla kadınların oy hakkı için gösteri yaptığı ve bu konuda sayısız toplantı düzenlendiği bir gün oldu.

1913’te, Şubat ayının son Pazar günü, Rus kadınları, daha geniş savaş karşıtı hareketin bir parçası olarak ilk Uluslararası Kadın Hakları Günü’nü kutladı.

Propaganda çalışması son derece etkili oldu. SPD’de 1905’te 4.000 olan kadın eylemcilerin sayısı 1914’te (1.085.905 üyeden) 174.754’e yükseldi ve bunların çoğu partinin sol kanadının sempatizanıydı. Zetkin tarafından kurulan "Die Gleichheit" ("Eşitlik") gazetesi, 1892’den 1923’e kadar yayınlanan "çalışan kadınların çıkarları için gazete" alt başlığıyla (Zetkin 1917’de yazı kadrosundan çıkarıldı) Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin kadın örgütünün ana yayın organı oldu.. 1902’de 4.000 nüshadan 1914’te 124.000’e çıktı.

Alman sendikalarında 1914’te toplam 2,5 milyon üyeden 216.000 kadın vardı.

Savaş sırasında, 1915’te İsviçre’de, Alman Clara Zetkin ve Ruslar Alexandra Kollontay ve Ines Armand’ın katıldığı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresi’nin bir konferansı düzenlendi.

Rusya’da devrimci ayaklanmayı başlatan, 8 Mart 1917’de (o zamanın Rus takvimine göre 23 Şubat) Petrograd’da ekmek ve savaşın sona ermesini talep eden kadın işçilerin gösterileriydi. O zamandan beri komünist partilerin kadın seferberliğini bu tarihe taşınmıştır. Rus devrimci meşalesi, proleter dünyanın geri kalanını birkaç yıllığına aydınlatmış ve gelecekteki komünist toplumun ışığına bir öngörü sağlamıştır.

Unutulmamalıdır ki, bu çabalara rağmen, bizzat sosyalist siyasal örgütlenme içinde kadınların durumu her zaman kolay olmamıştır. SPD, Legien liderliğindeki sendikaların desteğiyle giderek daha reformist hale gelirken, özellikle I. Dünya Savaşı’na giden yıllarda, burjuva feminist harekete karşı uzlaşmazlıkla suçlanan Bebel de dahil olmak üzere parti içindeki kadın militanların çalışmaları giderek sekteye uğradı. Daha 1908’de Karl Legien, sendikacıların ve sosyal demokrat reformistlerin karşı çıktığı kitle grevine verdiği destek nedeniyle "Die Gleichheit" ile rekabet edecek bir kadın sendikası gazetesi kurmakla tehdit etti. 1910’da parti genel merkezi, sosyalist kadın konferansını kongreden önce toplamayı reddetti ve finansal zorlukları bahane olarak gösterdi. SPD’nin kadın kolu 1912’de dağıtıldı ve Zetkin, Rosa Lüksemburg çevresindeki tüm sol kanatla birlikte giderek marjinalleştirildi.


Kadınların oy hakkı

Ücretli işçi haklarına ek olarak kilit taleplerden biri de oy kullanma hakkıydı. Alman Sosyal Demokrat Partisi, daha 1891’de programına, erkek ve kadın tüm vatandaşlar için oy kullanma hakkını dahil etti. Almanya’da bunu yapan tek parti oldu böylelikle. 1891’den başlayarak, ilk kadın sosyalist gazetesi "Die Arbeiterin" ("[Kadın] İşçi") yayınlandı. 1871’de Reich’ın kuruluşundan bu yana erkekler için genel oy hakkı vardı, ancak Prusya’da nüfus sayımı sistemi, işçileri açıkça dışlayan vergi gelirlerine bağlı olarak farklı ağırlıklara sahip oylarla üç düzeyde kalmıştı.

Nisan 1917’de, imparator, savaş çabalarının bir ödülü olarak, Prusya’da sınıf oy hakkının kaldırıldığını duyurdu, ancak ulusal organdaki savaş fedakarlıklarına yoğun bir şekilde dahil olmalarına rağmen, kadınlara bu hakkı vermedi. 2 Ekim 1918’de Almanya devrimci ateşin pençesindeyken, parlamento eşit oy haklarını onayladı, ama sadece erkekler için!

Kasım 1918’in başında Berlin, Hamburg ve Münih’te burjuva ve sosyal demokrat kadınların büyük mitingleri düzenlendi. 9 Kasım ayaklanması, yakında bastıracakları bir kitle hareketinin meyvelerini toplayan sağ ve “sol” sosyal demokratların ittifakı olan “halk komiserleri” hükümetini iktidara getirdi. 15-16 Kasım’da patronların onaylaması gereken demokratik özgürlükler, 8 saatlik işgünü, toplu sözleşmeler, işsizlik ödeneği vb. vaat ettiler. 12 Kasım’da “halk komiserleri” hükümeti, erkekler ve kadınlar için genel oy hakkını ilan etti. Gerçekte bu hükümet, tarihi Aralık ayında 19 Ocak 1919 olarak belirlenen bir ulusal meclis seçimleri yoluyla işçi ve asker konseylerinden, Berlin isyancılarından iktidarı geri almayı planlıyordu. Bu, yönetici sınıfların seçimleri kullanmasının çarpıcı biçimde önemli bir örneğidir.

Almanya, 1906’da Finlandiya, 1913’te Norveç ve 1917 Şubat devrimi ile Rusya’dan sonra kadınlara oy hakkı tanıyan ilk Avrupa ülkelerinden biriydi. Bu durum, Spartakist yayın organı "Die Rote Fahne" No. 7, 22 Kasım 1918 tarihli, Rosa Luxemburg tarafından istenilen, Clara Zetkin tarafından yazılan ve "Kadınlar ve Ulusal Meclis" başlıklı bir makalede yer alan bir paragrafta selamlandı. “Kadınlara Teşekkürler”. Çalışan kadınlara siyasete katılımlarının önemi hatırlatılarak, oy kullanabilmeleri için “olgunlaşmamış” oldukları düşünülen saçmalıklar kınandı. Ancak, kadınların bu ilerlemesinin, daha sonraki yıllarda onu bahşeden tüm ülkelerde olduğu gibi, onun dışında değil, yalnızca proleter hareket çerçevesinde önemli olabileceği açıktı. O andan itibaren, kadınları egemen sınıflar lehine demokratik yanılsamaya ikna etmenin diğer yollarından yalnızca biri oldu.

Berlin’deki olayların yarattığı huzursuzluğa rağmen, 9 Kasım’da hain sosyal demokratların iktidara gelmesiyle birlikte, ertesi gün, Almanya genelinde önceki haftaların mücadelelerinde şanlı bir şekilde elde edilen tüm yetkilerini hükümete devreden işçi ve asker konseyleri böylelikle başarısız oldu. Spartakistler gazeteleriyle ve toplantılarda, burjuva ve Sosyal Demokrat basının “Spartakist haydutlara” karşı giderek artan alçak saldırılarına rağmen, Sosyal Demokratların suçlarını kınadılar.

Lüksemburg ve Zetkin, devrimde kadın sorununa büyük önem verdiler. Rosa, Almanya’daki Kasım-Aralık 1918 devrimci döneminde bile, kadınların ajitasyonunun önemini, devrimdeki hayati rollerini her zaman vurguladı. 24 Kasım’da, Clara’ya kadın sorunlarına odaklanan Die Rote Fahne’ye günlük bir ek, hatta ayrı bir gazete yazmasını önerdi. Ancak Ocak 1919 olayları ve Komünistlere yönelik korkunç baskı, ortak çabalarını boşa çıkardı.

Nisan 1920’de, Komünist Enternasyonal ile ilişkili Komünist Kadın Enternasyonal kuruldu. Başkanlığını Zetkin’in yaptığı sekreteryasında altısı Rus, biri Hollandalı ve biri İsviçreli sekiz kadın vardı. Ağustos 1920’de Moskova’da 28 ülkeden 82 delege ile K. E. 2. Kongresi’ne paralel olarak bir konferans düzenlendi. 1921’deki 3. Komünist Kadın Enternasyonali kongresinde Kollontay’ın kadınlar arasındaki propagandaya ilişkin raporu onaylandı. Enternasyonal ayrıca 1921’den 1925’e kadar iki ayda bir çıkan Kadınların Komünist Enternasyonali adlı bir dergi yayınladı. Diğer Komünist partiler ayrıca İtalya Komünist Partisi’nin “Compagna”, Hollanda Komünist Partisi’nin “La Messagère” gibi yayınlarının yanısıra Çekoslovakya’da ve Rusya’da üçer dergi yayınladı. Ancak Kollontay’ın düzenlediği propaganda çalışması Rusya’da son derece başarılı olduysa da, Komünist Kadın Enternasyonali diğer ülkelerde daha fazla zorluk yaşadı.

Zetkin, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü ön plana çıkardı ve komünist harekette kadınların örgütlenmesinde yer aldı.

Ama daha 1925’te K. E.’nin yozlaşan yürütme komitesi komünist kadın hareketini yeniden düzenlemeye karar verdi: Uluslararası Kadın Sekreterliği yürütme komitesinin bir kadın bölümü oldu, Komünist Kadın Enternasyonali’nin yayını “mali nedenlerle” askıya alındı. Böylece komünist kadın hareketinin özerkliği, karşı-devrimci hale gelen Komünist Enternasyonal’deki belirli bir kadın örgütünün sona ermesiyle ortadan kalktı. Komünist Kadın Enternasyonali 1930’da resmen dağıtıldı!


Alexandra Kollontay’ın "Yeni Kadını"

Aslında, Sosyalist Kadın Enternasyonali’nin 1910 kongresinde St. Petersburg’un tekstil işçilerini temsil eden Komünist Alexandra Kollontay, Zetkin’in mücadelelerine katılmıştı. 1900 gibi erken bir tarihte Rus Sosyal Demokrat Partisi’nde partideki kadınlar için özel bir komisyon çağrısında bulunmuştu. 1908’de ayrılmak zorunda kaldığı Rusya’ya ancak 1917’de geri dönebilmişti. 1915’te Bolşeviklere katıldı, 1917 Komünist hükümetinde sosyal işler ve kadın sorunları için halk komiserliği yaptı, ardından 1923’te Norveç büyükelçisi olarak görev yaptı. Tarihte bakan ve büyükelçi olan ilk kadındı.

Lenin’in tam desteğiyle kadınların kurtuluşu, boşanma, özgür birliktelikler, evlilik dışı çocukların meşruiyeti, kürtaj ve doğum kontrolü hakkı, eşit ücret vb. üzerinde çalışan, inanılmaz bir propagandacıydı.

Cinselliği aşktan ayrıldığı “özgür aşk” anlayışı -Lenin ve Zetkin’in çok şüpheci olduğu kavramlar- ona bazı zorluklarla karşılaşmasına neden oldu. Buna rağmen 1919’da kurulan (ve 1930’da dağılan) Zhenotdel merkez komitesinde, (Ekim 1920’de koleradan ölen) Ines Armand ile birlikte kadın çalışmalarından sorumlu bölümün başkanıydı.

1913 tarihli “Yeni Kadın” kitabında şunları yazdı:

"Öyleyse kim bu yeni kadınlar? Onlar, romantizmi son derece başarılı bir evlilikle sonuçlanan saf, ‘hoş’ kızlar değiller, kocalarının sadakatsizliklerinden muzdarip ya da kendileri zina etmiş eşler değiller. ‘Aşkın rahibeleri’ olmadıkları gibi, sefil yaşam koşullarının ya da kendi ahlaksız doğalarının kurbanları olmadıkları kadar, gençliklerinin mutsuz aşkından yakınan yaşlı cariyeler de değildirler. Hayır, tamamen yeni bir ‘beşinci’ tip kadın kahramandır, şimdiye kadar bilinmeyen, yaşam üzerinde bağımsız talepleri olan kadın kahramanlar, kişiliklerini ortaya koyan kadın kahramanlar, kadının devlet, aile, toplum içindeki evrensel köleliğini protesto eden kadın kahramanlar, cinsiyetlerinin temsilcileri olarak hakları için mücadele eden kadın kahramanlar. Bu tipi giderek daha fazla belirleyenler bekar kadınlardır”.

Ancak Kollontai için kadınların mücadelesi, ayrılmaz bir şekilde sınıf mücadelesiyle bağlantılıydı. Çalışan kadınlar arasındaki militanlığı toplantılar, mahallelerdeki kadın şubeleri, işyerleri ve atölyeler aracılığıyla, şubeleri Sovyet topraklarına dağılmış halde gerçekleştirildi.

Kollontay’ın sunduğu ve Zetkin’in de desteklediği, Haziran 1921’de 3. Komünist Kadın Enternasyonali knogresi bildirgesine göre:

«Şubelerdeki ana görevini, kadınlar arasında çalışmanın temel ilkesi olam “ajitasyon ve eylemle propaganda”yı, yani proletaryanın büyük kadın kitlelerinin komünist eğitimi ve komünizm savunucularının kadrolarının güçlendirilmesini gerçekleştirmek için, Doğu ve Batı’nın tüm komünist partilerinin bunu içselleştirmesi zorunludur.

“Eylem yoluyla ajitasyon, her şeyden önce, çalışan kadının inisiyatifini uyandırmak, onu örgütlenme ve mücadele alanında pratik çalışma konusunda eğiterek kendi gücüne olan güven eksikliğini yok etmek, ona gerçeklikten anlamasını öğretmek anlamına gelir. Komünist Partinin başarısı, kapitalist sömürüye karşı her eylem, kadınların durumunu hafifleten bir ilerlemedir (...) Komünist düşüncenin gerçeklerle propagandası, Sovyet Rusya’da işçiyi, köylüyü, ev kadınını ordudan ve milislerden başlayarak ve kadınların kurtuluşunu amaçlayan tüm çalışmalara kadar bütün Sovyet örgütlerine dahil ederek bir araya getirmekten ibarettir».

1920’lerin çeşitli Alman ayaklanmalarında, devrimci silahlı birliklerin oluşumunda tarihçilerin kadın taburlarının varlığından asla bahsetmediğini belirtmekte fayda var; oysa Rus devriminde, 1917 Şubat devriminden sonra on beş kadın muharebe oluşumu vardı. ikisi cephede, diğerleri ise Rusya’nın her yerindeki şehirlerde istihdam edildi. Bu kadın taburları, Bolşevik askerlerin ve yetkililerin düşmanlığı nedeniyle daha 1918’de yavaş yavaş dağıtıldı!

1926’da Rus partisinin yürütme kurulu, ayrı proleter kadın örgütlerinin kurulmasına karşı çıktı. Ve Komünist Kadın Enternasyonali’nin yozlaşmasıyla birlikte, Stalinist karşı-devrim, geleneksel aile modeline dönüşü dayattı.


Dünya Kadınlar Günü’nün demokratik yanılsamalarda üzücü çözülüşü

1945’ten sonra 8 Mart’ın komünist kökeni unutuldu, şimdiki Stalinist ve karşı-devrimci partilerin desteklediği “milli dayanışma” içinde boğuldu.

Uzun yıllar 8 Mart sadece sözde “komünist” ülkelerde ve partilerde kutlandı. 8 Mart gösterileri, 1960’lardan ve 1968’den bu yana “feminist” dalgasıyla çoğaldı ve böylece her ufkun demokratik partileri tarafından benimsendi! 1975 yılında Birleşmiş Milletler Dünya Kadın Yılı ilan etti ve 1977 yılında 8 Mart’ı “Dünya Kadın Günü”, 2016 yılında ise “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan etti. Kısacası bu gün, birçok burjuva ve küçük-burjuva hareket için, sınıfları ne olursa olsun, kadınların maruz kaldıkları yanlışları kınamak için bir fırsat haline geldi ve genellikle savaşma yeteneklerini inkar etmek için kurban statülerini istismar etti.

8 Mart günü, artık sol gruplaşmalardan sağ partilere kadar her türlü devrimci mesajı geçersiz kılan karmakarışık hareketlerin önderlik ettiği “popüler” bir tatil. Sınıf mücadelesinin en küçük kıvılcımını söndüren demokratik bir ritüel. Kadınların mücadelesi yanılsamasını, talep listesi demokrasi içinde bastırılmış olarak sürdürüyor. Bu arada aile içinde ve dışında kadına yönelik saldırılar, haksız yere işten çıkarmalar, mevcut ekonomik krizin altını çizdiği ataerkil sistemin üzücü ifadeleri devam ediyor.

Bu, kadın komünist hareketinin büyük eylemcilerinin dersidir: sınıf mücadelesi olmadan ve komünist parti ve sınıf sendikası örgütlerinin önderliği olmadan kadınların gerçek mücadelesi olmaz. Komünist devrim olmadan kadınların ezilmesine son vermenin bir yolu yoktur!

Kadınların ezilmelerine karşı mücadelesinin yolu ancak tüm zulümlere karşı olabilir. Zetkin’in belirttiği gibi, “Proleter kadın, kurtuluşunu burjuva kadın gibi, kendi toplumsal sınıfının erkeğine karşı savaşarak elde etmez; tersine, burjuva toplumuna ve hatta burjuvazinin hanımlarının çoğuna karşı savaşırken kendi sosyal sınıfının erkeğini kazanarak kurtuluşunu fetheder”.

Kadınların, maruz kaldıkları baskıdan kendilerini kesin olarak kurtarmak için, mevcut toplumu yok etme ve yeni bir toplum, sınıfsız ve baskısız bir toplum inşa etme mücadelesinde iş arkadaşlarına katılmaktan başka seçeneği yoktur!

İhtiyaç duyduğumuz, her iki cinsiyetten proleterlerin birlikte ve belirgin bir toplumsal cinsiyet rolü olmaksızın mücadeleye giriştikleri bir devrimdir.