|
||
Arabulucu Olarak Türkiye Bölgesel emperyalist güç diplomatik bir krizi fırsata çevirmeye çalışıyor |
Ukrayna’daki savaş bir kez daha Türkiye’nin yükselen bir bölgesel emperyalist güç olduğunu vurguladı.
1952’de, Kemalist Inönü hükümüteninin tarafsızlık politikasına ve Hitler Almanyası’na karşı alınan belirsiz tutuma rağmen Türkiye 2.Dünya Savaşının bitimiyle NATO’ya katılan ilk ülkelerden biriydi. Amerikan diplomasisi, Doğu bloğunun güneyden kuşatılma stratejisinde Türkiye’nin önemini kavramış ve onu bir müttefik yapmayı düşünerek doğru bir hamle yapmıştı. Bunun karşılığında Türkiye’nin yeni Batı destekçisi Menderes hükümeti NATO’nun korumasını potansiyel bir Rusya tehlikesine karşı gerekli gördü ve bu birliğin karşılığında Türkiye’nin Kore savaşına 35.000 askerle katılması gerekti ve resmi kayıtlara göreyse bu askerlerden 700’ü hayatını kaybetti.
Yıllar boyunca, Türkiye’nin ordusu NATO’da, Amerika’dan sonraki en büyük ordu haline gelse de askeri harcamaları her zaman kısıtlıydı. Dahası, tarihe baktığımızda bu ordu, önce karmaşık yapıdaki ülkenin içersindeki Kürt isyanlara karşı düzeni sağlamak için kullanıldı; sonra, en önemlileri 1960’ta Menderes hükümetine ve 1980’de politik kaosa ve aynı zamanda yaşanan işçi militanlığına karşı yapılan darbeler olmak üzere birçok darbeden sonra, tekrardan PKK tarafından yürütülen Kürt isyanına karşı kullanıldı. 1973’teki sol Kemalist Ecevit hükümeti tarafından düzenlenen Kuzey Kıbrıs’ın işgalini ve Güney Kürdistan’a tekrar tekrar yapılan operasyonları saymazsak, Türk ordusu hiçbir zaman dışarıya yönelik bir saldırı aracı olarak kullanılmadı.
Yakın senelerde, işler derinden değişti. Erdoğan tarafından yönetilen Türkiye Cumhuriyeti kendisini bölgesel emperyalist güç olarak ortaya koyarak, İslami milliyetçi bir politika benimsedi. Aynı zamanda kendisini hantal Amerika’nın varlığından kurtarmaya çalışarak, daha serbest ve bağımsız bir milli politika kurarak kendi ulusal silah endüstrisini başarılı bir şekilde yarattı.
Erdoğan’ın eski yandaşları olan Gülen tarikatı tarafından düzenlenen 2016 darbe girişimi sonrasında Erdoğan dolaylı olarak Amerika’yı suçladığından, bu durum İstanbul’un Moskova ile yakınlaşmasına sebep oldu. S400 anti füze sistemlerinin Moskova’dan alınmasyıla ve Amerika’nın Türkiye’ye zaten kısmen ödenen F35 savaş uçaklarını tedarik etmeyi reddetmesiyle, iki ülke arasındaki gerilimi arttı.
Aynı zamanda Türkiye kendi etkisini Arap ülkelerinde genişletmeye çalışıyordu. Afrika ve Ortadoğu’da sırf Mısır’ı dehşete düşürmekle kalmıyor aynı zamanda Yunanista ve Fransa’yı da rahatsız ediyordu. Bununla beraber, Erdoğan’ın Türkiyesi’nin Esad hükümetine ve Haftar tarafından yönetilen Libya Milli Ordusu’na karşı gelmesi nedeniyle, ikisi de Rusya’nın yandaşları olduğundan, Moskova’yla ilişkileri çelişkili olmaya devam ediyordu.
Ukrayna’daki savaş Türk diplomasisini büyük bir krize soktu. Yukarda bahsedilen bölgesel çatışmalarda karşı tarafta yer almasına karşın, Türkiye’nin Moskova’yla iyi ilişkileri, bunun yanında da iki ülke arasındaki ticaretin ve Rusya’dan gelmeye devam eden turistlerin, Türk ekonomisinde önemli bir rolü vardı. Rusya sadece silah tedarik etmekle kalmıyor aynı zamanda Türkiye’de bir nükleer santral inşa ediyor ve gaz tedarik ediyordu. Buna karşın, Türkiye’nin Ukrayna’yla da iyi ilişkileri vardı, zira Ukrayna stratejik silahlanma sektöründe Türkiye’nin tam olarak işbirliği yaptığı bir ülkeydi.
Rusya Federasyonu’yla ilişkileri kesmek zaten derin bir krize girmiş ve enflasyondan ciddi şekilde etkilenen proletaryanın koşullarını daha da kötüleştirmiş olan Türk ekonomisi için yeni problemler yaratırdı. Enerji fiyatlarındaki bir yükseliş enflasyon sürecini sadece hızlandırabilirdi. Şimdilik, Türkiye ayaklarını tek pabuca sokmamaya çalışıyor: Rusya’ya karşı yapılan yaptırımları uygulamayı reddediyor ve Rus uçaklarına hava sahasını kapatmıyor, ama aynı zamanda da Ukrayna’ya silah tedariği yapıyor. Türk hükümeti, kendsini sıkıştığı köşeden barış anlaşmasında arabuluculuk yaparak çıkarmaya çalışıyor. Rusya’yla Ukrayna arasında bir anlaşma daha ufukta gözükmese bile, iki ülke de şimdilik Türkiye’nin arabulucu olmasını hevesli bir şekilde kabul etmiş durumdalar. Hatta Ukrayna’nın lideri Zelensky bir anlaşmaya varılırsa Türkiye’nin barışın garantörü olmasını bile önerdi.
Dikkate alınması gereken önemli başka bir nokta ise, giderek kötüleşen ekonomik kriz sebebiyle Erdoğan’ın İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi ve onun faşist müttefiklerinin popülaritesinin önemli ölçüde düşmesi ve Kemalist sosyal demokrat Cumhuriyet Halk Partisi ile muhalif faşistlerin başını çektiği altılı ittifakın yükselişte olmasıdır. İyi Parti’nin lideri Akşener, Erdoğan’ı Ukrayna için yeterince şey yapmadığıdan açık bir şekilde kınadı. Sosyal demokratların Amerika’yla, Ingiltere’yle ve her şeyden önce Avrupa Birliğiyle daha iyi ilişkileri olduğu da bir sır değil. Amerika’nın, düşmanı Rusya’yı zayıflatmak için elinden gelen her şeyi yaptığı göze alınınca, Washington’ın 2023’te beklenen sonraki Türkiye seçimlerinde hangi tarafı desteklediği açıkça bellidir. Eğer Ukrayna ve Rusya savaşı o zamana kadar devam ederse, şu an ki muhalif taraf tarafından yönetilicek olan yeni Türk hükümetinin daha Batıya dönük olacağı, Rusya’ya karşı olacağını ve Batı ile bozulan ekonomik bağları onarmanın Rusya ile olan ekonomik bağları bozmayı telafi edeceğini umacağını düşünebiliriz.
Eğer kapitalizm altında barış bir sonraki savaşın planlanma anıysa, barış görüşmeleri bir sonraki muharebenin planlanmasıdır. Türkiye zaten Rusya ve Ukrayna arasındaki emperyalist savaşta arabuluculuk rolünü üstlenerek ve her iki ülkeyle olan ilişkilerini kurtararak şimdiden önemli bir rol üstlenirken, gelecekteki çatışmalar için kendi konumunu yükseltmeyi amaçlıyor.