|
||||
|
||||
|
Amerika Birleşik Devletleri’nde 2024 başkanlık seçim dönemi devam ediyor. Gelenek ve görenek olduğu üzere, her dört yılda bir Amerikan işçi sınıfı burjuvalar tarafından tartışmalar, siyasi mitingler ve reklamlardan oluşan bir başka soytarı gösterisine tabi tutuluyor. Sosyal medyada kitleler esprili ya da endişe verici makaralar bombardımanına tutuluyor ve herkes, kendinden emin ahmak siyasi uzmanlar korosuna katılarak fikir alışverişi yapmaya ve tartışmanın kolektif narsisizmini paylaşmaya teşvik ediliyor. Bu seçim döngüsünde kitleler Demokratı ya da Cumhuriyetçiyi seçerken, CNN’i ya da Fox’u açarken, Big Mac ya da Whopper’larını yerken, Pepsi ya da Koka Kola’larının tadını çıkarırken ya da Miller veya Budweiser’larıyla sarhoş olurken, burjuvaların Allah vergisi seçme özgürlüğümüzü kullanma çağrısını görmezden geliyoruz. Bunun yerine, işçileri her zaman olduğu gibi oy pusulalarını en yakın çöp kutusuna atmaya çağırıyoruz.
Burjuvalar seçim sirkine sınırsız miktarda para akıtırken, yüz milyonlarca dolarlık sapkın propaganda halka, ulusu kurtarmanın kendimizi kurtarmak olduğunu ve bunun için de "Oy Ver ya da Öl" dememiz gerektiğini söylemeye zorlanıyor. Sean P. Diddy Combs’un başını çektiği, kendi adını taşıyan, iki partili seçim aktivisti kampanyasının bu ünlü sloganı, Amerikan burjuvazisinin ahlaksız hiphop kralı ve kültürel temsilcisi, burjuvazinin seks kaçakçısı Jeffery Epstein’ın benzer bir şekilde ifşa edilmesinin ardından sayısız cinsel suçla suçlanırken, sonsuza dek rezillik içinde yaşayacak. Amerikan burjuvazisinin temsilcilerinin Caligula benzeri ahlaksızlığı her geçen yıl daha da açığa çıkarken ve Amerikan emperyal hegemonyasının yapısı keskin düşüşünü sürdürürken, her geçen seçim döngüsü, çürümekte olan tüm burjuva düzeninin toplam ahlaki yozlaşmasını, tutarsızlığını ve bunaklığını doğrulamakta.
Burjuvalar, onların okulları ve medyaları, "seçimler" olarak bilinen bu çılgın ritüelde, adayların kazandığı oy sayısıyla yansıtılan "Amerikan Halkı"nın iradesinin bir aynası olduğumuza inanmamızı isterken, gerçek şu ki, bu demokratik sistem uzun zaman önce her türlü bağımsız işçi sınıfı siyasi ifadesini ortadan kaldırmış, Amerikan İç Savaşı’nın sonundaki sınıf ayaklanmalarının ardından iki partili bir sınıf diktatörlüğünü tamamen kurmuştur. Bu çürüyen kapitalist uygarlık içinde, sadece proletaryaya karşı yürütülen rekabetçi bir propaganda savaşından başka bir şey olmayan tiksinç bir "dolarlarıyla oy verme" sistemi aracılığıyla önümüzdeki dört yıl boyunca hangi partinin siyasi programını benimseyeceğini seçen kapitalist sınıf için demokrasi vardır.
Ocak 2023 ile Nisan 2024 arasında, ABD siyasi kampanyaları 2024 Temsilciler Meclisi, Senato ve başkanlık seçimleri için yaklaşık 8,6 milyar dolar topladı. Her iki parti de bankalar ve finans sektöründen, tıp endüstrisinden ve emlaktan aşağı yukarı eşit parasal destek almaktadır; ancak Cumhuriyetçiler geleneksel ve köklü üretim ve maden çıkarma endüstrilerinden daha fazla destek alma eğilimindeyken; Demokratlar teknoloji, Hollywood, orta sınıf avukatlar, memurlar, kar amacı gütmeyen endüstriyel kompleks ve sendikalardaki işçi aristokrasisinin unsurlarından daha fazla destek almaktadır.
2023-24 döneminde Cumhuriyetçiler madencilik sektörünün bağışlarının %92,8’ini, petrol ve gaz sektörünün bağışlarının %88,3’ünü, kamyonculuk sektörünün bağışlarının %85,1’ini, inşaat sektörünün bağışlarının %81,5’ini, inşaat malzemesi üreticilerinin bağışlarının %81,2’sini, otomativ sektörü bağışlarının %76,0’sını, demir çelik sektörü bağışlarının %71,8’ini, kümes hayvanları ve yumurta üreticilerinin bağışlarının %95,2, süt ürünleri sektörünün bağışlarının %69,9’unu, bitkisel ürün sektörü bağışlarının %67,1’ini, hayvancılık sektörünün bağışlarının %68,2’sini, kimyasal sektörünün bağışlarının %68,3’ünü kimyasallardan, deniz taşımacılığı sektörünün bağışlarının %65,2’sini almıştır. 2023-24’te Demokratlar ise elektronik imalat ve ekipman sektörünün bağışlarının %64’ünü, aTV/film endüstrisi bağışlarının %86,7’sini, sendikal bağışların %93’ünü, eğitim sektörünün bağışlarının %91’ini eğitim (üniversiteler ve okullar), internet sektörünün bağışlarının %85,2’sini, yayıncılık sektörünün bağışlarının %84,4’ünü, kar amacı gütmeyen kuruluşların bağışlarının %80’ini, avukatların bağışlarının %78,9’unu ve devlet memurlarının bağışlarının %76,4’ünü almıştır.
Burjuvazinin rekabet halindeki ekonomik çıkarları, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında politik pozisyonlarında var olan uçurumların temelini oluşturmaktadır; ancak her iki parti de tarihsel olarak Amerikan proletaryasının disipline edilmesinde çok önemli bir "kötü polis" ve "iyi polis" rolü oynamıştır. Genel anlamda Demokratlar küçük burjuvaların ve orta sınıfların çıkarlarını temsil etme eğiliminde olmuşlardır. Bugün klasik liberal burjuva retoriğini benimsemeye ve tarihsel olarak ilerici bir güç olarak poz vermeye çalışsalar da, çok da uzak olmayan bir geçmişte Manifest Destiny’nin (Açık Kader; Beyaz Amerikalaların kıtanın doğu kıyısından batı kıyısına kadar genişlemesinin kader olduğunu ifade eden ideoloji) ve Siyahların köleliğinin, ardından Jim Crow ayrımcılarının ve beyaz işçi aristokrasisinin partisiydiler. Bugün ise Mussolini tarzı bir diktatörlük kurmak istediği iddia edilen gerici muhafazakar sağ kanadın karşısında ezilenlerin şampiyonu olduklarına inanmamız gerekiyor (Filistin’de on binlerce proleterin özgürce katledilmesini garanti altına almak için uçak gemileri göndermeleri bir yana).
Cumhuriyetçiler ise her zaman öncelikle sanayi sermayesinin çıkarlarını temsil etmiş bir partidir. Bu seçim döneminde Cumhuriyetçiler işçi aristokrasisi ile flört etmeye başlamış ve sendikaları kendi tarafına çekmeye çalışmıştır. Bir sendika başkanının, Kamyoncular Sendikası’ndan Sean O’Brien’ın, Cumhuriyetçi Ulusal Kongre’de konuşmak üzere ilk kez davet edilmesi ve Trump’ın bu yılın başlarında Birleşik Otomativ İşçileri Sendikası grev hattını ziyaret etmesi benzeri görülmemiş olaylardı; ancak Cumhuriyetçilerin emeği kazanma girişimlerinin sığ doğasını gösteren Trump, yakın zamanda kapitalist Elon Musk ile yaptığı bir röportajda, yerleşik iş hukukunu çiğnemeyi ve grevdeki işçileri işten çıkarmayı desteklediğini ifade etti.
Cumhuriyetçilerin işçilere hitap etme konusundaki mevcut deneyi, işçi aristokrasisini sanayi sermayesinin tarafına çekmek için göçmenlerin Amerikan işlerini çalmasından korkan beyaz işçilere hitap etme şeklindeki eski reçeteye dayanmaktadır. Kamyoncular Sendikası’nın bu seçimlerde burjuva partilerinden hiçbirini desteklemeyeceklerini açıklamasıyla birlikte bu şimdiye kadar başarısız oldu. Nedenleri ne olursa olsun, ülkenin en büyük sendikalarından birinin iki burjuva partisinden kopuşu, bugün ülke ve dünya çapında büyümeye devam eden kitlesel bir grev dalgasının ortasında yeni bir mücadeleci zemin bulan işçi sınıfı tarihinde önemli bir anı temsil etmektedir. Halkın görüşlerine hiçbir önem atfetmesek de, burjuva kaynaklar bile halkın sendikalara verdiği desteğin son on yıllarda astronomik bir artışla %70’lere ulaştığını, buna karşılık burjuva partilerine ve hükümete verilen desteğin sürekli azaldığını göstermektedir. Bu durum, burjuva partilerinin işçi sınıfına yönelik sahte ekonomik iyileşme vaatleri boşa çıkmaya devam ederken, sendikaların ve grevlerin işçiler için giderek daha fazla maddi kazanımlar sağlayacak bir alan olarak görüldüğü Amerikan toplumundaki gelgitlerin sadece bir göstergesidir.
Bu nedenle Cumhuriyetçiler (ve buna bağlı olarak Demokratlar) toplumun "kültürel" eleştirmenlerinin propagandasını yapmayı tercih ederek, derinleşen ekonomik krizi küçük burjuvazinin gerici geleneksel duygularına hitap eden dar kapsamlı bir ahlaki yozlaşmaya indirgiyor. Örneğin: 2020 pandemisini takip eden küresel durgunluğun ortasında sözde bir "işgücü kıtlığı" ortaya çıktı, işçiler grev eylemlerine başlayıp düşük ücretlerle çalışmayı reddettikçe burjuvalar "kimse çalışmak istemiyor" diye bağırdı. Buna karşılık Federal Rezerv, faiz oranlarını yükselterek işçi sınıfına karşı bir saldırı düzenledi ve işçilerin pazarlık gücünü azaltmak için geniş çaplı işsizlik yarattı. Aynı şekilde, küresel Güney’in emperyalist tahakkümünün bir sonucu olan güney ulusal sınırına yönelik kitlesel göç, uygun bir şekilde Amerikalıların işlerini kaybetmelerinin, opioid krizinin, suçun ve evsizliğin kaynağı haline gelmekte; iş arayan çaresiz işçileri yalnızca ulusun üzerine sosyal bir leke getiren suçlular olarak göstermekte ve böylece uluslararası burjuvazinin her türlü sorumluluğunu aklamaktadır.
Cumhuriyetçi Parti, göçü asla tamamen kesmeyecek bir sınır politikası önermekte, bunun yerine sürekli olarak sınır dışı edilme korkusu içinde olan, yüksek düzeyde sömürülen bir emek kesimi yaratmaya çalışmaktadır. Ulusal sermayenin yedek emek ordusunu tamamen kurutmak gibi bir derdi yok, sadece devlet aygıtını kullanarak onları ezip tamamen boyun eğdirmek istiyor. Cumhuriyetçi Parti’nin politikası, en çok sömürülen işçilere, yani göçmenlere, yerli halklara, yoksul Siyah işçilere, kadınlara ve LGBT’lere karşı demir yumruk görevi görmeyi amaçlarken; Demokratlar, seçkin birkaç azınlık için işçi aristokrasisi ve orta sınıfların saflarına doğru sahte yukarı doğru hareketlilik vaatleri sunarak işçileri bir sonraki ateşleme turu için yerinde tutan kadife eldiven görevi görmektedir.
Kapitalist ekonomi içinde büyüyen birikim krizinin bir sonucu olarak, endüstriyel çıkarlar liberal demokrasinin unsurları ve onu savunan orta sınıflarla giderek daha fazla anlaşmazlığa düşerken; iki kapitalist parti, kolektif kapitalist sınıf, Amerikan ve uluslararası işçi sınıfını boyun eğdirmek için vatanseverlik noktasında her zaman birlik bulmuştur. İster deniz piyadelerini ve uçak gemilerini, isterse polisini, hapishanelerini ve sınır duvarlarını kullansın; hiçbir şey, dünyada aklı başında ve güzel olan her şeyi kapitalist emperyalizmin korkunç sunağına kurban eden bu iki kana bulanmış sosyal ikiyüzlülük ve savaş makinesinin doğasını asla değiştiremeyecektir.
Bu seçimde burjuvaların karşı karşıya kaldığı belirli konulara gelince, en önemlisi Trump’ın neredeyse tüm ithal mallara %1020 oranında ulusal gümrük vergisi ve Çin’e çok daha yüksek gümrük vergisi önerisidir. Gümrük tarifesi, mamul malların ve hammaddelerin yabancı ithalatını dışarıda tutmaya yardımcı olduğu için ABD’deki yerli imalat ve maden çıkarma endüstrilerine fayda sağlamaktadır. Böylece rekabeti ortadan kaldırır ve iç pazarın ulusal sanayi sermayesi tarafından ele geçirilmesini sağlar. Biden yönetiminin CHIPS yasasını başarılı bir şekilde geçirmesinden bu tarifeye kadar, ABD kapitalist sınıfı bir sonraki emperyalist savaşa hazırlık olarak endüstriyel tabanını yeniden kurmak için çılgınca bir telaş içinde; ancak Trump bunu ABD’nin endüstriyel üretim kapasitesini geliştirmenin bir yöntemi olarak iddia etse de, bu noktada ABD’nin endüstriyel tabanında gerçekten önemli bir büyüme gerçekleştirme yeteneği yok. Buna rağmen, yabancı rekabeti engelleyerek, ABD şirketlerinin tüketim malları fiyatlarını hız kesmeden artırmasına izin vererek ABD işçilerinin yaşam standartlarına daha fazla saldırılmasını sağlayacaktır.
Ulusal gümrük tarifesinin uygulanması, burjuvazinin savaş sonrası dönemdeki serbest piyasa politikalarından uzaklaşan büyük bir ticaret politikası değişikliğidir. Bu, Dünya Savaşı öncesi dönemde dünyaya hakim olan eski merkantilist ticaret politikalarına bir geri dönüştür ve korumacılık yoluyla kendi sanayi merkezlerini geliştirmeye çalışan gelişmekte olan kapitalizmlerin her zaman temel bir politikası olmuştur. Gümrük tarifesi, Trump’ın "üçüncü dünya savaşını" önlemeyi amaçladığı iddia edilen "izolasyonist" dış politikasına rağmen, ABD emperyalizminin baş düşmanı Çin ile gerilimi tırmandıran ham kaynak pazarları üzerindeki ilgili ulusal sermayelerin rekabetini azdırarak gelecekteki emperyalist çatışmalara zemin hazırlayan "ticaret savaşları" üzerine inşa edilmiştir.
Demokratlar bu tarifeyi, her hane için yılda 4.000 dolara varan maliyet artışına yol açacak ulusal bir satış vergisi olarak nitelendirdiler. Mali çıkar sahiplerinin birçoğu da bunun enflasyonu arttıracağını düşünüyor. Demokratlar şu anda Çin’den ucuz ithalatı sürdürmeyi ve ABD emperyalizminin güçlerini Rusya ile Ukrayna’ya odaklamayı destekliyor. Öte yandan Trump, çatışmaya derhal müzakere yoluyla bir çözüm getireceğini ifade etti. Trump’ın Ukrayna konusundaki tutumu, seçim sürecinde kendisine karşı gerçekleştirildiği iddia edilen üç suikast girişiminden birinin başlıca nedenidir. Trump başkanlığı sırasında generalleriyle sürekli anlaşmazlığa düştü ve birçoğunu kovdu. Görünen o ki Trump’ın Ukrayna konusundaki tutumu ABD askeri bürokrasisi içindeki yerleşik konsensüs doktrini ile uyuşmuyor.
Kamala Harris liderliğindeki Demokratlar, enflasyona yol açan fiyat artışlarını engellemek için fiyat kontrollerine yönelik gönülsüz çağrılarda bulundular. Demokratların kampanyası her zamanki gibi yine büyük işletmelerin ve yılda 400.000 dolardan çok kazanan Amerikalıların vergilerini arttırmaya yönelik boş vaatlerde bulunurken, Cumhuriyetçiler trilyonlar değerinde bir dizi vergi indirimi önermektedir. Harris’in "fırsat ekonomisi", çeşitli vergi indirimleri ve başlangıç sermayesi teşvikleri yoluyla büyük kapitalistlere karşı mücadelelerinde rekabetçi bir rahatlama sunarak küçük burjuvaziye hitap etmeye çalışıyor. Kapitalizmde rekabet tekelleşmenin ön koşuludur ve bunun tersi de geçerlidir; eninde sonunda tekelleşmeyle sonuçlanmayan ya da tekelleşmeden çözülmeyen idealist bir "küçük kapitalizm" yoktur. Onun "fırsat ekonomisi" planı, hem küçük burjuvaziye hem de büyük burjuvaziye karşı mücadele eden emekçi kitlelere hiçbir şey sunmamaktadır. Demokratlar için "Sendikalar güçlü olduğunda, Amerika güçlüdür" gibi boş milliyetçi sendikal söylemleri benimsemek kolaydır, ancak 2022 demiryolu grevi gibi bir grevin ciddi, gerçek gücü gerçekleşme noktasına getirildiğinde, işçi sınıfını en güçlü ekonomik silahlarından etkili bir şekilde arındırmak için iş dünyası sendika bürokrasisi ile işbirliği yaparak zorunlu olarak grevi ezdi.
Tüm bunlara rağmen, her ikisi de işçileri temsil ettiğini iddia eden ve diğerini emeğin "gerçek düşmanı" olmakla suçlayan iki burjuva partisi arasında, işçi sınıfının kurtuluşunun onu köleleştiren sistem aracılığıyla mümkün olmamasına rağmen bir duruş görüyoruz. Mantıksal sonuçlarına göre, bu partiler ancak yukarıda bahsedilen konsolidasyon noktasına kadar "gelişebilir", faşizan ya da sosyal demokrat biçimleri hayata geçirebilirler. Böylece geçici bir ulusal burjuva siyasi birliği sağlanabilir ve işçi sınıfı açıkça ulusal ekonomik çıkarlara tabi kılınabilir. Avrupa faşizmi, Stalinizm ve FDR (Franklin Delano Roosvelt) sosyal demokrasisinin ortaya çıkışıyla İkinci Dünya Savaşı’na giden kriz döneminde egemen sınıfların stratejisi buydu.
Cumhuriyetçilerin, Demokratların tabanının büyük bir bölümünü oluşturan liberal orta sınıflara kıyasla geleneksel toprak sahibi endüstriyel çıkarlar tarafından orantısız bir şekilde desteklenmesi, iki burjuva partisi arasındaki artan kutuplaşma ve düşmanca partizanlığın, büyük burjuvayı kar biriktirme oranını korumak için orta sınıfları ve işçi aristokrasisini yemeye zorlayan bir kar biriktirme kriziyle karşı karşıya kalan ve giderek sağlıksızlaşan bir kapitalizmde nasıl ortaya çıktığını açıklamaktadır. Sonuç olarak iki burjuva partisi, federal bütçe de dahil olmak üzere pek çok kilit konuda sürekli olarak anlaşamamaktadır.
Bu seçim döngüsünde Trump, burjuva içindeki siyasi rakiplerinden intikam almak için orduyu ve hukuk sistemini kullanmakla açıkça tehdit ederek ve aynı zamanda kendisini seçilmemiş bir devlet başkanı olarak kurma olasılığını ima ederek Amerikan burjuva siyasetindeki normlardan ayrılmaya devam ediyor. Buna karşılık Demokratlar da "demokrasiyi kurtarma" kampanyasında yeniden faşizm karşıtı bir retorik benimsediler. Birçok Cumhuriyetçi, Trump’ın seçilememesi halinde olası bir iç savaşa atıfta bulunan yorumlar yaparken Trump’ın seçilmesinin ABD’deki son başkanlık seçimi olabileceği ihtimalini açıkça tartıştı. Birkaç bin Trump destekçisinden oluşan dağınık bir güruhun Temsilciler Meclisi’ni bastığı 6 Ocak "ayaklanması" ve ardından Demokratlar tarafından başarısızlıkla sonuçlanan yasal kovuşturma ışığında Trump, liberal düzenin yerini özel yetkilerle donatılmış otoriter bir lidere bırakması gerektiğini düşünen, sınıf değiştirmiş küçük burjuva ve lümpen unsurların büyük bir bölümünden oluşan tabanı için kesinlikle bir gazi haline geldi.
Trump’ın kendi yorumları ve diğer Cumhuriyetçilerin yorumları, burjuva rejimini demokratik cilayı arındırma fikrinin egemen sınıf içindeki pek çok kişi tarafından kesinlikle düşünüldüğünü gösterirken, Trump’ın kendisi de bu seçim döngüsünde kendi hedefleri hakkında çelişkili yorumlar yaptı. Kaotik liderlik tarzı, ordudaki pek çok kişi tarafından sevilmemesi ve yakın gelecekte sınıf düzenlerine yönelik gerçek bir varoluşsal tehdidin yokluğunda burjuvalar arasındaki genel bölünme, sınıflarının şu anda Trump etrafında kendisini konsolide etmesini oldukça düşük bir ihtimal haline getiriyor. Güçlü ve meydan okuyan bir Demokrat Parti’nin varlığı, Cumhuriyetçilerin tam anlamıyla bir tek parti devleti kurmalarının çok zor olacağı anlamına gelmektedir. Donald Trump’ın kendisinin yakın gelecekte tam anlamıyla bir diktatör olmaya çalışıp çalışmadığından bağımsız olarak, burjuva devletlerinin dünya çapında giderek daha otoriter ve faşizan yöntemlere doğru uzun süredir devam eden yürüyüşü sürmektedir.
Marx’ın şiirsel bir şekilde belirttiği gibi, "Siyasi gökyüzünün fırtına bulutları, toplumun ekonomik unsurlarının yapısını dokunmadan bırakır"; ekonomik üretimin gelişim aşaması her zaman, son kertede, bir milletin eylemlerinin belirleyici faktörüdür ve bireyler yalnızca kendilerine karşılık gelen sınıf gücünün canlı bir kanalıdır. Kapitalist üretim biçimi hüküm sürdüğü sürece, kendi sistemi içinde ancak kapitalist siyasi ifade biçimleri sağlayabilir.
Yaklaşan seçimlere doğru ufukta başka kaçınılmaz krizlerle karşı karşıyayız: en gelişmiş burjuva uluslarının bir sonraki büyük savaşı sürekli olarak yaklaşıyor, artan mal fiyatları ve kitlelerin doğal ihtiyaçlarını karşılama kabiliyeti giderek zorlaşıyor ve kapitalist aşırı üretimin getirdiği yaklaşan doğal felaket büyük ölçüde ele alınmıyor.
Avrupa ve Ortadoğu’daki emperyal gerilimler ölümcül zirvelere ulaşmakta, burjuva savaşları her tarafta ulusal "kendi kaderini tayin" kisvesi altında masum emekçi kitleleri perişan etmektedir. Amerika’da pek çok kişi bu savaşların kaçınılmaz sonuçlarından dehşete düşmüş durumda ve kendi ülkelerinin bu yıkımdaki rolü karşısında kafaları karışmış durumda; bazıları yine pasifizm ve "genel" demokratik özgürlük bildirileriyle sokaklarda protesto gösterileri düzenliyor. Ancak bu kez protestolar, Trump’ın "şiddet yanlısı" demagojisine alternatif olduğunu ikiyüzlü bir şekilde iddia etmesine rağmen, Amerikan ordusunu "dünyanın en ölümcül gücü" haline getirmeye devam etme sözü veren Demokrat Parti yönetimi altında gerçekleşiyor.
Üçüncü Komünist Enternasyonal’de ortaya konulduğu üzere, sınıflar üstü bir "genel demokrasi" yoktur; demokrasi her zaman öncelikle egemen sınıfın bir aracıdır ve onun korunması etrafında şekillenir. Kimin seçileceği Amerikalı işçi sınıfının gündelik yaşamında ciddi bir fark yaratmayacaktır, çünkü sonuçta Amerikalı işçilere iki yüzlü tek bir seçenek sunulmaktadır: Sermaye, çıkarlarına en uygun adayı ne olursa olsun seçecektir.
Proletarya için kurtuluşa giden tek yol, kendimizi işçiler olarak ekonomik gerçekliğimizin sınıf çizgileri boyunca sürekli olarak örgütlemek ve kapitalizme ve onun tüm ifadelerine (burjuva parlamentarizmi de dahil olmak üzere) karşı mücadele etmek, bizi kendisinden "kurtaracak" "demokratik" zorbalığa güvenmemektir; çünkü eğer "fırtına bulutları" oluşuyorsa, bunlar burjuva seçimciliğinin bulutları değil, tarihin kaderi için uzun süreli bir savaşa giren iki savaşan sınıfın yaklaşan nihai yüzleşmesidir.
Emek ve sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişkiler ancak işçi sınıfının tarihsel organı olan Enternasyonal Komünist Partisi tarafından yönetilen proletaryanın zaferi ile nihayet sona erdirilebilir; bunun yolu burjuvazinin devlet aygıtını yok etmek ve yeni proletarya diktatörlüğünü kurmaktan geçmektedir, böylece sınıflı toplumu sonsuza dek ortadan kalkacaktır.