Enternasyonal Komünist Partisi




Birinci Doğu Halkları Kongresi’nde Milli ve Sömürge Sorunu

("Communist Left", 2018-2019)





Milli ve Sömürge Sorununun Marksist Analizi

19’uncu yüzyılda Marksist metodoloji, 1871’de Paris komününün yıkılmasına denk gelen bir dönem boyunca işçi partilerinin devrimci milliyetçi partilerle ittifaklara katıldığını kabul etmişti. Bu tarihten sonra ’’Sınıf hakimiyeti kendisini ulusal üniforma altına saklayamaz; milli hükümetler proleteryaya karşı tek vücut!’’ diye yazılmıştı. "Demokratik ve bağımsızlıkçı hareketlere verilen destek, 19. yüzyılın ilk yarısında, ayaklanma zemininde mantıklıydı. Il Programma Comunista, s.14, 1953’te yayınlanan "’Köylülüğün ’Irksal’ Baskısı, Renkli Halkların Sınıfçı Baskısı" başlıklı makalede şöyle yazmıştık: "Bu temel Marksist pozisyon, 1917 öncesinde Rusya’da olduğu gibi bugün de Doğu’da geçerliliğini korumaktadır".

1905-17’nın devrimci aralığı Doğu’da milli ve anti-Kolonyal döngüyü başlatacaktı ve bu burjuva hareketlere, komünist proleterya tarafından ne gibi bir yardım sağlanmalı sorusunu ortaya koyacaktı.

1905 Rus devrimi Batılı emperyalist burjuvaziler tarafından şiddetle ezilen halkların isyan etmeleri ve maruz kaldıkları vahşi sömürü boyunduruğundan kurtulmaları için Doğu boyunca, Türkiye’den İran’a, Hindistan’dan Çin’e büyük yankılar uyandırdı. 1917’de başlayan güçlü devrimci dalga sonrasında Almanya, Finlandiya ve İtalya’yı sarmaladı, birinci dünya savaşının katliamlarını takip eden yıllarda, eski Rus imparatorluğudaki Müslüman bölgeleri ve Orta Doğu’yu aşarak Doğu Asya halklarına yayılması gerekiyordu. Asıl soru şuydu: Çoğunlukla İngiliz emperyalizminin ağırlığı altında ezilen köylülerden oluşan bu Doğu Asya halkları da Üçüncü Enternasyonal ve dünya devrimi ile bağlantı kurmak için harekete geçecek miydi?

Lenin, 1920 yılının Temmuz ayında devrimci Moskova’da düzenlenen Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongresi’nde sunduğu Uluslararası Durum ve Komünist Enternasyonal’in Temel Görevleri Üzerine Rapor’unda şöyle diyordu:

«Emperyalist savaş devrime yardım etti, burjuvazi askerlerini sömürgelerden, gelişmemiş ülkelerden, en uzak bölgelerden çekti ve onları emperyalist savaşın bir katılımcısı yaptı, İngiliz burjuvazisi, Hindistan’dan gelen askerlere, Büyük Britanya’yı Almanya’ya karşı savunmanın Hintli köylülerin görevi olduğu fikrini aşıladı, Fransız burjuvazisi de Afrikadan gelen askerlerine Fransa’yı savunmanın onların görevi olduğu fikrini aşıladı (...) Emperyalist savaş emperyal güçlere bağımlı halkları dünya tarihinin içine çekti. Ve şimdi karşımıza çıkan en önemli görevlerden biri sovyet hareketinin temel taşı olan sovyet örgütlenmesinin nasıl kurulabileceğidir».

Bu sorun ikinci dünya savaşının ardından hâlâ ajandamızdadır. Yukarıda alıntılanan 1953 tarihli Zamanın İpliğinde makalesinde, 1946’dan bu yana Vietnam’daki savaş ve Kore Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte, Marx ve Engels tarafından ortaya konan ve Lenin tarafından yeniden ortaya koyulan sonuçlara ve 1920-1926 yılları arasında Enternasyonal’deki sol muhalefet ve İtalya Komünist Partisi tarafından yazılan temel metinlere dayanarak, dikkatimizi birbiriyle yakından bağlantılı olan iki soruna, yani köylü, ulusal ve sömürge sorunlarına odaklamanın zamanının geldiği belirtiliyordu.

Bu makalede şuna işaret ediliyordu: ’’Anlaşılması gereken şudur: tarihsel gelişim teorisinde tam olarak tanımlanan verili coğrafi bölgelerde ve tarihsel aşamalarda (…) yoksul köylü çiftçi kitlesinin toprak sahiplerine karşı saldırısının burjuva devrimini hızlandırdığı ve modern üretici güçleri tarihsel zincirlerden kurtardığı sıklıkla görülür, bu da sonraki işçi mücadelesi ve talepleri için yegâne ön koşuldur". Önemli olan, bu hareketleri demokratik, kapitalist bir amaca sahip ve dolayısıyla proleter değil burjuva olarak tanımlamaktır. Bu, olayların tarihsel önemini kavrama meselesidir: "Zor olsa da, olayları onların gözünden görmeden burjuvaziye el vermek".




Uluslararası durum

Ocak 1918’de, Birinci dünya savaşı hala devam ederken, Almanlar tarafından desteklenen Beyazlar Finlandiya’da devrimi binlerce ölümle vahşice bastırdı. İtilaf devletleri yeni Rusya’ya karşı ambargo düzenlediler ve Doğu müfrezesine bağlı İngiliz birlikleri İngiliz-Hollanda petrol şirketi için çok kârlı olduğunu kanıtlayan Bakü’deki petrol sahalarına ilerlemeye başladılar. Martı 1918’de Bolşevikler, Almanlarla bir barış anlaşması imzaladı. Brest-Litovsk antlaşması, Rusya’nın 93’harbi ile işgal ettiği, Ermenistan’ın Rus kısmı olarak adlandırılan topraklar Devlet-ı Aliye’ye geri verildi ve anlaşma Ukrayna’yı, köylüleri aç bırakan ve Rusya’yı tahıl kaynaklarından mahrum bırakan Alman birliklerine terk etti. Nisan 1918’den itibaren İngilizler ve Fransızlar Alman işgaline karşı koymak için ülkenin kuzeyine ve güneyine müdahale etti. Avusturya birlikleri Odessa ve Karadeniz’i işgal etti ve Japonlar Vladivostok’ta karaya çıktı. Osmanlı birlikleri, Ermenilere karşı Azerileri (etnik Türkler) savunma bahanesiyle Gürcistan ve Azerbaycan’ın da katıldığı Ermeni güçlerine saldırmak için Kafkasya’ya girdi. Alman korumasını talep eden Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan Mayıs 1918’de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Rus İç Savaşı, milyonlarca insanın ölümü pahasına 1922’ye kadar devam edecekti. Polonya birlikleri de yeni Sovyet devletini taciz ediyordu.

Kafkasların Çarcı Rusya’ya kalan kısmı çatışmanın yeni alanı oldu, en yüksek kısımları 5.000 metreyi aşan bu dağlık bölge, 1200 kilometre uzunluğunda ve yaklaşık 600 kilometre genişliğinde olan bölge Karadeniz’i Hazar Denizi’nden, Avrupa’yı da Asya ve Orta Doğu’dan ayırmaktadır. Tarih boyunca her zaman işlek bir kavşak olmuş ve aynı zamanda istilalar nedeniyle kaçmak zorunda kalan birçok halk için bir sığınak yeri olmuştur. Tarih öncesinde Afrika’dan Avrupa’ya ve dünyanın geri kalanına hareket eden halklar buradan geçmiştir. Bölge, üç ana ailede (en eskisi olan Kafkasyalılar; Hint-Avrupalı; aslen Asya steplerinden gelen Türk-Tartar) gruplandırılmış bir halklar mozaiğinden oluşmaktadır. Burada çok çeşitli diller (43) ve dinler bulunmaktadır. Rusya’nın güneyindeki stratejik konumu ve önemli gaz ve petrol kaynakları göz önüne alındığında, bölge emperyalist devletler arasındaki anlaşmazlıklardan kaçamaz. Bu nedenle Müttefikler bölgeyi ele geçirmeye çalıştılar.

Bugünkü yapısıyla Orta Doğu, Birinci Dünya Savaşı’ndan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgedeki iki ana emperyalist güç olan İngiltere ve Fransa tarafından keyfi olarak parçalanmasından sonra ortaya çıktı. Yeni devletler kurulduktan hemen sonra isyanlar patlak verdi. Temmuz 1919’da Suriye Ulusal Kongresi üniter bir devlet talep etmeye başlamıştı bile. Demiryolu işçilerinin grevleri gerçekleşti ve 1919 ile 1924 yılları arasında bölgedeki çeşitli ülkelerde milliyetçi hoşnutsuzluklar alevlendi: Mısır, Suriye ve Libya. İngilizlere karşı genellikle Şii din adamlarının önderlik ettiği Arap isyanları 1922 ve 1924’te Suriye ve Filistin’de tekrarlandı ve sözde Mandaların dayattığı yapay bölünmelere tepki olarak 1921’de Yafa’da olduğu gibi anti-Siyonist isyanlar yaşandı. Tüm bu hareketler Rus Devrimi’nden ve Türkiye’deki Mustafa Kemal’in milliyetçi hareketinden etkilenmiştir.

Gerçekten de Türkiye, meşhur Sevr Antlaşması’nın öngördüğü parçalanmadan ancak, ülkenin bağımsızlığını güvence altına almak için şiddetli bir iç savaş yürüten Gelibolu kahramanının arkasında toplanan ve ağırlıklı olarak köylü nüfus tarafından desteklenen Türk milliyetçilerinin enerjisi ve kararlılığı sayesinde kurtuldu. Mustafa Kemal başlangıçta Ermenileri acımasızca sınırdan geri püskürttü. Bolşevik birlikler ona yardım etti çünkü İtilaf Devletleri tarafından kurulan Ermenistan Cumhuriyeti, tehlikeli karşı devrimci ve anti-Bolşevik güçler için bir üs görevi görüyordu. Kemalist birlikler daha sonra Kürtlere saldırarak ağır kayıplar verdirdiler. Ardından güneyde Kilikya’yı Fransız birliklerinden ve orta Anadolu’yu İtalyanlardan kurtardılar. Son olarak, artık birkaç bin kişiye düşmüş olan İstanbul’u işgal eden birliklere saldırdılar.

1920’de yeni komünist devlet için durum kötüleşmeye başladı. Kızıl Ordu Varşova’ya yaklaşırken, 22 Eylül 1920’de RKP’nin 9. Konferansında yaptığı konuşmada Lenin şöyle diyordu "İtilaf Devletleri tarafından tamamen kontrol edilen son anti-Bolşevik kale olan Polonya, bu sistemde o kadar önemli bir unsurdur ki, Kızıl Ordu bu kaleyi tehdit ettiğinde tüm yapı sarsılmıştır. Sovyet Cumhuriyeti dünya siyasetinde önemli bir faktör haline gelmiştir. Ortaya çıkan yeni durum, her şeyden önce, İtilaf Devletleri’nin ezdiği ülkelerin burjuvazisinin esas olarak bizden yana olduğu ve bu ülkelerin dünya nüfusunun yüzde yetmişini barındırdığı gibi son derece önemli bir gerçeği ortaya çıkarmıştır. 1919-20 yılları boyunca tüm İngiliz ve Fransız haber servisleri ve sömürge basını "Komünist Tehlike "den söz etti.




1920, Bolşevik Devrimci Hareketin Zirvesi

Mart 1920’de Lenin Batı’daki Devrimci hareketin bir değerlendirmesini yaptı. Moskova Sovyeti’nin Üçüncü Enternasyonal’in Birinci Yıldönümünü Kutlama Toplantısında yaptığı konuşmayı (6 Mart 1920) okuyoruz:

"Komünist Enternasyonal’in kuruluşunun üzerinden bir yıl geçti. Bu yıl boyunca Enternasyonal tüm beklentilerin ötesinde başarılı oldu (...) Devrimin ilk günlerinde birçok kişi emperyalist savaşın hemen ardından Batı Avrupa’da sosyalist devrimin patlak vereceğini umuyordu; kitlelerin silahlandığı dönemde bazı Batı ülkelerinde de başarılı bir devrim olabilirdi. Batı Avrupa proletaryası içindeki bölünme daha derin ve eski sosyalist liderlerin ihaneti tahmin edilenden daha büyük olmasaydı, bu gerçekleşebilirdi (...) Eğer [İkinci] Enternasyonal kritik anda burjuvaziyi kurtarmak için çalışan hainlerin elinde olmasaydı, savaş biter bitmez birçok savaşan ülkede ve ayrıca halkın silahlandığı bazı tarafsız ülkelerde hızlı bir devrim şansı olurdu; o zaman sonuç farklı olurdu.

"İşler bu şekilde gelişmedi, devrim bu kadar çabuk başarıya ulaşmadı ve şimdi ilk devrimden, 1905’ten önce başladığımız tüm gelişim yolunu takip etmek zorunda; çünkü 1917’den önce on yıldan fazla bir süre geçtiği için proletaryaya liderlik edebildik.

"1905’te yaşananlar deyim yerindeyse devrim için bir provaydı ve kısmen bu nedenle Rusya’da proletaryanın iktidarı ele geçirmesi için emperyalist savaşın çöküş anını kullanmayı başardık. Tarihsel gelişmeler sayesinde, otokrasinin tamamen çürümüş olması sayesinde, devrime kolaylıkla başlayabildik; ancak devrime başlamak ne kadar kolay olduysa, bu yalnız ülke için devrimi sürdürmek o kadar zor oldu ve bu yılın deneyimini arkamızda bırakarak, işçilerin daha gelişmiş olduğu, daha fazla sanayinin bulunduğu, işçilerin sayıca çok daha fazla olduğu diğer ülkelerde devrimin daha yavaş geliştiğini söyleyebiliriz. Bizim yolumuzu izledi, ama çok daha yavaş bir tempoda. İşçiler bu yavaş gelişmeyi sürdürerek, kuşkusuz bizde olduğundan daha büyük bir hızla ilerleyen proleter zaferin yolunu açıyorlar".

1920-21 yılları, 3. Enternasyonal’e bağlı komünist partilerin kurulduğu yıllardı ve K.E.’in temel görevlerinden biri, sosyal-oportünizm nedenleriyle ya da seçim amacıyla (Fransız ve Alman sağı örneğinde olduğu gibi) Enternasyonal’e katılmak isteyen partileri, grupları ve fraksiyonları eleyecek şekilde kabul koşullarını açıkça tanımlamaktı. Ve gerilimin yükseldiği Asya dünyası da kesinlikle arka planda bırakılmıyordu.




İkinci Kongre’nin Tezleri

"En başından beri devrimci Rusya’nın geniş bakış açısı buydu: kapitalist emperyalizmi yıkmak için bir yandan Batı ülkelerindeki işçi sınıfının, diğer yandan ezilen renkli halkların Sovyet Devleti ile ittifakı (...) Eylül 1920’de, dolayısıyla 3. Enternasyonal’in İkinci ve Üçüncü Kongreleri arasında, devrimci Marksizmin direktiflerine sıkı sıkıya bağlı olarak, Bakü’de Doğu halklarının bir kongresi gerçekleşti. Çin’den Mısır’a, İran’dan Libya’ya kadar yaklaşık iki bin delege katıldı" (“Doğu”, "Prometeo", s.2, 1951).

Bolşevikler için Batı burjuvazisinin direnme kapasitesinin sömürge halklarını pervasızca sömürmesine dayandığı ve Avrupalı işçi aristokrasisini satın almak için kullanabilecekleri muazzam zenginlikleri gasp etmelerine izin verdiği çok açıktı. Askeri açıdan bakıldığında, sömürgelerdeki hareketler emperyal güçleri meşgul edebilir ve onların devrimci kale üzerindeki mengene benzeri hakimiyetlerini gevşetmeye katkıda bulunabilirdi. Dolayısıyla devrimcilerin önündeki soru, sömürgelerdeki proletaryanın kendi milliyetçi burjuvazisine karşı nasıl bir taktiksel duruş benimsemesi gerektiğiydi.

İkinci Enternasyonal kentli ve sanayi sınıflarına odaklanmıştı; oysa Rusya’da ve emperyalizmin boyunduruğu altındaki bölgelerde ezilen köylülük, Asyatik despotizmin kalıntılarının sömürgeciler tarafından ithal edilen yerli bir kapitalizmle, bunun sonucu olarak gelişen yerli bir burjuvaziyle, yoksul köylü çiftçilerden, zanaatkârlardan ve son derece küçük bir proletaryadan oluşan bir sınıfla bir arada var olduğu toplumlarda büyük toprak sahipleri tarafından yönetiliyordu. Bu güçlerin hareketini ve müthiş potansiyelini değerlendirmek ve bunları devrimci proletarya ve onun küresel komünist partisi önderliğindeki dünya devrimi için kullanmak gerekiyordu.

"Elbette İkinci Enternasyonal bundan hiçbir şey anlamadı. Emperyalizmi mahkûm etmişti ama sonra emperyalizme karşı mevcut tüm güçlerin seferber edilmesinin gerekli olduğunu anlayamayarak ona yenik düşmüştü: anavatanda toplumsal ayaklanmanın bozgunculuğu, sömürgelerde ve yarı-sömürge ülkelerde de ulusal ayaklanma. Komünist partisi ülke savunmasına çekilmişti; hain liderleri emperyalist ziyafet masasına oturmuş ve sanayi işçilerini denizin ötesindeki milyonlarca insanın vahşice sömürülmesinden elde edilen birkaç kırıntıyı kabul etmeye davet etmişti.

"Bugün biz, Komünist Enternasyonal, biz, Sovyet Rusya, biz, bütün ilerici uluslarda iktidarı ele geçirmeye çalışan komünist partiler, burjuvaziye ve onların sosyal-demokrat uşaklarına savaş ilan etmiş olan bizler, Doğu ülkelerinde yeni ortaya çıkan işçi hareketleri, doğmakta olan komünist partiler ve emperyalist zalimleri kovmaya çalışan devrimci hareketler arasında bir ittifak öngörüyoruz. Bunu doktrinimiz ışığında tartıştık ve burada burjuva demokratik hareketlerden değil, devrimci milliyetçi hareketlerden bahsettiğimizi tespit ettik, çünkü burjuva sınıfıyla ittifaklara izin veremeyiz, sadece silahlı ayaklanma zemininde olan hareketlerle olabilir (...)

"Lenin’in Kremlin’de ve Zinovyev’in birkaç ay sonra Bakü’de yaptığı konuşmanın tarihsel ve ekonomik bağlamı neydi? Tezler, komünist partisinin başlıca görevinin "burjuva demokrasisiyle mücadele etmek ve onun sahteliğini ve ikiyüzlülüğünü teşhir etmek" olduğunu belirtmektedir. Burjuva demokrasisi ikiyüzlüdür çünkü burjuva dünyasında patronun işçi üzerindeki toplumsal baskısının gerçekliğini ve irili ufaklı emperyalist devletlerin sömürgeleri ve yarı-sömürgeleri üzerindeki baskısının gerçekliğini gizler. Doğu’daki stratejimizi oluşturmak için Lenin’in tezleri bir dizi kilit noktayı yeniden teyit etmektedir. "Kapitalizm altında ulusların eşitliği ve barış içinde bir arada yaşama olasılığına ilişkin küçük burjuva ulusal yanılsamaların yok edilmesini" hızlandırmak gereklidir. Ancak kapitalizm yıkılmadıkça "ulusal baskıyı ve hak eşitsizliğini ortadan kaldırmak mümkün değildir". "Dünya siyasi durumu artık proletarya diktatörlüğünü günün emri haline getirmiştir ve dünya siyasetindeki tüm olaylar zorunlu olarak tek bir merkezi noktada, dünya burjuvazisinin, hem tüm ülkelerdeki ileri işçiler arasındaki sovyet hareketlerini hem de sömürgelerdeki ve ezilen halklar arasındaki tüm ulusal kurtuluş hareketlerini kendi etrafında toplayan Rusya Sovyet Cumhuriyeti’ne karşı mücadelesinde yoğunlaşmaktadır". Komünist Enternasyonal’in görevi aynı zamanda "tüm ulusların proletaryası tarafından kontrol edilen ortak bir plan üzerinde birleşik bir dünya ekonomisinin yaratılmasına yönelik hareketi" de kapsamaktadır (...)

"Plan, Doğu’da yerel teokratik ya da feodal tarım rejimine ve aynı zamanda sömürgeci metropole karşı bir mücadelenin patlak verdiği yerde, hem yerel hem de uluslararası komünistlerin mücadeleye girmesi ve onu desteklemesi anlamına gelmektedir. Ancak bu, yerel, özerk bir burjuva demokratik rejim kavramını savunmak için değil, Sovyet diktatörlüğünde güvence altına alınacak olan sürekli devrimi tetiklemek içindir. Zinovyev, Marx ve Engels’in bunu her zaman söylediklerini hatırlattı: 1848’de Almanya için söylemişti! (’Doğu’, Prometeo, s.2, 1951.)

Edith Chabrier’e göre (Doğu Halkları Birinci Kongresi Delegeleri, "Cahiers du monde russe et sovietique", Cilt 26, s.1) Haziran 1920’de Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi, Doğu Halkları Kongresi’nin toplanması kararını aldı; bu karar, Temmuz-Ağustos 1920 tarihleri arasında toplanan K.E. 2. Kongresi’nde okunan Yürütme Komitesi faaliyet raporunda yayınlandı.

Bu Kongrenin gündeminde komünist partilerin kabul koşulları, milli sorun ve sömürge sorunu ve tarım sorunu vardı. Ertesi yıl kendisini Komünist Partisi olarak kuracak olan İtalyan Solu, esas olarak parlamento sorununa ve dolayısıyla taktiklere (oportünist partilerle birleşik cephenin felaket taktiği, ki aslında Batı’nın tüm devrimci enerjisinin boşa harcanmasına yol açacaktı!), İtalyan Sosyalist Partisi’nden ayrılma sorununa ve kabul koşullarına, hepsini kabul etmeyi zorunlu kılan ünlü 21. koşulu getirerek müdahale etti. Ancak tarım ve sömürge sorunlarına ilişkin tezlere hiçbir itirazda bulunmadı ve 1920 ile 1926 yılları arasında bu tezler üzerine inşa edilen kilit metinler yazacaktı.

8. kabul koşulu zaten belirtmişti ki: «Burjuvazinin sömürgelere sahip olduğu ve diğer ulusları ezdiği bu ülkelerdeki partiler için sömürgeler ve ezilen halklar sorununda özellikle açık ve net bir tutum gereklidir. Komünist Enternasyonal’e katılmak isteyen her parti, sömürgelerdeki ’kendi’ emperyalistlerinin hile hurdalarını teşhir etmek, her sömürge kurtuluş hareketini sadece sözde değil eylemde de desteklemek, kendi emperyalistlerinin bu sömürgelerden kovulmasını talep etmek, kendi ülkelerinin işçilerine sömürgelerin ve ezilen ulusların emekçi halklarına karşı gerçekten kardeşçe bir tutum telkin etmek zorundadır».

Lenin, 26 Temmuz 1920’de sunulan Milli Sorun ve Sömürge Sorunları Komisyonu Raporu vesilesiyle, tezlerin altında yatan ana fikri "ezilen ve ezen uluslar arasındaki ayrım" olarak açıkladı: dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 70’i ezilen uluslara aitti. Tezlerdeki diğer temel fikir ise şuydu: "Halklar ve bir bütün olarak dünya siyasi sistemi arasındaki karşılıklı ilişkiler, küçük bir grup emperyalist ulusun Sovyet hareketine ve Sovyet Rusya’nın başını çektiği Sovyet Devletlerine karşı yürüttüğü mücadele tarafından belirlenmektedir. Bunu aklımızda tutmadığımız sürece, tek bir milli ya da sömürge sorununu bile doğru bir şekilde ortaya koyamayız".

Milli Sorun ve Sömürge Sorunları üzerine on tez Lenin tarafından hazırlandı ve sunuldu. Legalist bir burjuva bloğunu çağrıştıran "burjuva demokratik hareketler" ifadesinin yerini "devrimci milli hareketler", yani kendilerini silahlı ayaklanma zeminine yerleştiren ifadeler aldı.

Hintli komünist Manabendra Nat Roy (Bengal’de doğmuş, ancak Meksika’ya yerleşmiş ve kongrede Meksika KP’sini temsil etmiştir), Lenin tarafından kabul edilen dokuz ek tez sundu. Altıncı ek tez, tarım ile milli ve sömürge sorunları arasındaki bağlantıyı vurguluyor, toprağın yerli ve yabancı büyük toprak sahiplerinin elinde hızla yoğunlaştığını hatırlatıyor ve devrimin ilk adımının sömürgelerde toplumsal ve ekonomik güçlerin özgürce gelişmesini engelleyen yabancı egemenliğinin ortadan kaldırılması olması gerektiğini ilan ediyordu. Açıkça vardığı sonuç şuydu: "Sömürgelerdeki yabancı egemenliğini yıkma mücadelesi, milli burjuvazinin ulusal amaçlarını desteklemek değil, daha çok sömürge proletaryasının kurtuluş yolunu kolaylaştırmak anlamına gelir". Stalinist karşı-devrim, Doğu’nun devrimci enerjisinin emilmesine de katılarak bu ilkeye ihanet edecektir.

Lenin tarafından sunulan 10. tez de aynı şekilde açıktı: "Proleter enternasyonalizmi şunları talep eder: 1. Bir ülkedeki proleter mücadelenin çıkarlarının dünya ölçeğindeki mücadelenin çıkarlarına tabi kılınması; 2. Burjuvaziye karşı zafer kazanan ulusun, uluslararası kapitalizmi yıkmak için en büyük ulusal fedakârlıkları yapma kapasitesini ve hazırlığını göstermesi".

Bu, Doğu ülkelerinde «yeni işçi hareketi, doğmakta olan komünist partiler ve emperyalist zalimleri kovmaya çalışan devrimci partiler arasında bir ittifak» (“Doğu”) kurma meselesiydi, ama kapitalist rejim altında uluslar arasında barış içinde bir arada yaşama olasılığına ilişkin milli küçük-burjuva yanılsamalarına boyun eğme meselesi değildi. Tekrarlamak gerekirse: «Bu, Doğu’da yerel teokratik ya da feodal tarım rejimine ve aynı zamanda sömürgeci metropole karşı bir mücadele patlak verdiğinde, hem yerel hem de uluslararası komünistlerin mücadeleye girmesi ve onu desteklemesi anlamına geliyordu. Ancak bu, yerel, özerk bir burjuva demokratik rejim kavramını savunmak için değil, Sovyet diktatörlüğünde güvence altına alınacak olan sürekli devrimi tetiklemek içindir. Marx ve Engels bunu hep söyledi (...) 1848’de Almanya için söyledi! Dolayısıyla birbirini izleyen üç dönemi şu şekilde özetleyebiliriz: 1870’e kadar metropolde ulusal ayaklanmalara destek; 1871’den 1917’ye kadar metropolde ayaklanmacı sınıf mücadelesi; Rusya’da tek bir zafer. Lenin’in zamanında, metropollerde sınıf mücadelesi ve sömürgelerde milli-popüler ayaklanmalar, devrimci Rusya’yı merkeze alarak, yalnızca TÜM ülkelerde kapitalist iktidar devrildiğinde yerini alacak olan benzersiz bir küresel stratejiye uygun olarak yürütülüyordu».

Lenin’in üniter bir küresel ekonomik plana ilişkin büyük vizyonu, Stalinist karşı devrim, Rusya’nın milliyetçi politikası ve burjuva partileri ve devletleriyle kurduğu çok çeşitli ittifaklar tarafından ihanete uğratıldı. Stalinistler, sömürgelerdeki devrimci hareketleri ve Batı proletaryasının toplumsal mücadelelerini, kendisi de emperyalist bir devlet haline gelen Rus devletinin çıkarlarına tabi kılacaktı. Böylece piramit tersine döndü ve Komünist Enternasyonal’in Bolşevik partisini ve onun aracılığıyla Rus Devletini kontrol etmesi yerine, Bolşevik partisini kendine tabi kılan Rus Devleti, K.E.’i kontrol edecek ve onu ulusal çıkarlarına tabi kılacaktı.




Bakü’deki Toplantı

Bu kongrenin amacı, esas olarak Batı ülkeleri ve Rusya merkezli uluslararası komünist hareketi, Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra sömürgeci iktidara meydan okumanın kışkırttığı sömürge karşıtı ve anti-emperyalist mücadelelerle - 1919’da Mısır, 1920’de Irak, 1921 ve 1924’te Filistin, 1922’de Tunus ve Suriye’de - birleştirmek ve hareketin diğer doğu ülkelerine yayılmasına yardımcı olmaktı. Bu hareketlerin içerdiği güçlü enerjinin devam eden küresel devrim için kullanılması söz konusuydu. Bu nedenle K.E. muhalif güçlerin mümkün olan en fazla sayıda temsilcisini bir araya getirmek istiyordu, ancak askeri saldırılar ve iletişim ve seyahat sorunlarıyla uğraşmak zorunda kaldığı için gerçekten büyük bir toplantı düzenlemek için yeterli zamanı yoktu.

Troçki, 21 Nisan 1924’te Doğu Emekçileri Üniversitesi’nin üçüncü yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada gerçekleri gözden geçirdi. Kapitalizmin iki yönü olduğunu açıkladı: klasik örneği Büyük Britanya olan metropol kapitalizmi ve tipik örneği Hindistan olan sömürge kapitalizmi. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Büyük Britanya ve ABD gibi tefeci kapitalistler, endüstriyel gelişimlerini finanse etmek için çoğunlukla sömürge ülkelerine (Asya, Güney Amerika, Güney Afrika) borç verdiler. Bütün bunlar "bir anda tarih öncesi, yarı barbar bir durumdan fırlayacak ve kendilerini sanayinin eritme potasına, fabrikaya atacak olan sayısız proleter kitlenin seferberliğini hazırlar". Doğu’daki milli hareket, mücadele milli-burjuva görevlerle sınırlı olsa bile, tarihte ilerici bir faktördür. Troçki, genç proletaryanın bu ilerici harekete dayanması gerektiğini, ancak Doğu Emekçileri Üniversitesi’nden çıkacak temel çekirdeğin sınıfsal bir maya görevi göreceğini belirtti.

Batı’da devrimin gelişimi, Büyük Britanya’da olduğu gibi, o dönemde Avrupa’nın en muhafazakâr gücü olan İşçi Partisi hükümetinin lideri MacDonald tarafından engellenebilir. MacDonald’ın Büyük Britanya’sı "bağımsız Afganistan’ı Avrupalılaştırmaya çalışan ve orada pan-İslamizm, Halifelik ve benzeri en kötü önyargılarla dolu en karanlık ve en gerici unsurları iktidara getirmeye çalışarak sol milli burjuva kanadını deviriyor". Emperyalist devletlerin şu anda her yerde yaptığı şey tam olarak budur: İslam Devleti’nin "karanlık, gerici pan-İslamizmini" örgütlemek.

Haziran-Temmuz 1920’de Üçüncü Enternasyonal’in YK’si İran, Ermenistan ve Türkiye’nin ezilen halk kitlelerine yönelik bir çağrı yayınladı (The Communist International, Haziran-Temmuz 1920’de yayınlandı). Bu çağrıda, İngiliz kapitalistlerine satılmış İran hükümetinin ve Türkiye’de Beyler ve Efendilerle müttefik olan İngiliz, Fransız ve İtalyan hükümetlerinin vahşi baskıları ve yabancı kapitalistlerin Ermeniler, Türkler ve Kürtler arasında körüklediği düşmanlık kınanıyordu. Çağrı, Osmanlı sultanının düşüşünden sonra ’Paris ve Londra Hükümetlerinin kölesi’ haline gelen Suriye ve Arabistan köylülerine de hitap ediyordu. Rusya, Polonya, Almanya, Fransa, İngiltere ve Amerika’daki işçiler adına, Bakü’de düzenlenecek olan "İran, Ermenistan ve Türkiye Köylü ve İşçi Kongresi "ne temsilciler göndermeye ve mücadelelerini Avrupa proletaryasının mücadelesiyle birleştirerek ortak düşmana karşı savaşmaya davet edildiler. Çağrı sadece Yakın Doğu’nun (Mezopotamya, Suriye, Arabistan) işçi ve köylülerine değil, Hindistan’dan ve Sovyet Rusya’da yaşayan Müslüman halklardan delegelere de yönelikti.

Kongreye ev sahipliği yapmak üzere seçilen Bakü, Rus imparatorluğunun eski bir eyaleti olan Azerbaycan’da yer almaktadır ve Bakü’de, esas olarak büyük bir işçi kolonisi sayesinde, Bolşevikler Mayıs 1918’de bir Sovyet hükümeti kurmuşlardır. Hazar Denizi’nin kenarında yer alan Bakü, Transkafkasya’daki bu ilk Bolşevik kalesine komşu olan İran, Ermenistan ve Türkiye ile birlikte Asya ve Avrupa’nın kesiştiği noktada yer almaktadır.

Petrol kaynakları sayesinde Bakü bir sanayi şehriydi ve Azerbaycan 1917’den önce komünist partiye sahip tek Müslüman ülkeydi. Rosmer, petrol kuyularının harap durumda olduğunu ve çoğu İranlı olan işçilerin sefil barakalarda barındığını anlatır. Çarlık İmparatorluğu döneminde vilayete bir koloni gibi davranılmış ve Ermeni burjuvazisi şehre hakim olmuştu; Azeri, Rus, Ermeni, İranlı Müslümanlar ve Tatarlardan oluşan farklı halklar burada çalışıyordu. Grevler 1903, 1904, 1913 ve 1914 yıllarında patlak vermişti. 1904’te devrimci Himmet ("Çaba") Partisi kuruldu ve bu parti diğer gruplarla birleşerek 1917’de Azerbaycan Devrimci Partisi’ne dönüşecek olan devrimci örgütü oluşturdu; bu parti de Bolşevik Devrimi’nde aktif rol alacak ve 1920’de Azerbaycan KP’sini kuracaktı. Nisan 1920’nin sonunda, çekilen İngiliz birliklerinin iktidarda bıraktığı Azerbaycan Hükümeti, Bakü’deki komünist bir ayaklanma tarafından devrildi ve merkezi Rus hükümetinin desteğiyle Azerbaycan Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti kuruldu.

Haziran 1920’nin başında Reşt’te bir İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ilan edildi.

Ancak 1920’de beyaz karşı devrime ve İtilaf Devletleri’ne karşı zafer kazanmış olan Rus Bolşevikleri, Müslüman Basmacı isyanının patlak verdiği Türkistan’da olduğu gibi Bakü’de, Kuzey Kafkasya’da ve Kırım’da hala tehdit altındaydı. İtilaf Devletleri tarafından desteklenen Polonya orduları ve eski Rus subayı Pyotr Nikolayevich Wrangel (bir Baltık-Alman-Rus) tarafından komuta edilen ordular Kırım’ı işgal etti ve bölgeyi etkilemeye devam etti. Ekim 1920’de Rusya Polonya ile barış anlaşması imzaladı ve Wrangel’in ordusunu bozguna uğrattı.

1920’den 1934’e kadar Rus belgelerine erişimi olan Chabrier’e göre, kongre hazırlıklarını yapmak için YK, üyeleri G.K. Orjonikidze (1918-1921 yılları arasında Kafkasya’da Kızıl Ordu’nun siyasi çalışmalarını yöneten Gürcü Bolşevik ve Nisan 1920’den itibaren RKP (bolşevikler) Kafkasya bürosunun başkanı), E.D. Stasova (Rus Bolşevik, Temmuz 1920’den itibaren Kafkas Bürosu sekreteri), A.P. Mikoyan (Ermeni Bolşevik, 1917’den itibaren Bakü’de aktif), Neriman NErimanov (Azeri, 1905’ten itibaren RSDİP üyesi, Himmet’ın kurucularından, Azerbaycan Devrimci Komitesi başkanı), Said Gabiev, (Dağıstanlı, 1918’den itibaren RKP(B) üyesi, 1920-1922 arasında Dağıstan Devrimci Komitesi başkanı) olan bir örgüt bürosu atadı.

Delegelerin seçilmesi basit bir mesele değildi. Bakü’deki Türk ve İran şubeleri kendi ülkelerinden temsilcilerin gelmesini sağlamaya odaklandı ve Bolşeviklerin kontrolündeki Doğu bölgelerinde geniş bir propaganda kampanyası başlatıldı. Delegelerin seçildiği Azerbaycan dışında, temsilciler genellikle İran ve Türkiye’de olduğu gibi çeşitli komünist partiler tarafından aday gösteriliyordu. Çok sayıda başka temsilci de, emperyalist baskıya karşı ayaklanan, bazen tamamen etnik ya da milliyetçi temelli, partisiz yerel hareketler adına yetki almıştı.




Kongre Tutanakları

Kongre hazırlıkları, Kızıl Ordu’nun Varşova’ya ilerleyişi, Polonya’nın karşı saldırısı, Wrangel’in operasyonları ve delegelerin Bakü’ye ulaşmasını engellemek için İngiliz ve İranlıların saldırısı nedeniyle son derece gergin bir siyasi ortamda gerçekleşti. İranlılar ve Türkler İngiliz gemileri ve uçakları tarafından saldırıya uğradı. Bolşevik gemileri harekete geçirildi.

2.000’den fazla delege katılacaktı: farklı tahminlere göre 336 ya da 469 Azeri (Türk, Azeri, Rus vs. kökenli), 202 İranlı, 137 Gürcü, 131 Ermeni, 105 Türk. Sadece 55’i kadındı. Katılım koşulları organizatörler tarafından açıkça tanımlanmamıştı. 1.071’i komünist (RKP(b) veya Türkiye ve İran’daki gibi yeni kurulmuş komünist partilerin üyeleri) olarak ilan edilmişti, ancak Edith Chabrier’e göre ("Cahiers du monde russe et sovietique", Cilt 26, s.1) Moskova’nın politikası Müslümanları da kabul etmekti. 334 kişi sempatizandı, 467 kişi ise hiçbir partiye üye değildi.

Türkiye Komünist Partisi ilk kongresini 10 Eylül 1920’de Bakü’de 74 delegenin katılımıyla gerçekleştirdi; İran Komünist Partisi ise kendi kongresini Haziran 1920 sonunda, yılın başlarında Bolşeviklerin kontrolüne geçen Enzeli’de yaptı. İran partisi içinde sosyal devrim yanlıları ile sadece İngilizlere ve Şah’a karşı mücadeleyle ilgilenenler karşı karşıya geldi. Hindistan Komünist Partisi Ekim 1920’de, 1918’de kurulan Türkistan Sosyalist Cumhuriyeti’nin başkenti Taşkent’te kuruldu. Baş örgütleyicisi Manabendra N. Roy, Pierre Broué’nin K.E. tarihçesinde belirttiği gibi, "propagandist bir geçit töreni" olarak gördüğü Bakü kongresine katılmayı reddetti. Ermenistan Komünist Partisi 25 delege gönderdi. Güney Batı Kafkasya Cumhuriyeti’ni (Aralık 1918 - Nisan 1920) kuran Kars ve Batum bölgelerindeki Müslümanlar Bakü’ye 102 delege gönderdi. Bolşeviklerin yer edinmeyi başardığı diğer bölgelerden de önemli delegasyonlar geldi. Mustafa Kemal oy hakkı olmayan bir delege gönderdi. Hint, Kore, Çin ve Arap delegasyonları çok küçüktü: üçer delege.

Doğulu milliyetçilerin çoğu Komünist Partisi’ne sadece İngiliz emperyalizmine düşman olduğu için katılmıştı. Hiçbir partiye üye olmayanlara gelince, Zinovyev bunların çoğunun burjuva partilerinin sempatizanı olduğunu bildirdi (Bakü’den dönüşünde YK’ye verdiği rapor Chabrier tarafından alıntılanmıştır). Ertesi yıl kongrede hazır bulunanlardan bazıları Bolşeviklere düşman örgütler kuracaktı.

Rusya’nın güneyinden ve Orta Asya’dan gelen delegelerden bazıları kongreye ticari kaygılarla katılmıştı: Dışişleri Bakanlığı’nın bir raporunda bazı delegelerin satmak üzere yerel ürünlerle geldiği belirtiliyordu. Ve birçok batılı devrimci, oturumlar sırasında dua eden Müslümanlardan rahatsız oldu.

Çeşitli etnik gruplar ve konuşulan dillerin çokluğu nedeniyle çevirileri organize etmek çok zordu. Kongre daha çok renkli ve gürültülü bir panayır gibi hayal edilebilir!

Batı proletaryası, 2. Kongre’nin sömürge ve milli soruna ilişkin tezlerini savunmak ve yaymak üzere katılan K.E. üyeleri tarafından temsil edildi. Zinoviev, Radek ve Bela Kun’a sömürgeci ülkelerin temsilcileri eşlik ediyordu: Tom Quelch (İngiliz Sosyalist Partisi üyesi, K.E.’in Y.K.’sine seçilmişti, Fransız sendikalist Alfred Rosmer, Jansen (1918’den beri Hollanda K.P. üyesi, K.E.’nin Y.K.’sine seçildi), Bakü’den dönerken tifüsten ölen Amerikalı gazeteci John Reed (1918’de kurulan ABD Komünist İşçi Partisi üyesi) ve İran’daki durum, Türkiye’deki tarım sorunları, Türkistan’daki durum gibi Doğu sorunları konusunda uzman olan diğer K.E. üyeleri.

Zinovyev oybirliğiyle başkanlığa aday gösterildi ve K.E.’in tüm üyeleri işin örgütsel tarafında yer aldı.

Kongre, 1920’de Mısır’da, 1919-20’de Suriye’de, 1920’de Irak’ta ve Jön Türkler tarafından gerçekleştirilen Arap isyanlarıyla dayanışmasını ifade ederek başladı.

Türk ve İranlı komünistler katılamadılar ama Orta Asya’dan gelen delegeler "Rus sömürgeciliğinin kalıntılarına" yönelik eleştirilerini özgürce dile getirebildiler. Özellikle Türkistanlı Müslüman liderler dini ayinlere yapılan zulmü kınadılar.

"Proleter Enternasyonal’in başkanı Zinovyev, sonuç bildirgesini okuyor: renkli adamlar, kılıçlarını ve palalarını sallayarak tek bir sesle onun çağrısına yanıt veriyor. "Yoldaşlar! Kardeşlerim! Soygunculara ve zalimlere karşı gerçek bir kutsal halk savaşı örgütlemenin zamanı geldi. Komünist Enternasyonal bugün Doğu halklarına dönüyor ve onlara şöyle diyor: ’Kardeşler, sizi kutsal bir savaşa çağırıyoruz, en başta da İngiliz emperyalizmine karşı!" Ancak Japon emperyalizmine karşı savaş çığlığı da farklı değildir ve ona karşı Korelilerin ulusal ayaklanması çağrısı yapılırken, Bolşeviklerin Fransa ve Amerika’ya olan nefreti Zinovyev’in bildirisinde de ortaya çıkmaktadır" (Chabrier, a.g.e.).

Kongrenin örgütlenme biçimi, militan Batılı komünistlerden çok sayıda eleştiri aldı. Dünyayı Sarsan On Gün kitabının 1919’daki yazarı John Reed, Kongre’nin kararlı bir katılımcısıydı ve bir konuşma da yaptı, ancak Kongre’nin "demagojisi ve gösterişinden" de söz etti. Hintli komünist lider M.N. Roy, anılarında bunun "zamanın, enerjinin ve maddi kaynakların ahlaksızca israfı" olduğunu belirterek Bakü Kongresi’ne gitmedi ve "gizemli Doğu’nun kapılarına giden pitoresk süvari kafilesine" ve "Zinovyev’in Bakü’deki sirkine" katılmayı reddetti.

14 Ekim 1920’de Alman Sosyal-Demokrat Partisi’nin çoğunluğunun K.E.’e katılma yönünde oy kullandığı Halle Kongresi’nde Zinovyev, K.E. delegelerinin dini önyargılara verdiği tavizler de dahil olmak üzere Bakü Kongresi’ne yönelik bazı şiddetli eleştirilere yanıt vermek zorunda kaldığı bir konuşma yaptı: "Hiva Mollalarının komünist olmadıkları açıktır. Ancak 3. Enternasyonal sadece Avrupa perspektifinden değil, tüm dünya işçileriyle konuşma zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Işığı Hiva mollalarına, onların ülkelerine uyarlanmış bir biçimde götürmeliyiz. Onları da yanımızda götürmek, zalimlere karşı ayaklanmalarını sağlamak istiyoruz. Ve bu amaca ancak sahip olduğumuz şekilde hareket ederek ulaşabiliriz (...). Eğer dünya devrimini hedefliyorsak, proletaryayı kapitalizmin zincirlerinden kurtarmak istiyorsak, sadece Avrupa’yı düşünemeyiz, bakışlarımızı Asya’ya da çevirmeliyiz (...) Yoldaşlar, Asya’yı ayağa kaldırmazsak bir dünya devrimine sahip olmak imkansız olacaktır. Asya’nın nüfusu Avrupa’nın dört katıdır; halkları bizimkiler gibi sömürülmekte, ezilmekte ve kapitalizm tarafından tahakküm altına alınmaktadır (...) Bakü’de binlerce İranlı ve Türk’ün bizimle birlikte Enternasyonal’i söylediğini gördüğümde (...) dünya devriminin nefesini hissettim (...) Bakü’de güya "kutsal savaş vaazı" verdiğimi duyunca bu odada gülümsedik. Şöyle demiştim: "Doğu halkları, 1914’te emperyalist savaş sırasında Avrupalı işçilerin yaptığı gibi kutsal savaş çağrısını sık sık duydunuz! Doğu halkları, bu lanetli bir savaştı! Ama bugün sizi burjuvaziye ve tüm insanlığın zalimlerine karşı gerçek bir kutsal savaş başlatmaya çağırıyoruz". Yoldaşlar, bu sözlerde dini ya da demagojik bir şey var mı?" (Bulletin Communiste, s.25, 1921, 3. Enternasyonal’in Fransız komitesinden).

“Bakü’de delegelere: "Tüm dünyanın ezilen halkları, sömürücülerinize karşı birleşin" diye haykırdık ve onlar da bizimle hemfikir oldular. Yoldaşlar, bu Kongrenin tarihsel bir olay olduğunu kabul etmek istemiyorsunuz: öyle olduğunu hayal ettiniz ya da hükümetimizin bir manevrası olarak tanımladınız. Oysa bu, yoldaşlar, devrimci bir eylemdi; İngiliz kapitalizmine karşı bir düşmanlık eylemiydi".

Bakü Kongresi sırasında, 28 halkı temsil eden 48 üyeden ve veto hakkına sahip iki K.E. temsilcisinden oluşan bir Eylem ve Propaganda Konseyi’nin örgütlendiğini de sözlerine ekledi. "Doğu halkları, işçi sınıfının en ileri fraksiyonunun eğitici ve yol gösterici bir role sahip olmasını son derece doğal bulmaktadır (...) Doğu halklarını yükseltmeli, onlara hitap etmeli, onlara yardım etmeliyiz, çünkü onlar olmadan yoldaşlar, burjuvazinin boyunduruğundan kurtulamayız".

Bu Eylem Konseyi, Taşkent’te bir Propaganda Enstitüsü ile Bakü ve Doğu Sibirya’daki İrkutsk’ta şubeleri bulunan ve ilk genç militan Arapları ağırlayan Doğu Halkları Üniversitesi’nin kurulmasına yol açtı. Görevi, geleceğin komünistlerini Doğu’dan yetiştirmekti. 1922 yılında Batılı güçlerin egemenliği altındaki bölgelerde komünistlerin eylemlerini koordine etmek üzere bir Doğu Bürosu açıldı. Bu ofis üç bölüme ayrılmıştı: Kuzey Afrika, Orta Doğu, Güney ve Güneydoğu Asya ve başlangıçta Radek tarafından yönetildi.

1920’ler boyunca Avrupa dışında, SSCB’ye komşu ülkelerde ve Orta Doğu’da bir dizi komünist partisi kuruldu. Hindistan’da Roy’un çalışmaları, İngiliz yetkililerin sistematik baskısına ve Nehru ve Gandhi gibi liderleri şiddetsizliği destekleyen Kongre Partisi ile gergin ilişkilere rağmen meyvelerini vermeye başladı. Hindistan Komünist Partisi 1925 yılında, Çin Komünist Partisi ise 1922 yılında kuruldu.

Ancak çok geçmeden Komintern’in yozlaşmasıyla baş etmek zorunda kalacaklardı. Komintern’in 1928’den itibaren ulusal soruna ilişkin tutarsız eylemleri ve stratejik sapmaları son derece zarar verici olacaktı. Büyük Britanya Komünist Partisi’nin etkisi de benzerdi.

Krestintern, Uluslararası Köylü Konseyi, Ekim 1923’te kuruldu ve ilk kongresi, Zinovyev’in önderliğinde, köylü sınıfına ilişkin bazı tezleri tanımlamak üzere 48’den fazla ulusu bir araya getirdi. Ayrıca tarlalardaki işçilerle şehirlerdeki işçileri birleştirerek dünya devrimini yayma hedefini de belirlemişti. Ancak Komintern’in dejenerasyonunun yansımalarından aynı derecede zarar görecekti.

Bakü Kongresi’nin etkileri neler oldu? 1920’de Alfred Rosmer, Lenin yönetiminde Moskova adlı kitabında şöyle yazıyordu: "Doğu’daki tüm ülkelerin, halkların ve ırkların temsilcilerini bir araya getirmeyi başardığımız, türünün tartışmasız ilk örneği olan bu kongre, kısa vadede beklendiği kadar sonuç vermedi; ve takip eden aylarda emperyalist güçleri tedirgin edecek ya da ciddi endişeye sevk edecek kadar önemli bir isyan yaşanmadı. Şok derindi ama daha sonra kendini hissettirdi; tartışmaların ve kararların meyvelerini vermesi, o zamana kadar her şeye kadir olan patronlara karşı girişilmesi gereken mücadelenin bilincinde olan yeterli güçleri bir araya getirmesi için zamana ihtiyaç vardı".

Ne yazık ki karşı devrimin güçleri galip gelecek ve Lenin’in dünya sosyalist cumhuriyeti beklentisi ertelenecekti.

Milli bağımsızlık artık gündemde değildi, Doğu’da bile.

Bugün Doğu’daki durum küresel kapitalist gelişme tarafından tamamen tersine çevrilmiştir. Ulusların bağımsızlığı sorunu artık gündeme gelmiyor. Ancak tarım sorunu, bu bölgelerde büyük bir yoksul topraksız köylü ve küçük çiftçi kitlesinin varlığını sürdürmesi nedeniyle hala gündemdedir. Bununla birlikte, dünya komünist devrimi, milli sorunlar önceden çözülmeden doğrudan komünizme geçmek için ihtiyaç duyduğu tüm ekonomik ve sosyal temellere sahiptir.

Daha önce atıfta bulunulan “Doğu” makalesi ("Prometeo", ş.2, 1951’den) şu sonuca varmaktadır: "Batı bloğunun dünkü anti-faşist ve Alman karşıtı politikası ve Doğu bloğunun bugünkü politikası -sözde anti-kapitalist ama artık dünya sosyalist cumhuriyetine değil, Washington’da ilan edilenden bile daha sahte bir ulusal ve halk demokrasisine bağlı- her ikisi de Lenin’in 1914 sosyal milliyetçiliğini tanımladığı şekilde tanımlansın: ihanet. Ve her ikisi de, tüm ülkelerin sömürülen ve ezilenlerinin yeniden oluşturulan örgütlenme ve mücadele birliği tarafından bu şekilde tanımlansın. Çünkü bu gerçekleşene kadar ne arzu edilen bir barış ne de iğrenç olmayan bir savaş olacaktır".

Halen bulunduğumuz yer burasıdır: küresel ölçekte işçi sınıfı örgütleri!

Tüm ülkelerin sömürülen ve ezilenlerinin örgütlenmesi yeniden doğsun!

Yaşasın dünya komünist devrimi!