|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||
Marksist Öğretide Teori ve Eylem
Roma’da 1 Nisan 1951 tarihinde yapılan toplantıya sunulmuştur
|
RAPORDAN
1. Stalinizmi mahkum eden ve devrimci Marksist çizgiyi savunduğunu iddia eden uluslararası grupların çoğunda ideolojik düzensizlik. Bu tür grupların analiz ve perspektif dedikleri şeyin ne olduğu konusundaki belirsizlik: kapitalist toplumun modern gelişimi; proletaryanın devrimci mücadelesinin yeniden canlanması için fırsatlar.
2. Büyük savaşların, büyük iç çatışmaların ve burjuva totaliterliğinin Marksizmin reformist yorumunun sonunu getirdiğinin herkes tarafından görülmesi.
3. Bu arada, kötüleşen toplumsal ve siyasi gerilime eski devrimci partilerin güçlenmesi değil, tamamen yozlaşması eşlik ettiğinden, şu soru ortaya çıkmaktadır: I. Dünya Savaşı ve Rus devriminin proletaryanın iktidar mücadelesinin dünya çapında alevlenmesiyle sonuçlanacağı yönündeki Marksist ve Leninist beklentinin gözden geçirilmesine ihtiyaç var mıdır?
ÖNSÖZ
Roma’da 1 Nisan 1951’de yapılan toplantıda, Marksist öğretide praksisin tersine çevrilmesi üzerine hazırlanan rapor, sekiz tablonun ve bunlara eşlik eden yorumların sunulmasıyla tamamlanmıştır.
Aşağıdaki yorumlar, proletaryanın teorik düzlemde kesin olarak tasfiye ettiği, ancak ne yazık ki pratik düzeyde hala uğraşmak zorunda olduğu temel ideolojilere göre toplumsal dinamikleri görsel olarak ortaya koyan bu sekiz Tablonun daha etkili bir şekilde kullanılmasını sağlamak amacıyla yazılmıştır.
Marx ve Engels 1846 tarihli Alman İdeolojisi’nde (Bölüm I, Kısım A) şöyle yazarlar
"Bilinç asla bilinçli varoluştan başka bir şey olamaz ve insanların varoluşu onların gerçek yaşam sürecidir. Eğer tüm ideolojilerde insanlar ve içinde bulundukları koşullar bir camera obscura’da olduğu gibi baş aşağı görünüyorsa, bu olgu, retinadaki nesnelerin ters dönmesi ne kadar fiziksel yaşam süreçlerinden kaynaklanıyorsa, o kadar tarihsel yaşam süreçlerinden kaynaklanmaktadır. "
"Gökten yere inen Alman felsefesinin tam tersine, biz burada yerden göğe yükseliyoruz. Yani, ete kemiğe bürünmüş insana ulaşmak için insanların söylediklerinden, hayal ettiklerinden, tasavvur ettiklerinden ya da anlatılan, düşünülen, hayal edilen, tasavvur edilen insandan yola çıkmıyoruz. Gerçek, aktif insanlardan yola çıkıyoruz ve onların gerçek yaşam süreçleri temelinde, bu yaşam sürecinin ideolojik reflekslerinin ve yankılarının gelişimini gösteriyoruz. İnsan beyninde oluşan hayaller de zorunlu olarak, deneysel olarak doğrulanabilir ve maddi öncüllere bağlı olan maddi yaşam süreçlerinin yüceltilmiş halleridir. Ahlak, din, metafizik, ideolojinin tüm geri kalanı ve bunlara tekabül eden bilinç biçimleri, böylece artık bağımsızlık görüntüsünü koruyamazlar. Tarihleri, gelişimleri yoktur; ama maddi üretimlerini ve maddi ilişkilerini geliştiren insanlar, bununla birlikte gerçek varlıklarını, düşüncelerini ve düşüncelerinin ürünlerini de değiştirirler. Yaşam bilinç tarafından değil, bilinç yaşam tarafından belirlenir. Birinci yaklaşım yönteminde başlangıç noktası, yaşayan birey olarak ele alınan bilinçtir; gerçek yaşama uygun olan ikinci yöntemde ise, gerçek yaşayan bireylerin kendileridir ve bilinç yalnızca onların bilinci olarak ele alınır".
"Bu yaklaşım yöntemi öncüllerden yoksun değildir. Gerçek öncüllerden yola çıkar ve onları bir an bile terk etmez. Öncülleri, herhangi bir fantastik yalıtılmışlık ve katılık içinde değil, belirli koşullar altında gerçek, deneysel olarak algılanabilir gelişim süreçleri içinde insanlardır. Bu aktif yaşam süreci tanımlanır tanımlanmaz, tarih, ampiristlerde olduğu gibi (kendileri hala soyut olan) ölü olguların bir toplamı ya da idealistlerde olduğu gibi hayali öznelerin hayali bir etkinliği olmaktan çıkar".
Dolayısıyla tarihsel-diyalektik materyalizm, aydınlanmacı ya da idealist damgalı tüm anlayışların aksine, ideolojiyi, yani gerçek ilişkilerin gizemli ve tersine çevrilmiş temsilini bir hatanın – körlerin gözlerini açmak için düzeltilmesi gereken bir hatanın – ürünü olarak değil, maddi ilişkilere tekabül eden gerçek bir sürecin, yani ideolojinin çarpıtılmış bir şekilde tasvir ettiği ilişkilerin vazgeçilmez sonucu olarak görür. Böyle bir çarpıtma da zorunlu olarak, kendilerini ideoloji aracılığıyla ifade eden ve onu toplumsal bedene dayatan toplumsal güçlerin tarihsel konumundan kaynaklanır; egemen ideoloji her zaman egemen sınıfın ideolojisidir. Marksist anlayış aynı şekilde aydınlanmanın ideolog-şeflerin ("akıllı rahipler") "bilinçli kandırmacası" fikrini de reddeder, çünkü ideolojinin aynı temsili – tarihsel olarak geçici bir durumun yüceltilmesi olduğu için kaçınılmaz olarak fantastiktir – aslında gerekli toplumsal faktörlerin ve dönüşümlerin gerekli bir programı ve üstyapısı olarak dayatılır. Bu nedenle, örneğin burjuva ideolojisi, işçilerin yasal ve mülkiyet açısından feodal bağlardan fiilen fethedilmiş özgürlüğü üzerine kuruludur; ve burjuvazi kendisini reddetmeden bunu reddedemez.
Sınıflarda olduğu gibi ideoloji de Tracciato d’impostazione metnimizde anlatıldığı gibi antiformizm-reformizm-konformizm diyalektik dönüşümünden geçer. Proletarya, geriye kalan son sınıf olarak, diğer tüm sınıflarla birlikte kendini ortadan kaldıran tarihsel bir role sahiptir. Proletarya, reformist ve konformist bir karaktere bürünerek kendi egemenliğinin tarih-üstü bir sabitlenmesine yol açabilecek bir ideolojiye sahip değildir, aksine daha şimdiden türün bilimi olan devrimci bir bilime sahiptir; yalnızca proletarya geleceği temsil ettiği için değil (geçmişte diğer sınıflar için olduğu gibi), aynı zamanda bu gelecek kaçınılmaz olarak sınıflardan ve buna bağlı çatışmalardan arınmış, türe dayalı bir toplum doğurmak zorunda olduğu için – sınıfçı tarih öncesinden tam anlamıyla insanlık tarihine niteliksel bir sıçrama.
Bu nedenle Marksizmin, bugün hala farklı derecelerde etkilerini sürdüren geçmiş ideolojiler silsilesiyle olan çelişkisi titizlikle tarihsel ve diyalektiktir: bu da Marksizmin kendisini özdeşleştirdiği küresel bilimin, ideolojik çerçevelerin altında yatan gerçek süreçleri kendi başına yeniden inşa edebileceğini, ideolojinin herhangi bir bireysel ya da kolektif "bilgi "den bağımsız olarak çağdaş gerçekliği nasıl gizemli hale getirdiğini ortaya çıkarabileceğini dışlamaz, aslında bunu ima eder.
Bu kısa özeti verdikten sonra, sekiz Şemayı ve bunları uygulamanın doğru yolunu açıklamaya geçelim.
TABLO I ve II
ÜRETİM BİÇİMLERİNİN BİRBİRİNİ İZLEMESİ
TABLO I İLE İLGİLİ YORUM
1. Devrimci ideoloji, örgütlenme ve eylemin mevcut karışık durumu karşısında, kapitalizmin kaçınılmaz, ilerleyen bir düşüşüne, halihazırda devam ettiği iddia edilen ve sonunda proleter devrimin beklediği varsayılan bir sürece güvenmek yanlış bir çaredir. Aslında kapitalizm eğrisinin inen bir kolu yoktur (Özet, 1).
4. Kapitalizmin alçalan eğrisi teorisi tamamen yanlıştır ve kapitalizm geriliyorsa devrimin neden gelişmediği gibi yersiz bir soruya yol açmaktadır. İnen eğri teorisi tarihsel gelişimi bir sinüzoidal olarak temsil eder: her rejim, örneğin burjuva rejimi, yükselen bir aşamayla başlar, bir zirveye ulaşır, sonra minimuma inmeye başlar; ardından başka bir rejim yükselişe geçer. Böyle bir görüş tedrici reformizmdir: sarsıntılar, şoklar ya da sıçramalar yoktur (Rapor, 4).
Kapitalizmin alçalmakta olduğu ve bir daha yükselemeyeceği yönündeki sıkça dile getirilen iddia, biri kaderci diğeri tedrici olmak üzere iki hata içermektedir.
Birinci hata, kapitalizm inişini tamamladığında sosyalizmin ayaklanmalar, mücadeleler ve silahlı çatışmalar olmaksızın, parti hazırlığı olmaksızın kendiliğinden ortaya çıkacağı yanılsamasını içerir.
Hareketin yönünün hafif kavisli olmasıyla ifade edilen ikinci hata ise, kapitalizmin dokusuna yavaş yavaş nüfuz edebilecek sosyalizm unsurlarının var olduğunu kabul etmekle eşdeğerdir.
TABLO II’YE İLİŞKİN YORUM
Marksist görüş (açıklık ve basitlik adına) zirvelere (geometride tekil noktalar veya tepe noktaları) yükselen ve ardından ani, neredeyse dikey inişler yapan bir dizi sürekli eğri olarak temsil edilebilir; ardından, aşağıdan, yeni bir toplumsal rejim, tarihsel olarak yükselen bir başka dal ortaya çıkar (Rapor, 5).
Marx kapitalizmin büyümesini ve ardından gerilemesini değil, kapitalizmin kontrol ettiği üretici güçler kitlesinin ve bunların sınırsız birikim ve yoğunlaşmasının eşzamanlı diyalektik gelişmesini ve bu gelişmenin egemen güçlerin, yani proleter sınıfın antagonist tepkisiyle aynı anda gerçekleşmesini öngörmüştür. Genel üretken ve ekonomik potansiyel, denge bozulana kadar yükselir ve patlayıcı, devrimci bir aşama meydana gelir; ardından, son derece kısa ve yoğun bir dönem boyunca, eski üretim biçimleri çöker ve üretim güçleri azalır, yeni bir düzenlemenin ve yeni ve daha güçlü bir yükselişin önü açılır.
Bu görüşe uygun olarak – gerçek anlamda Marksist olarak kabul edilebilecek tek görüş – mevcut emperyalist aşamanın tüm olguları, yüzyılı aşkın bir süredir, tamamen öngörülebilirdir: ekonomide – tröstler, tekeller, devlet planlaması, millileştirme; siyasette – katı polis rejimleri, askeri süper güçler, vb. (Rapor, 6).
Proletarya partisinin bu modern duruma tedrici taleplerle ve liberal, hoşgörülü biçimlerin yeniden canlandırılması ve yeniden doğuşuna yönelik önerilerle karşı koymaması gerektiğini savunan pozisyon da daha az açık değildir.
Proleter hareketin ve özellikle de Üçüncü Enternasyonal’in aksi yöndeki hatası, kapitalizmin muazzam gücüne benzer bir devrimci gerilimle yeterince karşı koyamamasında yatmaktadır.
Sınıf hareketinin 1914’teki sosyal-yurtseverlikten bile daha kötü olan bu ikinci
çöküşünün açıklaması, ekonomik dürtüler ile devrimci mücadele arasındaki,
kitleler ile onlara önderlik etmesi gereken parti arasındaki ilişkinin zor
meselelerine götürür (Rapor, 7).
İKİ ANLAYIŞ ARASINDAKİ FARK
Tablo I ve II’de temsil edilen iki anlayış arasındaki fark, araştırmacıların diliyle şu şekilde ifade edilmektedir: Birinci grafikte ya da oportünistlerin grafiğinde (Bernstein tipi revizyonistler, Stalin taklitçileri, sözde Marksist devrimci entelektüeller), her noktada "teğet geçmeye izin veren", yani yoğunluğu ve yönü algılanamayan değişikliklerle ilerleyen sürekli bir eğri vardır. Çoktan gözden düşmüş olan "felaketler teorisi"nin basitleştirilmiş bir temsilinin yapılmaya çalışıldığı ikinci grafik, her dönem içinde noktalar ya da geometride bilindiği şekliyle "tepe noktaları" ya da "tekil noktalar" olduğunu göstermektedir. Bu noktalarda geometrik süreklilik, dolayısıyla tarihsel tedricilik ortadan kalkar, eğrinin sadece "teğeti yoktur" değil, aynı zamanda "tüm teğetlere izin verir" – Lenin’in parmaklarının arasından kayıp gitmesine izin vermeyi reddettiği ünlü haftada olduğu gibi.
İkinci grafiğin genel olarak yukarı doğru olan yönünün, büyük devrimci tarihsel krizler boyunca üretici güçlerin maddi kütlesinde sürekli bir artış olduğu tarihsel gerçeğine atıfta bulunduğunu belirtmeliyiz; niyet, sonsuz insani ilerlemenin idealist vizyonlarını desteklemek değildir.
TABLO III VE VII
EGEMEN SINIF İDDEOLOJİLERİNE GÖRE TOPLUMSAL DİNAMİKLERİN ŞEMALARI
Aşağıda ana ideolojilere göre toplumsal dinamikleri temsil eden Şemalar yeniden üretilmiştir. Proletaryanın devrimci hareketi, farklı düzeylerde, her zaman ve bugün de bu ideolojilerle hesaplaşmak (bkz. Önsöz) ve onlara Marksist Praksisin Tersine Çevrilmesi Şeması (Tablo VIII) ile karşı koymak zorundadır.
Rapora ilişkin bir Notta, Marksizm’e tamamen zıt olan (Tablo III ve IV) ya da daha da kötüsü, Marksizmin temel önermelerinin yalnızca bir kısmına atıfta bulunduklarını muğlak bir iddia ettikleri ölçüde Marksizm’e göre sapkın olan (Tablo V, VI, VII) anlayışları tanımlayan şemalar arasında bir ayrım yapıldığı belirtilmiştir.
Tablo III ve IV birlikte sunulmuştur çünkü farklılıklarına rağmen birçok ortak paydayı paylaşmaktadırlar.
Transandantalist ve demo-liberal Şemalarda, birinde Otoritenin yönü Devletten Bireye doğru akarken, diğerinde Özgürlük Bireyden Topluma ve Devlete doğru aksa bile, her ikisi için de insan eylemlerini koşullandıran ve belirleyen (bir Şemada İlahiyattan kaynaklanan, diğerinde ise insan kolektivitesinin tüm bireysel bileşenleri arasında dağılmış olan) Fikirdir. Her iki Şemada da mantıksal olarak Bilinçten (ilkinde İnanç, ikincisinde Rasyonalite olarak anlaşılır) İradeye (her iki Şemada da Etik olarak anlaşılır), Faaliyete, Ekonomiye ve fiziksel Yaşama doğru ilerleriz.
TABLO III’E İLİŞKİN YORUM
Vahyedilmiş dinler (otoriter), feodalizmin ve teokratik mutlakiyetçiliğin tipik bir örneğidir; modern kapitalist toplum tarafından da benimsenmiştir. Bu anlayış, yaratılış eyleminde insanlara bir ruh aşılayan, her bireyde bulunan, "Tanrı önünde" eşitliği garanti eden – en azından göksel dünyada – ve ilahi kökenli ortak ilkelerden esinlenen bir davranışı garanti eden bir İlahiyata hitap eder. Devlet de, bireylerin Bilinç ve Faaliyetlerini kontrol ederek, Kutsal Yazılarda ortaya konan "ilahi" planı yansıtan hiyerarşik düzeni içinde ruhsal ve fiziksel yaşamın gelişmesine izin verir.
TABLO IV’E İLİŞKİN YORUM
Demo-liberal şema, Aydınlanma düşüncesinin çeşitli kolları (ampirizm, duyumculuk, mekanistik materyalizm), Kantçı eleştiri, Hegel’in nesnel ve diyalektik idealizmi, pozitivizm, neo-idealizm, liberteryanizm (Stirner, Bakunin) ve reformist acelecilik gibi oldukça farklı ideolojik ifadelerde ortaktır. Burada, ister tekil birey olarak ister "halkın ruhu", "kolektif irade" vs. olarak kavransın, Ego’ya dayalı "demokratik ilkenin" en saf mutlaklaştırılmasıylakarşı karşıyayız, kendi içinde, en derin varlığında, davranış normlarına sahiptir (bu, anarşistlerde olduğu gibi, Devletin kolektif iradeyi temsil etmediği gerekçesiyle reddedilmesine ve yerine klasik burjuva düşüncesindeki "etik" Devletle aynı rolü oynayan ve sonuçta doğrudan türetildikleri "toplumsal görüş" ya da benzeri soyutlamaların ikame edilmesine yol açabilir). Ahlaki yaşam, Ekonomik yaşam, dış çevrede hareket etme iradesi, her Bireyde mevcut olan "insan ruhuna" özgü Bilinç ve Rasyonalite güçlerinin ifadesi olarak kabul edilir ("yasa önünde eşitlik"). Bu nedenle Devlet ve genel olarak toplumsal örgütlenme, bireysel özgürlüğün bir izdüşümü ve aynı zamanda bir garantisi olarak düşünülür; "bu, İdea’nın etik gerçekliğidir".
Bunlar da benzer özellikler sergilemektedir.
İradeci-Aceleci, Stalinist ve Faşist Şemaların inşasının altında Fiziksel ve Ekonomik dürtüler yatar ve bu ortak özellik nedeniyle önceki iki idealist Şemaya karşıttırlar. Ancak her iki grubun da ortak özelliği, Birey ve Sınıf (ya da Faşist anlayışta Halk veya Ulus) söz konusu olduğunda, İrade’nin Faaliyet’e önceliği ve üstünlüğüdür. Bu üç iradeci şemanın bir diğer ortak özelliği de (bu arada Proudhon, Sorel, Bernstein, Gramsci şemaları da bireycidir ve bu yönüyle diğer ikisinden daha da kötüdür), bir yandan Parti ve Devlet (dolaysız Örgüt) arasında, diğer yandan da Birey ve Sınıf (Faşizmde Halk ya da Ulus) arasında Ekonomik dürtülerin, İradenin, Faaliyetin ve Bilincin paralel bir şekilde birbirini izlemesidir ki bu da Partinin toplumsal olguların bilimsel bir teorisine ulaşmasını imkansız kılar.
TABLO V’E İLİŞKİN YORUM
Küçük burjuva, korporatist görüşün ve dolayısıyla oportünist (Proudhonizm, Anarko-sendikalizm, İşçicilik, Ordinovizm, Konsey sosyalizmi) ve reformist (Emekçilik, vb.) biçimlerin tipik bir örneği olan iradeci-aceleci şema. Açıkçası, bir varyasyonunu temsil ettiği liberal anlayışa uymaktadır. Burada her zaman sürecin merkezinde yer alan birey, varlığının temelini oluşturan fiziksel ve ekonomik dürtülerin bilincine varır: bir kez edinilen bu bilinç, iradeyi belirler ve bu da eylemi koşullandırır. Bu şemada ekonomik ve politik örgütlenme bireysel bilincin birleşmesinin sonucudur: Sınıf ise dolaysız örgütlenmeler ağının birleşmesi ve birbirine bağlanmasının sonucudur (bu nedenle herhangi bir tarihsel yön duygusundan yoksun bir kavramdır – hatta Marksist anlamda kendi içinde ve kendisi için sınıf kavramıdır).
TABLO VI’YE İLİŞKİN YORUM
Stalin’in karşı devrimi sonucunda ortaya çıkan ideolojinin şeması. Bu şema için de bilince ulaşan bireydir, ancak eylemi özgür bir "seçim", bir karar (irade) sonucunda gerçekleşmiştir. Karakteristik olan parti/devlet asimilasyonudur: ancak Birey ve Sınıf aracılığıyla parti/devlete gelen Ekonomik dürtüler (çıkarlar) bu sözde "ikili" tarafından karar verme ve liderlik görevlerini (irade) yerine getirmek ve pratik yönelimleri (faaliyet) ve teorik konumları (bilinç) belirlemek için kullanıldığından, "ikili"nin parti kısmının kaybettiği ve yalnızca "Devletin gerekçelendirilmesi" olarak hayatta kaldığı açıktır.
Faşizm tanımı gereği eklektiktir. Kendine ait bir doktrini yoktur ve yine de ideolojik olarak kapitalist (emperyalist) güçlerin birleştiricisi, reformist programın başarıcısı ve "orta sınıfların" harekete geçiricisi rolünü ifade eder. Ve anlayışının Stalinizme çok benzemesi tesadüfi değildir. Stalinizm gibi faşizm de bireylerin yasal eşdeğerliği, "halkın iradesi" ve yönetiminin "halkçı" karakteri gibi bazı temel burjuva varsayımlarından vazgeçemez. Ancak hareket noktası bireysel özne değil, başlangıçta fiziksel motivasyonları özümseyen (bkz. nasyonal-sosyalist "kan ve toprak" kavramı) ve kendilerini devlette ifade eden "ulus", "halk" ve hatta "ırk" haline gelir. Birey, ulusun/halkın etik dürtülerinin ve partinin/devletin iradeci ve aktivist dürtülerinin "pasif alıcısı" olarak düşünülür.
TABLO VIII
PRAKSİSİN TERSİNE ÇEVRİLMESİ ŞEMASI
Tablo VIII’YE İLİŞKİN YORUM
Doğru Marksist praksis, hem bireyin hem de kitlenin bilincinin eylemi takip ettiğini ve eylemin de ekonomik çıkarların itici gücünü takip ettiğini ileri sürer. Sadece sınıf partisi içinde bilinç ve verili koşullarda eylem kararı, sınıf çatışmasından önce gelir; ancak bu olasılık, başlangıçtaki Fiziksel ve Ekonomik dürtülerin moleküler etkileşiminden organik olarak ayrılamaz (Özet, 3).
Bazı gruplar partinin işlevini değersizleştirmekte ve devrimdeki vazgeçilmez rolünü inkâr etmektedir. Böylece İşçici pozisyonlarına geri dönerler ya da daha da kötüsü, devrimde devlet gücünün kullanımı konusunda tereddütler yaşarlar. Bu tür görüşlerin bir kenara atılması gerekir. Partiyi bilinçli unsurlardan oluşan bir grup olarak gören ama onun fiziksel sınıf mücadelesiyle zorunlu bağlantısını ve tarihin bir faktörü olduğu kadar bir ürünü olduğunu göremeyenler de aynı derecede yanlış bir yoldadır (Rapor, 8).
Bu sorunun ele alınması, Marksist determinizm yorumunun ilk ortaya atıldığı haliyle yeniden kurulmasına, ekonomik uyaranların baskısı altındaki tekil bireyin davranışı ile sınıf ve parti gibi kolektif organların işlevinin doğru yerlerine yerleştirilmesine yol açmaktadır (Rapor, 9).
Burada Marksist praksisin tersine çevrilmesini şematik bir şekilde tasvir etmek faydalı olacaktır. Bireyde, fiziksel ihtiyaçlar ekonomik çıkara ve bu ihtiyaçları tatmin etmek için neredeyse otomatik eyleme yol açar; ancak bundan sonra irade eylemleri ve muhtemelen bilinç ve teorik bilgi ortaya çıkar. Sosyal sınıf içinde de süreç aynıdır, aradaki fark birleştirilmiş güçlerin her zaman muazzam bir şekilde geliştirilmiş olmasıdır. Partide, aşağıdan partiye akan tüm bireysel ve sınıfsal etkilerin katkısı, eleştirel ve teorik bir bakış açısı ve bireysel proleterlere ve militanlara durumlara ve tarihsel süreçlere ilişkin bir açıklama ve eylemler ve mücadeleler hakkında doğru kararlar alma yeteneği aşılamayı mümkün kılan bir eylem iradesi oluşturmanın araçlarına dönüşür (Rapor, 10).
Dolayısıyla, determinizm bireyin eylemden önce irade ve bilince ulaşma olasılığını reddederken, praksisin tersine çevrilmesi buna parti içinde ve yalnızca parti içinde, genel bir tarihsel ayrıntılandırmanın sonucu olarak izin verir. Bununla birlikte, irade ve bilinç partiye atfedilebilse de partinin bir grubun tek tek üyelerinin bilinç ve iradelerinin bir araya gelmesiyle oluşması söz konusu değildir; ve böyle bir grubun bir bütün olarak sınıf üzerinde etkili olan belirleyici fiziksel, ekonomik ve sosyal faktörlerden bağımsız olduğu da düşünülemez (Rapor, 11).
Dolayısıyla, devrim için devrimci bir liderlik dışında tüm koşulların mevcut olduğunu iddia eden sözde analiz bu nedenle anlamsızdır. Bir önderlik organının vazgeçilmez olduğunu söylemek doğrudur, ancak bunun ortaya çıkması mücadelenin genel koşullarına bağlıdır ve asla bir liderin ya da öncünün zekasına ya da cesaretine bağlı değildir.
Ekonomik/toplumsal ve siyasi olaylar arasındaki ilişkilerin bu şekilde açıklığa kavuşturulması, devrimci parti ile ekonomik ve sendikal eylem arasındaki ilişkiler sorununun anlaşılması için temel oluşturmalıdır (Rapor, 12).
Sadece Marksist Şemada, hem Birey hem de Sınıftaki Faaliyet, İrade ve Bilinç sıralaması, Partide tamamen tersine çevrilmiş olarak bulunur. Partinin toplumsal gerçeklere ilişkin bilgisi geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği kapsar ve bilimsel teori düzeyine ulaşır; böylece İrade uygulayabilir ve Eyleme geçebilir.
Şemanın amacı sadece ekonomik determinizm kavramlarını basitleştirmektir. Her bir bireyde (dolayısıyla bireysel proleterde de) dış çevre üzerinde eylemde bulunma iradesini belirleyen teorik bilinç değil, Tabloda yukarı bakan oklarla gösterildiği gibi tam tersidir: Fiziksel ihtiyacın itkisi, ekonomik çıkarlar aracılığıyla, bilinçsiz bir eylemle sonuçlanır; ancak çok daha sonra, diğer faktörlerin müdahalesi nedeniyle eylem eleştirilir ve teorileştirilir.
Aynı ekonomik koşullara yerleştirilmiş bireylerden oluşan bir kombinasyon da benzer şekilde davranır (Tabloda yukarı bakan oklarla gösterildiği gibi), ancak uyaranların ve tepkilerin eşzamanlılığı daha net bir irade ve sonrasında bilinç için temel oluşturur. Bunlar ancak sınıfın sadece bir bölümünü bir araya getiren, ancak tüm farklı dürtülerden, uyaranlardan ve tepkilerden elde edilen çok geniş deneyimi detaylandıran, analiz eden ve güçlendiren sınıf partisinde kesin olarak belirlenir. Sadece parti praksisin yönünü tersine çevirebilir. Bir teoriye sahiptir ve bu nedenle olayların nasıl geliştiği hakkında bilgi sahibidir. Parti, belirli sınırlar dahilinde ve koşullara ve güç ilişkilerine bağlı olarak, kararlar ve inisiyatifler alabilir ve mücadelenin gidişatını etkileyebilir (Tabloda aşağı doğru bakan oklarla gösterildiği gibi).
Soldan sağa doğru giden oklar geleneksel düzenin (üretim biçimlerinin) etkilerini; sağdan sola doğru giden oklar ise bunlara karşı çıkan devrimci etkileri göstermektedir.
Diyalektik ilişki, devrimci partinin olayların bilinçli ve iradi bir faktörü olduğu kadar, aynı zamanda olayların ve bu olayların eski üretim biçimleri ile yeni üretici güçler arasında içerdiği çatışmanın da bir sonucu olduğu gerçeğinde yatmaktadır. Ancak partinin böylesi teorik ve aktif bir işlevi, toplumsal çevreyle ve ilkel, maddi ve fiziksel sınıf mücadelesiyle olan maddi bağlarını koparması durumunda hiçbir işe yaramayacaktır.
TABLO IX
MARKSİST MERKEZİYETÇİLİK ŞEMASI
İkinci toplantıda, 1 Eylül 1951’de (Napoli), ilk toplantıda (Roma) tartışılan sekiz Tablo ve bunların içinde özetlenen temel temalar hatırlatıldıktan sonra, "Marksist Merkeziyetçilik Şeması" başlıklı dokuzuncu bir Tablo tanıtıldı. Buna ekli olarak, nasıl işlediğini ve Komünist Sol’un bu konudaki net tutumunun anlamını açıklayan kısa ama yeterli bir yorum vardı.
TABLO IX’E İLİŞKİN YORUM
1. Sınıfı oluşturan bireyler farklı yönlerde hareket etmeye yönlendirilir. Bazıları, kendilerine danışılması ve karar verme özgürlüğüne sahip olmaları halinde, karşıt, baskın sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket edecektir.
2. Sendika üyelerinin eylemleri efendi sınıfının çıkarlarına karşı çıkma eğilimindedir, ancak anlık bir şekilde, tek bir eylem ve amaçta birleşme kapasitesinden yoksundur.
3. Sınıf ve örgütleri içindeki çalışmanın sonucu olan siyasi partideki militanlar, benzersiz, devrimci sonuç doğrultusunda harekete geçmeye hazırdır.
4. Partinin tabanından çıkan öncü organları, örgütlenme teorisi ve taktik yöntemleriyle uyumlu ve süreklilik arz eden devrimci bir doğrultuda hareket eder.
Solun duruşu, iki sapmaya karşı eşzamanlı mücadeleden oluşur:
a) Taban, demokratik olarak kendisine danışıldığı sürece (İşçicilik, Emekçilik, Sosyal-demokratlık), merkezin hangi eylemi yapacağına karar verme hakkına ve yeterliliğine sahiptir.
b) En üst merkez (siyasi komite ya da parti lideri) partinin ve kitlelerin hangi eylemi yapacağına karar vermekte yeterlidir (Stalinizm, Kominformizm) ve "yeni biçimler" ve "yeni yollar" keşfetme hakkına sahiptir.
Her iki sapma da aynı sonuca götürür: taban artık proleter sınıf değil, halk ya da ulustur. Marx ve Lenin’e göre, ortaya çıkan yön burjuva egemen sınıfının çıkarınadır.
Dokuz Tabloyu kullanarak vurguladığımız pozisyonlar, yazılı metinler biçiminde 1922 Roma Tezleri ve 1926 Lyon Tezleri’ne karşılık gelmektedir. Bunlar devrimci Marksizmin değişmez pozisyonlarıdır ve her geçen dönem değiştirilecek giysiler değildir. Kişisel görüşleri ifade etmedikleri gibi, işçi sınıfına ait olan ve onunla doğmuş, şekillenmiş bir teoriye de değişiklik getirmezler. Bunlar kişisel belgeler değil, parti metinleridir.
ÖZETTEN
2. Üçüncü Enternasyonal’in çöküşüyle damgasını vuran ikinci oportünist uluslararası tarihsel kriz, burjuva ve proleter diktatörlükler arasına geçici, genel siyasi hedeflerin yerleştirilmesi gerektiğini savunan orta yolculuğua atfedilmelidir. Ancak, proleter grupların özgül ekonomik taleplerinden vazgeçerek orta yolculuktan kaçınabileceğimiz düşüncesi de bir hatadır.
4. Marksizmin, İtalyan ve Uluslararası Sol’un tüm geleneklerine göre, proleter ekonomik örgütler içinde çalışmak ve mücadele etmek, üretici güçlerin üretim ilişkileri üzerindeki baskısı ve siyasi partinin doğru teorik, örgütsel ve taktiksel sürekliliğiyle birlikte, başarılı bir devrimci mücadelenin vazgeçilmez koşullarından biridir.
5. Burjuva tarihsel seyrin çeşitli aşamalarında – devrimci, reformist ve karşı-devrimci – sendikal faaliyet dinamiklerinin derin değişimler geçirdiği (yasaklama, hoşgörü, tabi kılma) doğruysa da, bu durum proleter kitleler ile partiye katılan azınlık arasında bir örgüt katmanının varlığının organik olarak vazgeçilmez olduğu gerçeğini değiştirmez; siyasi olarak tarafsız ama yalnızca işçilerin erişebileceği bu tür organizmalar devrim yaklaşırken yeniden diriltilmelidir.
Dünya Savaşları ve totalitarizm sonrası dönemde sendikal alanda nelerin değiştiğini incelemeye geçmeden önce, İtalyan Komünist Sol’unun Sendika sorununa ilişkin önceki duruşunu hatırlamakta fayda var.
1. Daha İtalyan partisi kurulmadan önce, 1920’de Enternasyonal’in İkinci Kongresi’nde iki temel taktik mesele tartışılmıştı: parlamenter eylem ve sendikal eylem. Seçim karşıtı akımın delegeleri, sendikaların bölünmesini ve oportünistler tarafından yönetilen sendikaları ele geçirme girişiminden vazgeçilmesini savunan sözde sol kanada karşı mücadele edeceklerdi. Her şey düşünüldüğünde, bu akımlar devrimci eylemin merkezini partide değil sendikalarda konumlandırıyor ve sendikaların burjuva etkisinden arındırılmasını istiyorlardı (Hollandalı tribünistler, Alman KAPD, Amerikalı Sendikalistler, İngiliz Fabrika Temsilcileri, vb.)
2. O andan itibaren Sol, Torino’daki "Ordine Nuovo" grubuna benzeyen ve devrimci görevi sendikaların içini fabrika konseyleri hareketi lehine boşaltmaktan ibaret gören bu hareketlere karşı sert bir mücadele yürüttü ve bu hareketleri tam gelişmiş kapitalizm altında başlatılan proleter devrimin ekonomik ve devlet organlarının çerçevesi olarak yorumladı. Dolayısıyla bu hareketler, devrimci sürecin zamanlaması ile araçlarını ciddi biçimde karıştırmıştır.
3. Sendika ve parlamento sorunları tamamen farklı bir düzlemdedir. Parlamento açıkça toplumdaki tüm sınıfları temsil ettiğini iddia eden burjuva devletinin organıdır ve tüm devrimci Marksistler parlamentonun burjuvazinin iktidarından başka bir iktidarın temelini oluşturmasının mümkün olmadığı konusunda hemfikirdir. Sorun, parlamenter vekaletlerin kullanılmasının ayaklanma ve diktatörlük yanlısı propaganda ve ajitasyon amaçlarına hizmet edip edemeyeceğidir. Bu görüşe karşı çıkanlar, bu sınırlı amaç göz önüne alındığında bile, temsilcilerimizin bir burjuva siyasi organizmasına katılarak tam tersi bir etki yaratacağı görüşünü savunacaklardır.
4. Sendikalar mesleki ve ekonomik birlikler olduğu için, kim tarafından yönetilirse yönetilsin her zaman aynı sınıftan bireyleri bir araya getirecektir. İçlerinde örgütlenen proleterlerin sadece ılımlı değil, tamamen burjuva olan temsilciler seçmesi ve sendikaların doğrudan kapitalist etkilerin hakimiyeti altına girmesi oldukça olasıdır. Bununla birlikte, sendikaların yalnızca işçilerden oluştuğu ve bu nedenle parlamento için söylediğimizi, yani yalnızca burjuva bir yönlendirmeye açık olduğunu söylemek asla mümkün olmayacaktır.
5. İtalya’da, Komünist Partisi kurulmadan önce, sosyalistler Katolik ya da cumhuriyetçi sendikalarda çalışmayı reddettiler. Daha sonra, esas olarak reformistlerin önderlik ettiği büyük Confederazione Generale del Lavoro ve anarşistlerin önderlik ettiği Unione Sindacale zamanında, komünistler oybirliğiyle ve tereddütsüz bir şekilde yeni sendikalar kurmayacaklarını, bunun yerine söz konusu sendikaların içinde çalışacaklarını ve onları fethedeceklerini ve hatta birleşmeleri için çalışacaklarını ilan edeceklerdi. Uluslararası alanda, İtalyan partisi sadece tüm ulusal sosyal demokrat sendikalarda çalışmayı değil, aynı zamanda Uluslararası Çalışma Bürosu aracılığıyla burjuva Milletler Cemiyeti ile olan bağlantıları nedeniyle Amsterdam Merkezi’ni fethedilemez olarak gören Kızıl Sendikalar Enternasyonali’nin (Profintern) varlığını da oybirliğiyle destekleyecekti. İtalyan Solu, tek bir Sendikal Enternasyonal oluşturmak amacıyla Profintern’i tasfiye etme önerisine şiddetle karşı çıkmış, yine de sendikaların ve ulusal federasyonların birliği ve iç fethi ilkesini savunmuştur.
6. a) Proleter sendikal faaliyet, birbirini izleyen tarihsel evreler boyunca burjuva politikasında önemli değişikliklere neden olmuştur. İlk devrimci burjuvaziler, Orta Çağ korporasyonlarının liberal olmayan rejimini yeniden kurma girişimi olarak her türlü ekonomik örgütlenmeyi yasakladı ve her türlü grev şiddetle bastırıldı, bu nedenle tüm ilk sendikal hareketler devrimci yönler aldı. Manifesto kısa bir süre sonra tüm ekonomik ve sosyal hareketlerin siyasi hareketlere yol açtığını duyuracaktı: kilit önem proleter birliklerin ve koalisyonların genişlemesinde yatarken, sadece ekonomik fetihleri güvencesizdir ve sınıf sömürüsünü azaltmaz.
b) Bunu izleyen dönemde, burjuvazi sosyal sorunun çözümünün gerekliliğini anlayacak ve tam da devrimci çözümü engellemek amacıyla sendikaları hoş görecek, yasallaştıracak ve faaliyetlerini ve taleplerini tanıyacaktır; tüm bu evre boyunca savaşlar yaşanmamış ve 1914’e kadar refahta göreli bir artış olmuştur. Bu dönem boyunca sendikalarda yürütülen çalışmalar, sendika kaldıracını kullanarak büyük hareketleri açıkça başlatabilen güçlü sosyalist partilerin geliştirilmesinde temel unsur oldu.
İkinci Enternasyonal’in çöküşü, burjuvazinin hemen her yerde parti yapılarına hakim olan parlamento ve sendika şefleriyle ilişkileri ve uzlaşmaları sayesinde işçi sınıfının büyük bir bölümü üzerinde belirleyici bir etki kazandığını gösterdi.
c) Rus Devrimi’ni ve emperyalist savaşın sona ermesini izleyen hareketin yeniden canlanması sırasında, mesele tam da önceki sendikalist ve siyasi bakış açısının feci başarısızlığından sonuçlar çıkarmaktı. Parti bölünmeleri yoluyla siyasi ve parlamenter hainleri temizleyerek ve yeni komünist partilerin en büyük proleter örgütlerden burjuva ajanlarını çıkarabilmesini sağlayarak dünya proletaryasını devrimci zemine çekme girişimi vardı. Bu, birçok ülkede oldukça başarılı oldu ve kapitalizm, devrimci saldırıyı engellemek için şiddetle karşılık vermesi ve sadece partileri değil, partilerin içinde çalıştığı sendikaları da yasadışı ilan etmesi gerektiğini keşfedecekti. Yine de bu burjuva totalitarizmlerinin tüm karmaşık değişimleri boyunca, sendikal hareketin tamamen ortadan kaldırılması hiçbir zaman benimsenmedi. Aksine, tamamen karşı-devrimci parti tarafından kontrol edilen ve şu ya da bu şekilde idari ve devlet mekanizmasına tamamen sadık, tek ve üniter bir organ olduğu ilan edilen yeni bir sendikal ağın oluşturulması savunuldu ve uygulamaya konuldu.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, tamamen konjonktürel nedenlerle, kapitalist totalitarizmin yerini demokratik liberalizmin aldığı yerlerde bile, daha önce harekete geçirilmiş olan sendikal dinamik kesintisiz olarak devlet kontrolüne doğru ilerlemeye ve resmi idari organizmalara dahil olmaya devam etti. Eski reformist taleplerin diyalektik tamamlayıcısı olan faşizm, sendikanın yasal olarak tanınmasını yürürlüğe koydu; bu şekilde sendika, işverenlerle yapılan toplu sözleşmelerin makam sahibi olabildi ve tüm sendikal örgütün burjuva sınıf iktidarına tamamen bağlanarak fiilen hapsedilmesinin yolunu açtı.
Böyle bir sonuç, kapitalist rejimin savunulması ve korunması açısından hayati önem taşır çünkü sendikal örgütlerin örgütsel çerçevesini etkilemek ve kullanmak, komünist parti önderliğindeki her devrimci hareket için vazgeçilmez bir aşamadır.
7. Açıktır ki, sendikalardaki bu radikal değişimler sadece karşıt sınıfların, onların partilerinin ve hükümetlerinin siyasi stratejilerinden kaynaklanmıyordu, aynı zamanda işveren ve ücretli işçi arasındaki ekonomik ilişkilerin değişen doğasıyla da önemli ölçüde bağlantılıydı. İşçinin üretim tekeline emek-gücü tekeliyle karşı koymaya çalıştığı ilk sendikal mücadelelerde, çatışmanın keskinliği proleterin günlük ücreti dışında hiçbir kaynağa sahip olmamasından kaynaklanıyordu. İşçinin tüketim mallarından oluşan herhangi bir yedek fondan mahrum bırakıldığı bir dönemde, her mücadele kelimenin tam anlamıyla bir ölüm kalım meselesi haline geldi.
Marksist artan yoksullaşma teorisi, saf proleterlerin sayısındaki sürekli artış ve bununla yakından ilişkili olarak proleter ve orta sınıf katmanlarının son rezervlerinin mülksüzleştirilmesiyle doğrulanmaktadır; bu süreç savaşlar, yıkım, parasal enflasyon vb. tarafından yüz kat hızlandırılmıştır. Her ne kadar artan yoksullaşma kuşkusuz hala genel eğilim olsa da ve birçok ülkede işsizlik rakamlarının muazzam olduğu ve proleterlerin düpedüz katledildiği doğru olsa da, yine de sanayi üretiminin geliştiği her yerde, istihdam edilen işçiler için bir dizi reformist yardım ve ihtiyati tedbirin var olduğunu görebiliriz. Bunlar, zenginlikte küçük bir payı temsil eden yeni bir ekonomik rezerv türü oluşturmakta ve bu da bu bölgelerdeki işçinin konumunu bir anlamda zanaatkâr ve küçük köylüye benzetmektedir. Dolayısıyla ücretli işçinin kaybedecek bir şeyi vardır ve bu da onu sendikal mücadeleler patlak verdiğinde ve daha da kötüsü grevler ve isyanlar olduğunda tereddütlü ve hatta oportünist yapar. Bu, Marx, Engels ve Lenin tarafından sözde işçi aristokrasisi ile ilgili olarak dikkat çekilen bir olguydu.
8. Falanca ülkede devrimci komünist partisinin belirli sendika türlerinin çalışmalarına katılıp katılmayacağı sorusu bir yana, sorunun buraya kadar özetlenen unsurları, genel bir devrimci hareket olasılığının aşağıdaki temel faktörlerin varlığına bağlı olduğu sonucuna götürmektedir: 1) Saf ücretli işçilerden oluşan büyük ve çok sayıda bir proletarya, 2) proletaryanın büyük bir bölümünü kapsayan ekonomik içerikli büyük bir sendikal hareket, 3) işçilerin militan bir azınlığından oluşan ve mücadele sırasında sendikal hareket içindeki kendi etkisini burjuva sınıfının ve burjuva iktidarınınkine geniş ve etkili bir şekilde karşı koyabilen güçlü bir devrimci sınıf partisi.
Mücadelenin sonucunu belirleyecek olan bu üç koşulun her birinin gerekliliğini ortaya koyan faktörlere, bunların etkili bir şekilde bir araya getirilmesiyle ulaşılmıştır: a) bireyin temel ekonomik ihtiyaçlarını büyük toplumsal devrimlerin dinamikleriyle ilişkilendiren tarihsel materyalizm teorisinin doğru bir şekilde uygulanmasıyla, b) proleter devrimin ekonomi, siyaset ve devlet sorunlarıyla ilgili olarak doğru bir şekilde yorumlanmasıyla, c) işçi sınıfının tüm örgütlü hareketlerinin tarihinden çıkarılan derslerle – olağanüstü başarılar ve zaferler kadar yozlaşmalar ve yenilgilerden de.
Burada ana hatları çizilen perspektifin genel çizgisi, sendika tipi birliklerin değiştirilmesi, dağıtılması ve yeniden kurulması sırasında her türlü farklı durumun ortaya çıkacağını; yani çeşitli ülkelerde ortaya çıkan tüm bu birliklerin, ya bir zamanlar kendilerini sınıf mücadelesi yaklaşımına dayandırdıklarını ilan eden geleneksel örgütlerle bağlantılı olacağını ya da muhafazakar olanlar da dahil olmak üzere en farklı yöntemlere ve sosyal eğilimlere az çok bağlı olacağını göz ardı etmez.