Enternasyonal Komünist Partisi

Varşova Komünü’nü Hatırlamak

(Il Programma Comunista, 1953)


Polonya’nın dördüncü paylaşımı (öncekiler sırasıyla 5 Ağustos 1772, 4 Nisan 1793, 24 Ekim 1795’te Rusya, Avusturya ve Prusya tarafından gerçekleşti) Hitler Almanyası ve Stalin Rusyası tarafından 23 Ağustos 1939 Rus-Alman saldırmazlık paktı ile tescillendi. Polonya topraklarının yarısının sahibi olan Nazi ordularıyla birlikte çalışan Sovyet birlikleri, 17 Eylül 1939’da Polonya’ya doğudan saldırdı ve işgal etti. Böylece bölünme tarihi bir gerçek oldu. Rus birlikleri Molotov-Ribentrop Paktı’nın diğer gizli maddelerini uygulayarak Bukovina, Besarabya ve Baltık devletlerini de işgal etti.

Kremlin’in saraylı tarihçiliğinin Haziran 1941’den beri zaman kazanmak için kullanılan bir Makyavelist araç olarak sunmaya çalıştığı Rus-Alman paktı, savaş kurbanının topraklarının paylaşılmasıyla sınırlı değildi. Buna dayanarak, Rusya’nın Almanya’ya Nazi savaş üretimini beslemek için gerekli olan büyük miktarlarda petrol, kömür, ham pamuk ve mineral sağladığı ticaret anlaşmaları üzerinde anlaşmaya varıldı. Sonrasında Fransa, Belçika, Hollanda, Norveç, Yugoslavya ve Yunanistan Nazi işgaline uğradığında, bunda Rusya’nın Hitler hükümetine sunduğu maddi yardımın da payı vardı. Bugün Moskova hükümeti kendisini bu ulusların Amerikan emperyalizmine karşı bağımsızlığının babadan kalma koruyucusu olarak sunduğunda ve Avrupa Savunma Topluluğu içindeki her Alman yeniden silahlanması tartışmasında Fransız parlamentosundaki Stalinistler ve Gaulistler Alman hükümeti lehinde tutum aldığında, bu geçmiş hatırlanmalıdır. Stalinistler ve Gaullistler, Bidault ve General De Gaulle tarafından 1944 Noelinde Kremlin’de imzalanan Fransız-Rus Paktı’nın eski haline getirilmesini talep ediyorlar. Ancak yadsınamaz gerçek şu ki: Eylül 1939’dan Haziran 1941’e kadar Alman-Rus koalisyonu milli bağımsızlık hakkını sadece kendisine saklayarak Avrupa’yı bölmeyi kabul etmişti

Devrik milli burjuvazinin ve işgalciler tarafından devrilen ve ezilen milliyetlerin görüşü bu değildi. Ancak işgale karşı tepki, sınıf egemenliğinin talepleriyle dayatılan burjuva sınıfının tipik biçim ve tarzlarında yürütülmek zorundaydı. Bir yandan, işgalci askeri yetkililerin iradesine gönüllü olarak tabi olan, sözde “vatan haini” saman hükümetleri kurmaya çalıştılar; öte yandan, amansız bir savaşta aç ve kana bulanmış işçi sınıfının alt katmanlarının çaresizliğini ve isyanını, işgalciye karşı ulusal ve milliyetçi direniş amacıyla kurnazca kullandılar. Avrupa burjuvazisi, Rus-Alman koalisyonu tarafından dikte edilen bir barışın olası olmadığını hesapladı. Buna göre, gelecekte ABD ve Britanya İmparatorluğu’nun karşı koalisyonuna dahil edilmeleri için koşulların hazırlanması acildi. Böylece, tehlikeli bir ikili oyuna cesaretle giriştiler; ama partizan savaşının popülist demagojik tuzaklarına hapsolmuş işçi sınıfına ayrılmış en sert ve en kanlı görevleri üstlenmemeye özen gösteriyorlardı. İşgalci güçlerin baskısı, ölümcül bir acımasızlıkla çözüldü. Savaşta müttefikler, işgal altındaki toprakların ekonomik sömürüsünün ortakları, Almanya ve Rusya, görünürdeki ideolojik farklılıklarına rağmen, Polonya milli direnişinin acımasızca bastırılmasına eşit bir anlaşmayla önderlik ettiler ve daha sonra Varşova’daki proleter ayaklanmayı ezdiler.

Rus ve Alman Genelkurmay Başkanlığı, Eylül 1939’da, önceden belirlenmiş bir plana göre Polonya’yı işgal etmeye ve bölmeye giriştiyse, devlet polisi daha az anlaşma ile çalışmadı. Mart 1940’ta, Gestapo yetkilileri (Moskova’nın daha sonra en kötü suçlarla suçlayacağı ve Nürnberg davasında sert bir şekilde yargıladığı meşhur Nazi siyasi polisi), Polonya yeraltı örgütlerini ezmeyi amaçlayan bir ortak baskı planı üzerinde anlaşmak için NKVD’den (Beria’nın gizli polisi) bir delegasyonla bir araya geldi. Rus-Alman paktının bozulmasından sonra kendi çevrelerinde neşeli bir partizan mitolojisi yaratmak zorunda kalan Stalinistler, Polonya’nın Rus-Alman işgali sırasında kesinlikle sessiz kaldılar. Polonya direnişi üzerine yakın zamanda yayınlanan bir kitap olan ve Bor-Komorowskj tarafından kaleme alınan Gizli Bir Ordunun Tarihi, Polonya’daki 168 Nazi karşıtı yayından yalnızca Kasım 1941’de, yani aralarında savaşın başlamasından beş ay, eski müttefikler Rusya ve Almanya’nın Polonya’yı işgalinden yirmi ay sonra, gizli bir Stalinist broşürün ortaya çıktığını söylüyor. Kitabın yazarı, Fransa’daki bir Polonyalı mülteci, ki muhtemelen Batı Dışişleri Bakanlıklarının lütfu içindedir, ancak bu, Polonyalı Stalinistlerin Rus işgali sırasındaki tutumu hakkında söylediklerinin gerçeğe tekabül ettiğini değiştirmez. Doğu Polonya’nın Rus işgalini kabul eden Stalinistler, Almanların Ruslarla anlaşarak gerçekleştirmiş olduğu Polonya’nın Batı kısmının ilhakına karşı çıkamadılar.

Gestapo ve NKVD arasındaki işbirliğinin sonuçları, Naziler tarafından Varşova gettosunun (Yahudi mahallesi) yıkılmasıyla sonuçlanan kanlı Yahudi aleyhtarı kampanyada ve NKVD jandarmalarının devasa bir katliamla bastırdıkları binlerce Polonyalı subayın hayatına mal olan Katyn katliamında görüldü. Rus ve Alman işgalciler, her biri kendi işgal alanında ve ortak bir amaç doğrultusunda iç düşmanlarından, Yahudilikten ve militarist Polonya milliyetçiliğinden kurtulmaya özen gösterdiler. 1944’te, savaş durumuna rağmen, eski müttefikler, cephenin üzerinde, Alman işgalciye karşı ayaklanan Varşova Komünü’ne karşı korkunç bir kanlı polis operasyonu yürütmek zorunda kaldılar ve böylece Prusyalıların ve Fransız cumhuriyetçilerin ateşkese rağmen, utanç verici Sedan yalanına rağmen 1871 Paris Komünü’ne karşı hain politikasını tekrarladılar.

Nisan 1943’ten bu yana, Nazi hükümeti, Haziran 1941’e kadar Ruslar tarafından işgal edilen doğu Polonya’da bulunan Katyn ormanında keşfedilen toplu mezarlarda Polonyalı subayların binlerce cesedinin bulunmasını kınadığından ve NKVD’yi korkunç katliamı gerçekleştirmekle suçladığından beri Kremlin, büyük suçlamayı öfkeyle reddederek yanıt verdi. Ancak, en azından ilk günlerde Yahudilere yönelik kitlesel baskının, Rus askeri yetkililerinin zımni suç ortaklığıyla Alman Gestapo tarafından gerçekleştirildiğini nasıl inkar edebilir? O zamanlar Rusya ve Almanya müttefikti; Polonya’ya birlikte hakim oldular; uluslararası düzeyde ortak veya yakınsak bir politika yürüttüler.

Katyn katliamı, yoksul, silahsız, elleri arkadan bağlı Hıristiyanların yürek burkan bir katliamıysa, toplu mezarların kenarına götürüldüyse ve kafalarının arkasından vurulduysa, Varşova Gettosu’nun yıkımı, her yaştan ve cinsiyetten 400.000 Yahudi’nin şiddetli sokak dövüşlerinin ortasında, bodrumlarda ve lağımlarda hayatına mal oldu. Gerçekleşen, öfkeyle yamyam canavarlara dönüşen askerler ile çaresizlikten kana susamış halde kendilerini bir intikam intiharına adayan savaşçılar arasındaki korkunç bir kavgaydı.

Yahudilerin sistematik katliamı, Alman işgalinin başlangıcından itibaren başladı. Naziler, her şeyden önce, daha az önemli şehirlerdeki Yahudi topluluklarını ortadan kaldırmaya ve onları toplu halde büyük kasabalara aktarmaya başladı. Bunun bir sonucu olarak, 1942’nin başında, Varşova gettosunda korkunç yoksulluk ve sefalet koşullarında yaşayan 400.000 erkek, kadın ve çocuk vardı. Alman makamları bir ay boyunca kişi başı iki kilo ekmek verirdi. Bu sayede binlerce insanı silahlarını kınlarında tutarak açlıkla bastırmak mümkün oldu. Lublin gettosundan alınan yüz otuz bin Yahudi, Belzec imha kampının gaz odalarında katledildi. Temmuz ve Ağustos aylarında katliamlar devam etti: Belzec, Sobilar, Treblinka kamplarına getirilen Yahudiler tamamen soyunma emri aldılar, gaz odalarına götürüldüler, ormanlardaki toplu mezarlara gömüldüler. Katliamların tüyler ürpertici haberi Varşova Gettosu’na ulaştı ve orada yaşayanlara kendilerini bekleyen acımasız akıbeti bildirdi. Bir tuzağa yakalanmışlardı; gaz odalarında ölmekle bir ayaklanmada ölmek arasında seçim yapmaktan başka seçenek yoktu. 19 Nisan 1943 gecesi, bir SS bölüğü gettoya girdi, ancak yoğun tüfek ve makineli tüfek ateşi ile karşılandı. Esir alınırsa öldürüleceklerinden emin olan Yahudiler, ellerinde silahlarıyla ölmeye karar vermişlerdi. Paskalya Pazartesi’sinden Cumartesi’ye yedi gün boyunca kendilerini öfkeli bir kahramanlıkla savundular, yakın mesafeden gettodaki evlere yönelik ölümcül topların ateşine, itfaiyecilerin başlattıkları yangınlara ve kimyasal bombalara meydan okudular. Mayıs sonunda son ev yıkıldı ve son Yahudi öldürüldü.

İsrail uyruklu Bay ve Bayan Rosenberg’in infazı vesilesiyle Moskova’dan yöneltilen propaganda, Amerikan hükümetini antisemitizmi körüklemekle suçlayarak mağrur eleştiriler yaptı. Özellikle siyahlara karşı ırksal nefret, Amerikan burjuvazisini rezillikle lekeliyor. Ancak Naziler tarafından Polonyalı Yahudilere karşı yürütülen imha kampanyasının, Rusların Polonya’yı Almanya ile birlikte işgal ettiği ve Gestapo’nun NKVD’ye danıştığı sırada başladığı da aynı derecede doğrudur.

Yahudilere ve asi milliyetçilere karşı yaşanan Stalinist-Nazi kutsal ittifakı, Rusya ile Almanya arasındaki savaş durumuna rağmen, Hitler’in cellatlarına karşı kahramanca ayaklanan Varşova proletaryasına karşı yeniden kurulacaktı.


* * *

Bu makalenin ilk kısmında, Polonya’da (o zamanlar Rusya ile müttefik olan) Almanya’nın Yahudilere ve “direniş”e karşı yürüttüğü şiddet ve imha politikasının aşamalarını hatırlattık. Ardından cepheler değişti.

Ağustos 1944’teki Varşova Komünü, İkinci Dünya Savaşı’ndaki en vahşi katliamlardan biri olmanın yanısıra, kolektif kahramanlığın da örneği oldu. Düzenli ordular arasındaki savaşları karakterize eden, aptal ve pasif kalabalığın arkasında sürüklenen mekanik canavarların ezici bir çarpışması değildi bu. Gerçekleşen, yangın çıkaran şişeler ve el bombalarıyla donanmış insanların, Haziran ayından bu yana 400 kilometrelik bir cephede ilerleyen ve Anglo-Amerikalılar Normandiya’daki köprü başlarını genişletirken 28 Temmuz’da Varşova kapılarına ulaşan Mareşal Rokossovsky’nin muzaffer taarruzuyla öfkelenen Wehrmacht’ın motorlu ve zırhlı sütunlarına karşı mücadelesinin kahramanca çılgınlığıydı. 1 Ağustos’ta Varşova’da patlak veren proleter ayaklanma karşısında münhasıran Moskova hükümetinin tavrı Rokossovsky birliklerinin ilerlemesini engellemek olacaktı!

Gestapo ve NKVD arasındaki toplantılar zamanının habis ilişkisi tekrar ediyordu. Varşova içindeki mücadele korkunç boyutlara ulaşmaktaydı. Fethedilen bir silah deposundan alınan SS üniformaları giyen isyancılar, Nazi birliklerine sürpriz bir şekilde saldırdı ve zırhlı araçları ele geçirdi. Almanlar Tiger tanklarını kullanıyor, bombardıman yapıyor, tüm mahalleleri ateşe veriyor, sivilleri diri diri yakıyor, erkekleri, kadınları ve çocukları mahzenlere inmeye ve el bombalarıyla yok etmeye zorluyordu. Ancak Merkez Postanesi, gaz fabrikaları, filtre istasyonu ve ana tren istasyonunun depolarını kaybettiler. Bütün mahalleler, proletaryanın başında savaştığı isyancılar tarafından özgürleştirildi.

Rusların gelişi, Rokossovsky’nin ilerleyişinin yeniden başlaması bekleniyordu. Ancak, açıklanamaz bir şekilde, Rus birlikleri hareketsiz kaldılar. BBC ayaklanmanın haberini Lehçe veriyordu. Radyo Moskova sessizdi. Luftwaffe isyancıların işgal ettiği bölgelere bombalar yağdırıyordu. Şehrin gökyüzünde tek bir Rus uçağı görünmüyordu. Nazi celladına yardım etme görevini Rusların üstlendiği açıktı.

İsyanın ancak dördüncü gününde, 4 Ağustos’ta Komünist Parti, kendi örgütlülerine, kendilerini Orgeneral Bor’un emri altına sokarak isyana katılmaları için emir verdi.

Nazilerin bir saldırı başlattığı gün, Churchill ile Stalin arasında heyecanlı bir mesaj alışverişi gerçekleşti. Ayaklanmayı kendi çıkarları için kullanmaya hevesli olan İngiliz başbakanı, Stalin’i isyancılara yardım etmeye davet etti. Stalin, Varşova’yı savunan “Hermann Goering” de dahil olmak üzere dört Alman zırhlı tümeniyle yüzleşmek için aciz olduğunu düşündüğü isyancıların askeri yeteneklerini karalayarak kuru bir şekilde Churchill’i geri çevirdi. İngiliz ve Rus hükümetlerinin liderlerinin ortak amacı, tekrar ediyoruz, ayaklanmayı kendi emperyalist amaçları için kullanarak etkisiz hale getirmekti. Churchill, Rokossovsky’ye Varşova’yı fethetmesinin emredilmesi suretiyle Ruslara burayı koruma altına almalarını teklif etmişti: Stalin, düşmanın ancak öldüğünde düşman olmaktan çıkacağı ilkesine sadık kalarak, Rokossovsky’ye gizlenmesini emretti ve Nazilere isyancıları katletme görevini bıraktı. Stalin, Paris Komünü sırasında Bismarck’ın tutumuyla tam olarak aynı şekilde davrandı, aynı sözleri söyledi.

Devasa bir beton ve çelik tuzağına hapsolmuş olan Varşova Komünü teslim olmadı. Müttefikleri olduğuna inandıkları kişiler tarafından ihanete uğrayarak, kendi içinde, fiziksel korkunun kendisinden daha kötü bir düşman olan hayal kırıklığını bile aşmaya yetecek kadar kahramanlık buldu. Almanlar insanları ve evleri sistematik bir gaddarlıkla yok ediyor: hava bombardımanını topçu ateşiyle birleştirerek sokaklara yangın çıkaran ve patlayıcı bombalarla saldırıyorlardı. Sokaklar boşaldığında piyadeler, çöken molozları ölü ve yaralıların üzerine alev püskürterek ilerliyorlardı. “Nebelwerfer” binalara fosforlu ve patlayıcı bombalar atıyordu. İlk kez, patlayıcı yüklü, elektrikle çalışan küçük tanklar olan “Goliath”ı kullanılıyordu. Bunlar müthiş araçlardı: yollarına çıkan her şeyi yok ediyorlardı. 10 Ağustos’ta Müttefik uçakları silahları ve mühimmatı isyancılara paraşütle atmaya çalıştı, ancak Almanlar yerdeki ışık sinyalleriyle açıkça tanımlanan alana ateş açtı. Kan nehirleri aktı.

13 Ağustos’ta Rus ajansı “Tass”, ayaklanmanın sorumluluğunu Londra’daki Polonyalı sürgünlere yüklediği ve Varşova partizanları ile Rus birlikleri arasında bir bağlantı olduğuna dair haberleri yalanladığı bir bildiri yayınladı. Fakat Moskova’nın söylediği doğruysa, savaşta İngiltere ile müttefik olan ve Polonyalı komünistlerden oluşan bir “Ulusal Kurtuluş Komitesi”nin koruyucusu olan Rus hükümetinin görevi isyanın yardımına koşmak değil miydi?

17’sinde, komün bir ölüm ıstırabına girmeye başladı. Almanlar, mermileri bir buçuk ton ağırlığındaki 600 mm obüslerden toplarla hazırlayarak cehennemi bir taarruza başlarlar. Kara topları, Tiger tankları, Goliath’lar ve uçaklar tarafından şiddetle bombalanan isyancılar savaşmaya devam ediyordu. Yetmiş bin Wehrmacht adamı, yanlarında mahzenlerde hayvanlar gibi çömelmiş, açlık ve susuzluktan kıvranan, sürekli olarak bombalarla yıkılan binaların molozları altında ölüm tehditi altındaki kadınlar, yaşlılar ve çocuklar bulunan komünistler tarafından savunulan mahallelere saldırdı. Üç gün boyunca isyancılar bir karşı saldırı başlatmayı başardılar. Kavga çılgınlığın sınırlarına ulaştı. Geri çekilmek zorunda kalan isyancılar, şehrin yeraltı geçitlerine, kanalizasyona sığınırlar. Almanlar tünellere el bombaları ve gaz bombaları atıyor ve mahkûmları olay yerinde vuruyordu. İsyancılar son ana kadar Rus birliklerinin gelişini beklediler. Nafile! Rus birlikleri ancak katliamdan üç ay sonra şehre gireceklerdi...

29 Eylül’de Almanlar ayaklanmaya karşı genel bir saldırı başlattı. 3 Ekim’de, 63 günlük destansı savaşın ardından, komünün son savunucuları, kahramanca davranışlarının farkında olarak Cenevre Sözleşmesini uygulamaya ve isyancılara savaş esiri muamelesi yapmaya kararlı olan Almanlara teslim oldular. Cellatın kendisi kanla boğuldu. Yıkılan mahallelerde on beş bin ölü yatıyordu.

İlk bakışta, Moskova hükümetinin isyancılara yardım etmeyi reddetmesi, İngiliz emperyalizmiyle bağlantılı olduğu bilinen Londra’daki Polonyalı mültecilerden oluşan sürgündeki Polonya hükümetinin siyasi güçlerinden kurtulma konusundaki milliyetçi çıkarlarına bağlanabilir. Savaşın kazananları arasında patlak veren sözde soğuk savaş ve ondan önce, Polonya’da Stalinistler ile Batı yanlısı partiler arasında patlak veren şiddetli çatışmalar, bu varsayımı kanıtlıyor gibi görünüyor. Ancak, sonraki tarihsel evrimin de doğrulayacağı gibi, Polonya’daki Rus askeri işgalinin Stalinistlerin siyasi kontrolünü garanti altına alması, Moskova’nın isyancıların tuzağa düşmesine yol açacak çok farklı bir amaca güvendiğini gösteriyor. Stalin hükümeti, uluslararası proletaryanın önünde devrimci bir ajan olarak sahte prestijini kurtarmak için yola çıktı. Devrimci proletarya tarafından aranan ve savunulan Varşova Komünü ölmek zorundaydı. Ellerini kirletmekten kaçınan Rus hükümeti, kötü şöhretli görevi Nazi ordusuna devretti.

Varşova Komünü’nün görkemli sonu, Moskova hükümetinin siyasi Cizvitliğinin kanlı bir delili, uluslararası Stalinizmin karşı-devrimci görevinin kanıtlanmış bir ithamıdır. Proletaryanın gelecekte kapitalizme karşı devrimci bir iç savaş ilan ettiği ve savaştığı her yerde, 1944 yazında Varşova’da olduğu gibi ya da 1953 yazında Berlin’de olduğu gibi, karşısında karşı devrimin Stalinist jandarmalarını bulacağını göstermektedir. Ama hesap günü gelecektir. O zaman Stalinizm, Varşova Komünü’nün düşen 15.000’inin bedelini de ödemek zorunda kalacaktır.