|
||
|
||
|
Devrimci komünist, Marx’ın dahi bahsettiği olumsuz bir varsayım olan ‘tüm sınıfların mahvı’ndan değil, komünist devrim hipotezinden yola çıkar.
Bu, böylesi bir ihtimali yok saydığımız anlamına gelmemektedir, zira bu ihtimal hem vardır hem de barizdir, lakin basit bir yadsımaya dayanmamız yeterli değildir. Bu durum özellikle burjuva düşünüşün gerçekliği bir ‘hiçliğe’ indirgenebilir şekilde resmetmek istediği bir tarihsel dönemde yaşadığımız için böyledir: bu yadsıma bir yanıyla genel olarak hayata karşı bir nefrettir, bir karalamadır ve yalnızca hayattaki krizleri temsil etmektedir.
Salt analist olma, mezar kazıcılığa heveslenip ‘çöküş’ hakkında atıp tutmakla kalma rolünü oynamayı hep reddettik. Devrimcinin tavrı meseleleri çağdaş ‘güçlü’ ve ‘zayıf’ düşünce okullarının savruk ideolojilerinin yaptığı gibi yalnızca ak ve kara olarak veya hatta yalnızca kara olarak görmek değildir. Gerçekliğin diyalektik doğasını tanımak, rekabetçi ve retorik biçiminde ortaya çıkan sofist diyalektiği dıştalamayı gerektirmektedir. Entropi teorisyenleri doğal ve toplumsal gerçekliği kolaylık uğruna kapalı bir sistem olarak sunarlar, ‘tabii’ bilimlerin destekçileri ise ‘öznelci etkiler’ altında hiç kalmıyorlarmış gibi poz kesmeyi pek severler. Bu çalışmamızda amacımız sistemin kapalı olmadığını, aksine açık ve sonsuz bir gerçeklik olduğunu göstermek ve bu durum karşısında resmi bilimin çaresiz kaldığını zira laboratuvar ortamının ikincil ve yapay doğasının yani doğanın yadsımasının rahatlığını tercih ettiğini ortaya koymaktır.
Mesela fizyoloji açısından: açlık aklı keskinleştirir! Ruh aklı sıkıntıya sokar. Tarihin motoru aç sınıfların karnı toklara baskısıdır; lakin bu açların kendiliğinden tokların devletini devirdiği anlamına gelmek zorunda değildir.
Bu fikir ruhban sınıfının yaptığı bir indirgemeden ibarettir, binlerce yıllık deneyimin yücelmiş tepelerinden egemen sınıfları olası tehlikelere karşı savunmaya geçmeye çağırma işlevi gören bir bayraktır! Lakin tam da açlık zekayı keskinleştirdiği için zeka salt doğal, kendiliğinden ortaya çıkan bir sonuç olamaz. Tarihsel ve toplumsal deneyimler zekanın, teorinin aklın ve beynin dengi olduğunu, yani diyalektik olarak tüm iniş çıkışlarıyla diyalektik olarak birikmiş deneyim olduğunu göstermektedir. Böylesi bir birikim bir açıklama gerektirmektedir. Bu sürecin tarihsel ve diyalektik materyalizm çerçevesinde sınıfların mücadele tarihinde açıklandığı varsayımını böylelikle yineliyoruz.
Nietzsche ve muhtelif vasat dahileriyle burjuva ideolojisi fizyolojinin değerini ve ruh ile felsefenin sefaletini gölgelediğinde bile bireysel kahramanın ötesine geçemez ve böylelikle ancak Nietzsche gibi dansçıların sonunda düşüp boyunlarını kırmalarına neden olacak akrobatik düşünce hareketlerini çözemeyen esnafın kolayca kanına girebildiği bir figür çıkartıp kalır.
Yalnızca devrimci komünizmin tarihsel ve diyalektik materyalizmi gerçekten derin bir fizyolojinin ilerleyişini, yani komünite denilen üniter, sözsüz, spiritüel gerçekliği toplumsal düzeyde ortaya koyabilir. Marx’a göre ‘Hakiki insan doğası, insan varlığının hakiki komünitesidir’.
Psikoanaliz açısından fetişizm, çocuğun anasının eteklerine yapışmasından doğan nevrotik bir patolojidir. Bu durumda metanın fetiş karakteri nedir? Burjuvazi çocukluğundan beri kimin eteklerine yapışmış kalmıştır? Cevap barizdir! Doğa Ana’nın, lakin diyalektik ifadesinde görülen halinin değil metafizik ve soyut ifadesinin.
Velhasıl klasik ekonomistlerin sözde doğal iktisadi kanunları, taklitçilerinin vasat iktisatlarından farklı olarak aksi yöndeki tüm kanıtlara rağmen yasaları özü itibariyle sabit ve değişmez görür.
Burjuvazi ‘Büyük Ana’ hipotezini ortaya attığı için meta bir fetiş olur ve onu ne zaman (kendi eliyle) küçük düşürülmüş ve gücendirilmiş görse, onu kirletmenin (lekesiz olmasından dolayı) imkansız olduğunu iddia eder. Bu, meta kutsaldır, başka seçenek yoktur demek gibidir.
Böylesi bir yaklaşımın patolojik ve sağlıksız derecede nevrotik doğasının altını çizdik lakin ayrıca bu vaziyetin olgusal bağlamlarını da ele almamız gerekiyor: burjuvazi meta fetişinin eteklerine nasıl sarılır? Pazar rejimini sınır ve toplumsal enerjilerin istikrarının tek aracı olarak belirleyerek. Lakin aslında, ırsi yetersizliğinden dolayı pazar türsel ekonominin yadsımasıdır ve burjuvazi samimi bir fizyolojiye varmaya, vücudun bilgisine ulaşmaya, gerçekten büyük bir ekonomi kurmaya kadir değildir zira bedensellik teorisini bir soyutlama olarak reddederler. Vücudun gerçek bilgisi, insan türü ve doğa arasındaki karşılıklı ilişkide, maddi tabirle ‘insanın doğallaşması, doğanın insanileşmesi’ anlamına gelen, insanlık ve doğa arasındaki dönüşümün döngüsünün kavranılmasındadır.
Öte yandan, komünist toplumların geçmişte yapılmış (yani sınıfçı olan!) tasfirleri, komünizm ihtiyacının ideolojik olarak ters-yüz olmuş ifadeleridir. Mistik yani esrarlı vücuda yapılan göndermeler (egemen sınıfların ruhçu tasvirleri bir yana), türün varlığını ‘herkese ihtiyacı kadar, herkese yeteneğine göre’ komünist formülüne göre idame ettirmesi ihtiyacına işaret etmişlerdir.
Yalnızca komünizm sınıf mücadelesinin diyalektik sürecinde toplumsal türler rejimine ulaşılması için gerekli anahtarı öngörebilir; bu birey ve türün burjuva toplumun ve tüm sınıflı toplumların çelişkileri olmadan tutarlı bir birlik teşkil ettikleri bir rejimdir. Sınıflı toplumlarda tek umabileceğimiz sembolik bir komünal yemektir fakat mistik vücudun hakiki bir fizyolojik gerçekliği, yani Yunan Mistisisleri gibi gözleri olmadan, sıradan fanilerin görebildiklerinden fazlasını gören bir kahinenin vucudu değildir.
Buradan varılan sonuç, mistisizme kadir tek toplumun komünizm olduğudur.
Lakin burjuva analitik düşünce okullarının hayal ettiği gedikli tasvirlerden öte bu kafa karışıklığı ve kayıtsızlık değil komünite yani soyut bir düzen değil fiili olarak var olan bir düzen anlamına gelmektedir. Başka bir ifadeyle canlı türlerinin gerçekten bir plana göre üretip üreyebildiği, gerçekleşmiş ve hala genişlemekte olanı kendinde bir son olarak değil fiili bir yaşam biçimi olarak gerçekleştirdiği bir durumu imlemektedir. Tür mistiktir çünkü hemen ile şimdi arasında bir çelişki görmeden kendi kendisini görebilir. Öte yandan ne hikmetse genelde bu durumdan güneşin doğuşunun engellenemez olduğu sonucu değil sınıflı toplumun varlığını ve geleceğini önkoşullarının ‘doğal’ gelişimi olarak sürdürmesi sonucu çıkartılır.
Hep iddia ettiğimiz üzere, sınıflı toplumun egemenliği esnasında bu türden tasarlanmış bir hayatı yaşayabilen ve yaşamaya çalışan tek gerçeklik partidir.
Bu bağlamda partinin kapalı gözlerle esrarlı şekilde tekil militanların bireysel gözlerinden fazla görebilme ve içsel ilişkilerinde bu şekilde yaşayabilmesi yetisi anlamında kendine has bir mistisizmi vardır.
Partinin genel ve bütünlüklü bir vizyon avantajı vardır; parti, komünizmin gözlerimizin önünde yeşermesidir.
5. Gerçekten Büyük İktisattan Gerçekten Büyük Ekolojiye
Büyük iktisattan büyük ekolojiye geçiş, burjuva toplumun gelişim yasalarından sosyalizme dönüşümdür.
Kapitalist toplum gerçekten büyük bir ekonomi tasvir etme konusunda basiretsiz olduğunu kanıtlamıştır, ne bunu gerçekleştirebilir ne de diyalektik yasalarını kavrayabilir ve hayali bir ‘nefes’ resmini kullanarak büyük çapta bir ekoloji planı olduğunu iddia ettiğinde yalan söylemektedir. Zira burjuvazinin sözleri Sanskritçede var olmak = nefes almak = yaşayan varlık anlamına gelen büyük ritmik nefese tekabül edemezler. Yalnızca komünizmde yüksek felsefe ve varlık (önemsiz ve ruha layık değilmiş zannedilen) yemek yemek eylemi ile ruhun nefesi arasında, gerçekten mutlak varlığa yani Tanrı’ya layık organik bir devre teşkil edebilir.
İtalyanca’da İlah anlamına gelen Dio kelimesinin etimolojik karşılığının yaşayan ve ebediyen nefes alan varlık anlamına gelmesi tesadüf değildir.