Enternasyonal Komünist Partisi Bölünmez ve Değişmez Parti Tezleri Bütünü

Örgütlenme Sorunu Üzerine Tezler Hakkında Notlar

(Appunti per le tesi sulla questione di organizzazione, Il Programma Comunista, n. 22 Kasım 1964)
 

1) Komünist partiler için bir örgütlenme türü olarak Solun "organik merkeziyetçilik" formülüyle karşı çıktığı "demokratik merkeziyetçilik" ifadesi, her şeyden önce Zinovyev’in İkinci Kongre’de sunduğu "Proleter Devrimde Komünist Partinin Rolü" konulu tezlerde bulunabilir ve Zinovyev’in 23 Temmuz 1920’de Kremlin’de düzenlenen ikinci oturumda yaptığı konuşmayla örneklendirilebilir. Tezlerin ve konuşmanın ana bölümü Komünist Sol’dan tam destek aldı ve bugün de alıyor, çünkü siyasi sınıf partisinin işlevini değersizleştiren ve onun yerine çok çeşitli biçimler (sendikalar, işçi konseyleri, fabrika komiteleri, vb.) koymak isteyen tüm akımların kararlı bir Marksist eleştirisini içeriyorlar. Bu akım İkinci Kongre’de özellikle İngilizler, Amerikalılar, Hollandalılar ve ayrıca Fransız sendikalistler ve hatta İspanyol anarşistler tarafından güçlü bir şekilde temsil edildi. İtalyan Komünist Solu, Parti üzerine tezleri anlamamanın yanı sıra, o zamanlar Zinovyev tarafından şiddetle onaylanan merkezileşme ve sıkı disiplin tezlerine de zorluk çıkaran bu akımlardan kendisini derhal ayırmak istedi.

Bu gruplar İtalya Komünist Solunun parlamentarizmle ilgili tezlerini kabul ettiklerinde, Solun sözcüsü dar Marksist zeminde olmayanların kendi tezlerine oy vermemesini istedi ve bu nedenle parlamentoya katılıma karşı verilen 7 oydan sadece üçü İtalyan Solunun tezlerine verildi (Belçika, Danimarka, İsviçre; İtalyan oyu istişari oydu).

2) Demokratik merkeziyetçilik formülü Zinovyev tezlerinin 14. maddesinde yer almakta ve aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir: "Komünist Parti demokratik merkeziyetçilik temelinde örgütlenmelidir. Demokratik merkeziyetçiliğin ana ilkeleri, üst organların alt organlar tarafından seçilmesi, üst organların tüm direktiflerinin alt organlar için mutlak bağlayıcı olması ve kongreler arasında otoritesi Partinin tüm liderleri tarafından sorgulanmayan güçlü bir Parti merkezinin var olmasıdır".

Bu tezler daha fazla ayrıntıya girmemektedir ve çevrenin Merkeze tabi olması kavramıyla ilgili olarak, Solun bunları kabul etmemesi için hiçbir neden yoktu. Şüphe, komitelerin çevreden merkeze doğru belirlenme biçimi ve oy sayımına ilişkin seçim mekanizmasının kullanımı konusunda ortaya çıktı; merkeziyetçilik isminin karşısındaki demokratik sıfatı ve hemen ardından gelen kısa ipucu buna açıkça işaret ediyordu.

3) III Enternasyonal’in ve büyük teorisyenlerinin başlangıçtaki düşüncesinin, burjuva demokratların ebedi ve ideal olarak övündükleri mekanizmanın açık bir taklidi olan oyla seçim mekanizmasına tam bir saygı olmadığı, aynı II Kongrede kabul edildiği şekliyle Enternasyonal Tüzüğünün metninden anlaşılmaktadır. Bu tüzük, her şeyden önce, 1864 yılında Londra’da Marx’ın önerisi üzerine kabul edilen Birinci Uluslararası Emekçiler Birliği Tüzüğünün bazı paragraflarından bahsetmektedir. Bu tüzüğün, proletaryanın diğer tüm siyasi partilerden ayrı ve onlara karşı bir sınıf olarak hareket edecek siyasi parti formülünü ortaya koyduğu iyi bilinmektedir (daha doğrusu, bu kesin formül 1864’te oylanan tüzükte değil, Eylül 1871’de Londra ve Eylül 1872’de Lahey konferanslarında kabul edilen daha ayrıntılı tüzüklerde bulunmaktadır).

Moskova Tüzüğü, 1889’da Paris’te kurulan II Enternasyonal’in I. Enternasyonal’in çalışmalarını sürdürmeyi taahhüt ettiğini, ancak bu taahhüde ihanet ettiği için 1914’te nasıl yok olduğunu hatırlatır.

4) Yeni tüzükte örgütün güçlü bir şekilde merkezileştirilmesi gerektiği tekrarlanmaktadır. Demokratik merkeziyetçilikten çok daha iyi bir formülü takip etmektedir: "Komünist Enternasyonal’in örgütlenmesi, her ülkenin işçileri için, herhangi bir anda, diğer ülkelerin örgütlü işçilerinden azami yardım alma olanağını güvence altına almaya yöneliktir".

1. maddeye göre Enternasyonal’in amacı kapitalizmin yıkılması ve proletarya diktatörlüğünün ve uluslararası bir Sovyetler cumhuriyetinin kurulmasıdır.

4. maddede Enternasyonal’in en yüksek makamı, tüm partilerin ve bağlı örgütlerin Dünya Kongresidir. Partiler ve örgütler şeklindeki ikili terimin yanlış anlaşılmaması için bir önceki 3. maddenin metnini aktarmakta fayda vardır. "Enternasyonal’i oluşturan tüm parti ve örgütler, belirli bir ülkenin Komünist Partisi’nin (Komünist Enternasyonal Şubesi) adını taşır".

Kongre’ye dönecek olursak, her partiye atfedilen müzakere oylarının sayısı (saf bir seçim mekanizmasının sahip olacağı gibi) üye sayısına bağlı değildir, ancak "Kongre’nin özel bir kararıyla belirlenecektir". "Her örgütün gerçek üye sayısına dayanan" temsil kurallarının mümkün olan en kısa sürede oluşturulması için çaba gösterileceği doğrudur, ancak hemen "ve partinin gerçek etkisi dikkate alınarak" diye belirtilir. Bu alıntıların amacı, Moskova Enternasyonali’nin klasik dönemlerinde, demokratik sayısal kriterin ya da aptalca yarım artı bir formülünün daha önce hiç bir zaman bir mit olarak kabul edilmediğini göstermektir.

8. maddede Kongre’nin Yürütme Komitesi’nin yerini belirlediği söylenmektedir (o zamanlar Moskova’dan başka bir yer düşünülemezdi). Seçilen ülkenin Komünist Partisi’nin yürütmede müzakereci oy hakkına sahip en az beş temsilcisi vardır. Bunlara ek olarak, en önemli on iki partinin her birinin bir oy hakkına sahip bir temsilci hakkı vardır. Bu on iki partinin listesini belirleyen Dünya Kongresidir: diğerleri Yürütme Komitesine istişari oyla bir temsilci gönderebilir. Diğer düzenlemelerin yanı sıra, 13. maddeye göre farklı bağlı partiler birbirleriyle Uluslararası Yürütme aracılığıyla iletişim kurmalı ve mutlak aciliyet durumunda atacakları adımları Yürütme Komitesine bildirmelidirler.

Bununla birlikte, modern burjuvazi tarafından getirilen geleneksel seçimli temsillerin biçimsel eşitlikçi ve sayısal ilkesinden kendilerini ayıran ve orijinal fizyonomiyi - "halk demokrasileri" ile tam bir zıtlık içinde - Birinci Enternasyonal’in klasik ilkesinden ve 1848 Komünist Manifestosu’ndan alan farklı örgütsel köşe taşları vardır; buna göre halkın hayali varlığı sonsuza kadar karşıt sosyal sınıflarda parçalanır.

5) Zinovyev’in partinin rolüne ilişkin tezlerine dönecek olursak, bu tezler daha sonraki yıllarda Solun tek başına savunmak zorunda kalacağı birçok noktayı içermektedir. Bunlardan biri, Komünist Parti diktatörlüğünün proleter sınıfın diktatörlüğü için var olan tek tarihsel yol olduğudur. Diğer noktalarda, partinin tüm faaliyet organlarının (örneğin parlamento grubu) parti merkezine bağlı olması gerektiği tekrarlanmaktadır. İşçi hareketinin üç eşdeğer biçime (parti, sendikalar, kooperatifler) bölünmesi 8. tezde reddedilir ve önem sırasına göre yeni bir formül onaylanır: önce parti, ikinci olarak sovyet, üçüncü olarak sendikalar. Ardından, komünist partinin egemenliği altında olmayan sovyetlerin de proletarya diktatörlüğünün ve devrimci gücün tarihsel biçimi olma niteliğini yitirdiği açıkça belirtilmektedir. Alman Komünist İşçi Partisi’nin (K.A.P.D.) "Parti de Sovyet fikrine giderek daha fazla uyum sağlamalı ve kendini proleterleştirmelidir" şeklindeki formülü esefle karşılanmaktadır.

Zinovyev tarafından öne sürülen güçlü tez şudur: "Biz bunda Komünist Partinin Sovyetlerle birleşmesi gerektiği ve Sovyetlerin onun yerini alabileceği fikrinin imalı bir ifadesinden başka bir şey görmüyoruz: son derece hatalı ve gerici bir fikir".

9. maddede partinin sadece iktidarın fethi öncesinde ve sırasında değil, sonrasında da gerekli olacağı tezi yer almaktadır.

6) Örgütlenme sorunu, Haziran 1921’deki III. Kongre’de, canlı ve doğrudan hazır bulunan Lenin tarafından açık bir şekilde ele alınmıştır. Başlık: "Komünist Partilerin Örgütsel Yapısı, Çalışmalarının Yöntemleri ve İçeriği: Tezler" şeklindedir.

İlk paragraf genellemelerle ilgilidir ve örgütlenme sorununun değişmez bir ilkeyle düzenlenemeyeceğini, devrimci sınıf mücadelesi aşamasında ve sosyalizmin gerçekleşmesine doğru ilerleyen geçiş döneminde, komünist toplumun ilk aşamalarında partinin faaliyetinin koşullarına ve amaçlarına uyum sağlaması gerektiğini ortaya koyar. Ülkeden ülkeye değişen koşullar dikkate alınmalıdır, ancak belirli sınırlar dahilinde. "Bu sınır [bugün herkes bunu unutmuştur], farklı ülkelerdeki ve proleter devrimin farklı aşamalarındaki proleter mücadele koşullarının benzerliğine bağlıdır ki bu, her şeyden önce komünist hareket için temel öneme sahip bir olgudur. Tüm ülkelerdeki komünist partilerin örgütlenmesi için ortak temeli sağlayan bu benzerliktir: komünist partilerin örgütlenmesini bu temelde geliştirmeliyiz, var olanın yerine yeni bir model parti kurmaya yönelmemeli ya da mutlak doğru örgütlenme ve ideal tüzük formülü peşinde koşmamalıyız".

Tezler, devrimci hareketin bir yönü olması gerektiğini belirtmektedir. "Komünist partilerin örgütlenmesi, proleter devrimde komünist önderliğin örgütlenmesidir". Kendini hepimize dayatan örgütsel görevin bir başka tanımı daha yapılır: "Proleter devrimci harekete gerçekten önderlik edecek, saf ve gerçekten önder bir komünist partinin oluşumu, örgütlenmesi ve eğitimi".

7) Tezlerin (Lenin’e ait olduğuna inandığımız) 2. Bölümü doğrudan "Demokratik merkeziyetçilik" başlığını taşımaktadır. 6. tez bunu şu şekilde tanımlar: "Komünist Parti örgütlenmesinde demokratik merkeziyetçilik, merkeziyetçilik ile proleter demokrasinin gerçek bir sentezi, bir kaynaşması olmalıdır. Bu kaynaşma ancak sürekli bir ortak faaliyetle, partinin bir bütün olarak eşit derecede ortak ve sürekli mücadelesiyle sağlanabilir".

Aşağıdaki adımlar, demokratik merkeziyetçilik ve proleter demokrasi formüllerinin yanlış yorumlanmasının tehlikelerinin neler olabileceğini zaten göstermektedir. Örneğin, komünist partinin merkezileşmesi biçimsel ya da mekanik olmamalıdır: "komünist faaliyetin merkezileşmesi, yani saldırıya hazır ve aynı zamanda uyum sağlama yeteneğine sahip güçlü bir liderliğin oluşması olmalıdır. Biçimsel ya da mekanik bir merkezileşme, yalnızca partinin diğer üyelerine ya da parti dışındaki devrimci proletarya kitlelerine hükmetmek amacıyla iktidarın bir bürokrasinin elinde merkezileşmesi anlamına gelecektir". Bu tezler, muhaliflerimizin merkeziyetçiliğimiz hakkında ileri sürdükleri yanlış yorumu reddetmektedir.

Ardından, eski işçi hareketinin burjuva devlet örgütlenmesindekiyle aynı doğaya sahip olan ikiciliği, yani "bürokrasi" ile "halk", aktif memurlar ile pasif kitle arasındaki ikicilik, ciddi bir kusur olarak kınanmaktadır; ne yazık ki işçi hareketi, Komünist Partisi’nin radikal bir şekilde üstesinden gelmesi gereken bu biçimcilik ve ikicilik eğilimlerini bir anlamda burjuva ortamını miras almaktadır.

İki zıt tehlikenin ve iki zıt aşırılığın, anarşizm ve bürokratizmin altını çizen bir sonraki adım, komünistlerin kurtuluşu hangi anlamda demokratik mekanizmada aradıklarını açıklar: "Partide salt biçimsel bir demokrasi ne bürokratik ne de anarşist eğilimleri önleyemez, çünkü işçi hareketinde anarşi ve bürokratizm tam da bu demokrasi temelinde gelişebilmiştir. Bu nedenle merkezileşme, yani güçlü bir yön elde etme çabası, biçimsel demokrasi alanında denenirse başarılı olamaz". İkinci bölümden sonraki tüm tezler, komünist çalışmanın, propaganda ve ajitasyonun ve siyasi mücadelelerin tanımlanmasına dayanmakta ve çözümün örgütsel kurallarda değil pratik eylemde bulunduğuna işaret etmektedir. Legal çalışmanın illegal çalışmayla bağlantısı özellikle gösterilmiştir.

8) Çok önemli bir nokta, Lenin’in zamanında hücresel örgütlenme formülü üzerinde hiç düşünülmediğini gösteren 12. tezde yer almaktadır. "Komünist çekirdekler, fabrikalarda ve atölyelerde, sendikalarda, proleter derneklerinde, askeri birliklerde vb. günlük komünist çalışma için, Komünist Partisi’nin bazı üyelerinin ya da adaylarının [Ruslar adaylarla, nihai üye olarak kabul edilmeden önce, deneme süresi olarak söylenebilecek bir süre için partiye kabul edilen yoldaşları kastediyorlardı] bulunduğu her yerde bulunan gruplardır".

Aşağıda, içerdiği pek çok öneriyle birlikte, her grubun partinin merkezi gücü tarafından yönlendirilen uzun bir eklemlenme olduğunu, ancak partinin grupların ya da çekirdeklerin bir bütünlüğü olarak görülmediğini açıklamaktadır. Bu soru, daha sonraki Kongrelerde tartışılan ve Komintern’in II Enternasyonal’in bürokratik kusurlarına geri döndüğü, Lenin’in gördüğü şekliyle demokratik merkeziyetçiliğin her iki diyalektik tarafını da deforme eden hücreler tarafından örgütlenme formülüne Solun muhalefetinin temeliydi.

9) Tarihe geri dönersek, oportünistlerin orijinal Marksizmi sonsuz deformasyonlarından birine uğrattıkları bir noktayı ele almak yerinde olacaktır: yani, Marx tarafından kurulan Birinci Enternasyonal’in, ekonomik karakterli bir tür İşçi Sendikaları konfederasyonu olan İngiliz İşçi Partisi tipini uluslararası düzeyde tekrarlamak üzere, mevcut işçi örgütlerinin ya da işçi sendikalarının ülke ülke, hatta yer yer üyeliği temelinde örgütlendiği iddiasını.

Bunun tam tersi doğrudur ve sadece 1864’ten beri değil, 1848 Manifestosu’ndan beri ulusal ya da uluslararası proletaryanın devrimci örgütü siyasi bir partidir. Komünist Manifesto, kelimenin tam anlamıyla, var olan her işçi partisinin zaten uluslararası proleter partinin, yani Manifesto’sunu dünyaya duyuran Komünist Partisi’nin bir parçası olduğunu söylüyor gibidir.

Bununla birlikte, doktrinin değişmez olduğu, ancak biçimsel örgütlenmenin bir dizi evrim geçirdiği tarihsel anlayış, tam burjuva rejimi ve tam demokrasi döneminde (o zamanlar İngiltere ve Fransa’da yürürlüktedir), her işçi partisinin kendi içinde devrimci olduğunu anlamamıza yardımcı olur, çünkü, egemen burjuva ideolojisi ve anayasasına göre partiler, onlara bağlı olan bireyler tarafından ikrar ve itiraf edilen görüşlere göre tanımlanır ve bir partinin, tüm üyelerinin ait olması gereken ekonomik sınıfa dayandığını ilan etmesi yasadışı olur ve polis tarafından bastırılır. Bu aşamada ekonomik ve sendikal mücadele otomatik olarak siyasi bir mücadeledir, ancak bu demokratik ve parlamenter cehalete göre değil, Lyon’un silahlı proleterlerini tarihsel haykırışa iten her yeni gerçek devrimci teorinin babası olan içgüdüye göre anlaşılmalıdır: "Çalışarak yaşa ya da savaşarak öl". Örgütlenmek ve grev yapmak için silahlı mücadeleye ihtiyaç duyulduğunda, ekonomik ve siyasi örgütlenme arasındaki ayrım kimseyi ilgilendirmez.

Öte yandan, proleter hareketin, diyelim ki 1870 ya da 1964’te geçtiği aşamaya atıfta bulunduğumuzda, bir yüzyıldan fazla bir süredir değişmeyen genel Marksist teoriyle aynı tutarlılıkla, "işçi partisi", "emek partisi" ya da işçi sendikalarını, hatta fabrika konseylerini taraftarları olarak bir araya getiren partiden söz eden tüm örgütlenme biçimlerini anti-Marksist, oportünist ve karşı-devrimci olarak mahkum etme hakkına sahibiz.

10) Şimdi 1864’te Londra’daki ünlü toplantıdan sonra oylandığı şekliyle Birinci Enternasyonal’in tüzüğünü ele alarak, her şeyden önce bu tüzüğün, halkçı demokratlar, hatta Mazzini ekolü tarafından hazırlanan bir metnin yerine, 4 Kasım 1864’te Engels’e yazdığı mektupta (Martin’s Hall’daki toplantı 28 Eylül’de yapılmıştı) bu metnin tarihini anlatan Karl Marx tarafından bütünüyle kaleme alındığını hatırlatıyoruz. Marx, hem yeni Enternasyonal’in tüzüğü hem de ünlü açılış konuşması için hazırladığı metnin önceki projelerin yerine geçtiğini ve toplantı delegeleri alt komitesi tarafından nasıl kabul edildiğini anlatır. Mektupta kelimesi kelimesine şöyle denmektedir: "...tüm olgusal malzemenin bu hitabede yer aldığı ve aynı şeyleri üç kez tekrarlamamamız gerektiği bahanesiyle tüm giriş bölümünü değiştirdim, ilkeler bildirgesini attım ve nihayet kırk kuralı on kuralla değiştirdim. Konuşmada uluslararası politika söz konusu olduğu sürece, uluslardan değil ülkelerden söz ettim ve küçük halkları değil Rusya’yı kınadım [Bu kısa pasaj, Lenin dönemindeki komünistlerin ulusal tezlerinin muazzam bir sentezidir]. Önerilerimin hepsi Alt Komite tarafından kabul edildi. Ancak Kuralların Giriş bölümüne "görev" ve "hak" ile ilgili iki ifade ve ayrıca "hakikat, ahlak ve adalet" ile ilgili ifadeler eklemek zorunda kaldım, ancak bunlar hiçbir zarar veremeyecek şekilde yerleştirildi".

Neredeyse bir asırdır, pislik yorumcular, başta Mazzini olmak üzere, Karl Marx’ın bir diyalektik devi olarak, devrimin düşmanlarını yok etmek için gerçeği ancak büyük bir yalan söyleyerek adlandırdığını anlamadan, hukuk ve ahlakın bu şekilde tanınması üzerine çeşitli saçmalıklar yazarak yorum yapıyorlar. Eğer bu Leninist kurnazlıksa, bunu kabul ediyoruz. Marx tarafından ortadan kaldırılan Önsöz ile ilgili olarak, tarihi mektuptan birkaç kelime daha aktarmakta fayda var: "Binbaşı Wolff, yeni Dernek için kullanılmak üzere İtalyan İşçi Dernekleri’nin (merkezi bir örgüte sahip olan ancak daha sonra ortaya çıktığı üzere esasen karşılıklı yarar dernekleri olan) tüzüğünü teslim etmişti. Bunları daha sonra gördüm. Belli ki Mazzini’nin bir uydurmasıydı, bu nedenle gerçek sorunun, emek sorununun nasıl bir ruhla ve hangi ifadelerle ele alındığını zaten biliyorsunuz. Ayrıca milliyetlerin nasıl itilip kakıldığını da. Ayrıca Eski Owen’cı Weston... tarif edilemez genişlikte ve aşırı karışıklıkta bir program hazırlamıştı". Daha sonra Marx, alt komitede yaptığı konuşmada, "Değerli Le Lubez’in, bir ilkeler bildirgesi gibi görünen, her yerinde Mazzini’yi görebileceğimiz, Fransız sosyalizminin en belirsiz kırıntılarıyla kaplı, korkunç derecede laf kalabalığı ile bezenmiş, kötü yazılmış ve oldukça çiğ bir önsöz okuduğunu duyduğumda gerçekten telaşlandım" diye anlatır.

Bu, Marx’ın görev, hukuk, hakikat gibi anlamsız sözcükler eklemek zorunda kaldığı için özür dilediği metnini değiştirerek berbat etmeyi başardığı şeydir.

11) Bununla birlikte, tüzük metnine atıfta bulunulabilir. Ekonomi ve siyaset arasındaki ilişki sorunu, Manifesto’da olduğu gibi, tarihsel materyalizm doktrinine sıkı ve titiz bir bağlılıkla formüle edilmiştir: "işçinin çalışmak için vazgeçilmez olan araçların, yani yaşam kaynaklarının sahiplerine ekonomik bağımlılığı, tüm siyasi, ahlaki ve maddi köleliğin birincil nedenidir; sonuç olarak, işçilerin ekonomik kurtuluşu, her hareketin bir araç olarak tabi olması gereken büyük amaçtır". Bundan sonraki bölümden sadece birkaç pasaj alıntılıyoruz: "Bu uluslararası birlik, kendisine bağlı olan tüm toplumlar ve bireyler gibi", bu pasajın ardından gelen ve bağlılığın sadece toplumlar için değil bireyler için de geçerli olduğunu teyit etmeye yetecek sözler. Daha sonra 10. maddenin metni ilginçtir: "Kardeşçe bir dayanışma ve işbirliği bağıyla birleşmiş olsalar da, işçi toplulukları kendi özel temelleri üzerinde var olmaya devam edeceklerdir".

Daha sonraki kongrelerde, temel tüzük, Marx’ın ve Eccarius, Odger ve diğerleri gibi gerçek Komünist Birlik üyelerinin müdahalesiyle kontrol edildiğine inandığımız yeni formülasyonlara sahip oldu. Formüller giderek daha da netleşti ve doktrinimize göre devrimci komünist bir siyasi partinin klasik kavramına yol açtı. Partimiz bir sınıf partisidir ve seçim demokrasisi partileri gibi sekter bir parti değildir (Marx’ın ilk metninde "ırk, inanç, milliyet ayrımı olmaksızın" ifadesi yer alsa da, ikinci terim açıkça bir süperfetasyondur), ancak parti kolektif aidiyetlere izin vermez, yalnızca partinin bütünsel doktrinine bağlı kalmayı taahhüt eden ve karşıt dini, felsefi ve siyasi doktrinlerin kabulünü dışlayan bireysel aidiyetlere izin verir.

12) Komünist Sol, Üçüncü Enternasyonal’in taktik sorunlarından sapmasına yönelik eleştirisini geliştirdiğinde, aynı zamanda örgütlenme kriterlerinin de bir eleştirisini yapmıştır ve tarihsel olguların izlenmesi, bu sapmaların ölümcül bir şekilde programatik ve teorik temel pozisyonların terk edilmesine yol açtığını göstermiştir.

Komünist Solun bu tezi, artık demokratik merkeziyetçilikten değil, organik merkeziyetçilikten söz edilmesi talebinde çok iyi özetlenmiştir. Bu tezin 1922-1926’dan beri yapılan ve bu nedenle sadece bugün ortaya çıkmayan açık bir gelişimi, geçmişte mekanik anlamda, seçim oylarıyla ve şu ya da bu görüşün partizanlarını sayarak alınan kararların tarihsel olarak kaçınılmaz kullanımına son verilmesi gerektiğidir.

Bu teorik eleştiri, Zinovyev’in temel tezini çok sıkıcı bulmakla başlar: "Parti işçi sınıfının bir parçasıdır". Bu tezin tatmin edici olmadığı açıktır ve bunun sadece katı doktrinerizm nedeniyle böyle olduğunu ve Karl Marx’ın fark edilmeden içten içe sırıtarak ahlak ve adaletten bahsetmesine izin verdiği anlamda kabul edilebilir olduğunu düşünmek adil olmayacaktır. Aslında eleştirimiz o yıllardan bu yana geliştirilmiştir ve teorik bir tutuculuk olarak değerlendirilemez, çünkü ne yazık ki o dönemin güvensizliğini ve şüphesini doğrulayan bir dizi gerçek olguyla karşı karşıyayız.

Zinovyev’e formülünün (tarihsel olarak doğru ve çok önemli tezlerin altında yatsa da) çok çekingen ve suskun olduğunu, çünkü sadece niceliksel olduğunu, oysa Manifesto ve I. Enternasyonal’in klasik tezlerinin zaten kesinlikle niteliksel olduğunu belirttik.

Partinin işçi sınıfının yalnızca bir parçası olduğu, aslında parti içinde ve dışında işçiler olduğunu ve partiye üye olmak için ekonomik ve sosyal olarak işçi olmanın yeterli olmadığını açıklar; ancak Zinovyev’in kendisinin de ifade ettiği gibi, iki kavramı, sınıf ve partiyi birbirinden ayırma sonucuna götürmek için hiç de yeterli değildir. Zinovyev’in dediği gibi, mesele yalnızca "keskin bir ayrım" (3. tez) yapmak da değildir; mesele Komünist Partisi’nin işlevine, görevine ve tarihsel dinamiğine proleter sınıfın işlevi ve dinamiğiyle doğru bir ilişki içinde ulaşmaktır.

Gösterdiğimiz gibi, Manifesto’da ve Birinci Enternasyonal’in tüzüğünde, parti biçimi ortaya çıktığında proleter sınıfın yeni bir sunumunun doğduğu, çünkü proletaryanın kendisini bir siyasi partiye dönüştürmeyi başardığında kendisini diğerlerine karşı savaşan bir sınıf olarak sunduğu ve hareket ettiği, komünist doktrinin zaten vazgeçilmez bir içeriğiydi. Sanki parti proleter sınıfın teşkil ettiği daha geniş bir alana çizilmiş bir dairenin içeriğiymiş gibi, tamamen niceliksel bir ayrımda durmak, belki bize doğru gelen sendikacı unsurları, iyi devrimcileri ama yine de kötü Marksistleri şok etmekten kaçınmak mümkündü, ancak bu, onları yönlendirmek istediğimiz devrimci doktrinin açıklığa kavuşturulmasına çok az katkıda bulundu.

Organik merkeziyetçilik formülümüz tam da partinin yalnızca sınıfın belirli bir organı olmadığını, dahası sınıfın yalnızca o var olduğunda tarihsel bir organizma olarak hareket ettiğini ve yalnızca her burjuvanın tanımaya hazır olduğu istatistiksel bir kesit olmadığını söylemek içindi. Marx, Lenin’in tarihsel olarak temel ve geri dönülmez yeniden inşasında, ne sınıfları ne de sınıflar arasındaki mücadeleyi keşfettiğini söylemekle kalmaz, orijinal teorisinin açık çağrışımı olarak proletarya diktatörlüğüne işaret eder: bu, proletaryanın diktatörlüğüne ancak Komünist Partisi aracılığıyla ulaşabileceği anlamına gelir. Dolayısıyla, parti ve sınıf kavramları, parti küçük ve sınıf büyük olduğu için sayısal olarak değil, tarihsel ve organik olarak birbirlerine karşıttır; çünkü ancak sınıf içinde parti gibi enerjik bir organ oluştuğunda, sınıf bu hale gelir ve tarih doktrinimiz tarafından kendisine verilen görevi yerine getirmeye başlar.

13) Demokratik yerine organik sıfatının kullanılması, yalnızca aritmetik bir doğanın soluk görüntüsüne kıyasla biyolojik bir görüntünün daha kesin olmasından değil, aynı zamanda kendimizi demokrasi kavramından kurtarmak için somut bir ihtiyaç ve siyasi mücadeleden kaynaklanmaktadır; onu yıkmak, Lenin’le birlikte devrimci Enternasyonal’i yeniden inşa etmemizi sağladı. Lenin’in Birinci Kongre’deki ölümsüz tezlerinin başlığı şudur: Burjuva demokrasisi ve proletarya diktatörlüğü. Teorik olarak, burjuva demokrasisi yerine genel olarak Leninist demokrasiden söz edersek, bu iki terimin karşıtlığı devam eder, çünkü bu alçakça fetişin önünde her eğilmenin oportünizmin ve karşı devrimin zaferine işaret ettiğini gösteren Lenin’dir. Alıntı yapmanın gereksiz olacağı tezlerin tüm metni, Devlet ve Devrim’in tüm metni bu sonuca götürmektedir.

Lenin’in zaman zaman proleter demokrasi terimlerini kullandığı doğruysa, bunun tek amacı bu soyut varış noktasının (özünde gerçek dışıdır, çünkü proletarya sınıflarla birlikte kendini yok eder) proletarya diktatörlüğünün tam gelişimi ve komünist bir toplumun tam gerekliliğiyle örtüştüğünü göstermektir. Aynı ruhla, Manifesto ezici bir polemik gücüyle, büyük çoğunluk tarafından büyük çoğunluğun çıkarı için yapılan proleter devrimin demokrasinin tam zaferi olduğunu söylemiştir.

Teorik anlamda, Manifesto’nun merkezi içeriği burjuva sınıf ideolojisinin merkezi aldatmacası olan demokratik yalanın yok edilmesi olduğu için, Lenin’in tezleri tarihsel değerleriyle ele alınmalıdır. Biz sadece sosyalist partilerin 1919 Bern Konferansı’nın iflasını damgalayan 21. teze atıfta bulunuyoruz: önerileri, demokrasiyi savunan ve onun burjuva karakterini göremeyen teorisyenlerin tam bir başarısızlığını gösteriyordu. "[Alman Bağımsız Sosyal-Demokrat Partisi merkezcilerinin] Sovyet sistemini, yani proleter diktatörlüğü, Ulusal Meclis ile, yani burjuva diktatörlüğü ile birleştirmeye yönelik bu gülünç girişim, sarı sosyalistlerin ve sosyal-demokratların düşünce kıtlığını, gerici küçük burjuva siyasi bakış açılarını ve yeni proleter demokrasinin karşı konulmaz bir şekilde artan gücüne verdikleri korkakça tavizleri tamamen açığa çıkarmaktadır". Bu pasaj, 1919 polemiğinde, Lenin tarafından geliştirilen kusursuz ve titiz çizgiye göre demokrasi ve proletarya terimlerini ilişkilendirerek, hainleri yenmek için iç savaştaki proleter zaferin ve proletarya diktatörlüğünün nedeninin ne anlamda gösterilebileceğini göstermektedir.

Teori alanında kazanılan genel zafer, dönek sosyal demokratların hakkının verilmesini sağladıktan sonra, Komünist Sol haklı olarak, teoride bu partinin gelecekteki toplumun modern bir öngörüsü olduğunu söylemek doğru olsa da, hem artık insanların (farklı sosyal sınıfların karışımı) ve iktidarın ya da devletin olmayacağı gelecekteki komünist topluma hem de partimizin iç mekanizmasına atıfta bulunarak demokratik sıfatının her türlü kullanımının kaldırılmasını önerdi.

14) Bugünkü hareketimizin görevi olan Komünist Solun tarihinin gelişimi, Lenin’in ölümünü takip eden yıllarda kınanabilecek yozlaştırıcı olgularda, iç örgütlenme mekanizmamızın burjuvazinin tarihsel olarak ortaya koyduğu seçim ve parlamento mekanizmalarını taklit etmesini ve bunları ebedi ilan etmesini kabul etme konusundaki aşırı hoşgörüden kaynaklanan çok ciddi tehlikelerin nasıl tespit edilebileceğini gösterdi.

Moskova kongrelerinde doruk noktasına ulaşan uluslararası örgütlenme sistemimizin, üst düzey görevler için yoldaşların seçiminde yanlış yöntemlere müsamaha gösterdiğine işaret edildi. Belki zeki ama aynı zamanda entrikacı olan ve burjuvazinin kendi seçim manastırlarıyla kıyaslanabilecek bir taraftar kitlesi yaratmayı başaran bireyler için kariyerist tipte çözümlere düşüldü.

Başlangıçta bu hatalar, eğer zayıflıklarsa, ihanet değildi. Hareketimizdeki herkes, birkaç yıllık bir evrede olduğumuza ve bundan sonra büyük nihai savaşın gerçekleşeceğine inanıyordu. Acele etmek gerekiyordu ve dünya proleter ordusunun seferberliğini hızlandırmak için her şey çalışıldı. Çarlık ordusunun subayları nasıl faydalı bir şekilde kullanılabiliyorsa, seçim ve parlamenter kariyerizm metodolojisinde şampiyonlar ve uzmanlar kullanmak da düşünülebilirdi, yeter ki onlara tüm devrimci savaş kampanyasını mahvetmeyecek akıllıca tavizler verilsin (Marx’ın 1864 açılış konuşmasının tamamını mahvetmediği gibi).

Öte yandan, Solun Enternasyonal’in çalışmalarına yönelik örgütsel eleştirisi, hareket içindeki görev dağılımında organiklik kavramının düşünce özgürlüğü iddiasıyla ve hatta seçimli ve sayısal demokrasiye saygıyla karıştırılmaması gerektiği talebiyle tutarlı kaldı.

Troçkist muhalefet gibi diğer muhalefetler, Stalin ve Stalinizmin 1924-26’dan beri açıkça görülebilen aşırılıkları karşısında, partilerin ve Enternasyonal’in bürokratik merkezleri tarafından ihlal edilen iç demokrasi argümanına başvurarak kendilerini baştan çıkarmalarına izin verdiler. Mensubu olduğumuz Sol, Bolşevikleştirme adına hem partileri hem de kitleleri bilinçsiz bir itaat içinde fosilleştirme eğilimi olduğunu kabul etmekle birlikte, daha fazla demokrasiye başvurma ve çareyi tabanın seçim istişarelerinde görme hatasına düşmedi. Tarihsel olarak, Sol aslında bu küçük ciddi iç seçim mücadelelerinde kendini ölçmeyi kabul etmek zorundaydı, ancak burjuva seçim karnavalının bir taklidi olabilecek herhangi bir çare çağrısına dahil olmayı en büyük kötülük olarak görmekten vazgeçmedi.

Enternasyonal’in merkezi 1923’te İtalyan Partisi’nin merkezini reddettiğinde, İtalyan Partisi disiplin ve örgütlenme ilkelerine uymak için geri çekildi ve gerçek bir komünist için istenmeyen komuta mevkilerini sağcı ve merkezci azınlıklara bilerek isteyerek bıraktı. Uzun bir süre sonra, 1924’te, Alpler’deki gizli konferansta merkez, Moskova’ya zaferini garanti eden bir istişare düzenledi. Şubeler tarafından seçilmeyen ama merkezin kendisi tarafından belirlenen federal temsilcilerin büyük çoğunluğu (40 kişiden yaklaşık 34’ü) solun tezlerine oy verdi.

Hem iç demokrasi hem de Stalin’in Bolşevikleştirilmesi adına yürütülen kampanya sadece 1926 Lyon’daki yasadışı kongrede görünürde başarıya ulaştı, ama o da İtalya’da ve faşist diktatörlük altında yapılan istişarelere katılmayanların tamamının merkeze oy vermiş sayılması suretiyle.

Bu tarihsel emsaller, oy sayma mekanizmasının her yerde, toplumda, sınıfta ya da partide her zaman bir sahtekarlık ve aldatmaca olduğunu doğrulamaktadır; ancak en iyi direnişi İtalyan Partisi göstermiştir çünkü köklü siyasi geleneği, tarihsel demokrasinin eylemlerine ve mekanizmalarına ve oy sayma yöntemine en ufak bir saygıyı bile reddetmiştir.

15) Taktiksel ve örgütsel yozlaşmaların, programatik ilkelerin terk edilmesi ve kapitalist karşı-devrime tabi olunması ile sonuçlandığının acı bir şekilde gösterilmesiyle III Enternasyonal’in tamamen parçalanmasından bu yana uzun bir dönem geçmiştir. Bugün, biricik enternasyonal komünist partisinin yeniden inşasına zorlu ve uzun bir çalışmayla ulaşma teşebbüsü, tüm tarihsel ve teorik perspektifin yeniden sunumuna ve tarihin sınadığı tüm taktik kararların bir bilançosuna dayanırken, hareketin iç örgütsel yapısıyla ilgili olarak, partinin örgütsel alanında seçici biçimlerin ve yönetici unsurların bu tür kısır istişareler yoluyla seçilmesinin asgari düzeyde tolere edilebileceği zamanın sonsuza kadar sona ermiş sayılması gerektiğini tam bir kesinlikle ilan edebilir. Lenin’in zamanında Marx ve Engels Manifestosu’ndan Rus devrimine atılan köprüyü bugüne kadar uzatarak teori ve taktiğin büyük tarihsel sorunlarını çözdükten sonra, çalışmalar, partinin yaşamında ve dinamiklerinde geri dönülmez bir ayarın ardından devrimci tarihle devam etmek zorunda kalacaktır. Kayıtlı oy sayımına dayalı istişari ya da seçime dayalı mekanizmaların her türlü uygulamasının yerine, proleter devrimin tek yazarı olan Komünist Partisi için Moskova yıllarından bu yana ilan edilen organik merkezileşme iddiasına yanıt veren yeni biçimler gelişecektir.