|
||||||||||||||||||
(1970) |
||||||||||||||||||
|
Bariz toplumsal ayrımlar, ücret farklılıkları, iş türüne göre ayrıcalıklar ve "kol işçilerini" fabrika cehennemine mahkum ederken entelektüellere rahatlık tekelini veren bir iş bölümü, KP adamlarının utanmadan iddia ettiği üzere bunların sosyalizmle gerçekten uyumlu olduğu söylenebilir mi? Kosygin için bir villa ve işçiler için barakalar; aya füzeler ve kasabın önünde kuyruklar; nükleer cephanelik ve et ve tahıl kıtlığı: geleceğin toplumunun manzaraları bunlar mı? Ancak sadece hayır cevabı vermek yeterli değil! Çünkü burjuvazi, katı Rus gerçekliğiyle karşı karşıya kalan bazı işçilerin hayal kırıklıklarından ustaca nasıl yararlanacağını çoktan öğrenmiştir. Komünizm daha iyi bir şey sunmadığına göre, neden eski güzel demokratik kapitalizmle yetinmiyorsunuz? "Sosyalizme giden yeni yollar"ın savunucularının dili de hemen hemen hiç değişmemiştir. Her halk kendi geleneklerini ve "uygarlık derecesini" dikkate alarak kendi sosyalizmine sahip olacak!
Devrimci Marksistler olarak, Rus komünizminin sahte olduğunu göstermek istiyorsak, işçileri bu gerçekle iğrendirmek gibi en ufak bir niyetimiz yok. Daha ziyade, günümüz Rus toplumunun kusurlarının mevcut tüm siyasi rejimlerde ortak olduğunu, çünkü hepsinin – Rusya dahil – kapitalist olduğunu göstermek niyetindeyiz.
Bu gözlemlerle Rusya hakkında hüküm vermek, kişinin sosyalizmin temel özelliklerini bildiğini varsayar, ancak bunu bilmek bile önce kapitalizmin doğasını bilmeye bağlıdır ve radyo ve televizyonda ya da ileri görüşlü olan zeki kişiler ezberlenmiş "bilimsel" eserlerinde çoğunlukla göz ardı edilen şey tam da budur. Çünkü mesele, bu üretim tarzının birkaç tali ve arızi yönünü ayırt etmek değil, onu her koşulda tanıyabilmek için temel özelliklerini tanımlamaktır. Bu özellikler şu şekilde özetlenebilir:
Kapitalist toplumda metalar üretilir, yani insan faaliyeti esas olarak kaderi parayla değiş tokuş etmeye, yani satılacak nesnelerin imalatına adanır. Bu arada, üreticilerin büyük kitlesi (kendi çalışma aletlerine sahip zanaatkar veya küçük köylünün aksine) üretim araçlarından yoksun bırakılır.
Yalnızca kendi emek gücüne sahip olan bu üreticiler, bu nedenle, modern üretimlerin, ortak emeğin, sanayinin yoğunlaşmasının, yüksek teknoloji üretiminin koşullarına uyarlanmış bu metayı satmak zorunda kalırlar. Tüm ekonomik mübadele, tüm alım satımlar ve özellikle işçilerin emek gücü olan o belirli metanın tümü para aracılığıyla gerçekleşir. Sermaye, tüm bu faktörlerin birleşik kullanımına göre doğar ve gelişir.
Tüm üretim araçlarından yoksun bırakılan ve emeğini satmak zorunda kalan toplumsal sınıf proletaryadır. Bu emek gücü, bakımı ve yeniden üretimi için ihtiyaç duyduğundan daha fazla zenginlik üretme "mucizevi" niteliğine sahip bir metadır. Yani 8 saatlik bir iş gününde işçi, diyelim 4 saatte yevmiyesinin değerini üretir, ancak sermaye için fazladan 4 saat çalışmaya devam eder.
Emek gücünün fiyatı, işçinin ücretini temsil eder. Bu ücret ile üretilen değerler kitlesi arasındaki fark, üretim araçlarının kontrolünü elinde tutan sınıfın, kapitalist sınıfın mülkiyeti olarak kalır. Buna artı‑değer ya da kâr denir ve bu da sermaye haline gelen yeni emek gücüne ve yeni emek ürünleriyle (makineler, ham maddeler vb.) değiştirilir. Sonu olmaksızın tekrarlanan bu süreç, sermaye birikimidir.
Bütün bu unsurlar, kapitalist üretim tarzı içinde sıkı sıkıya bağlıdır ve bu nedenle ondan ayrılamazlar. Bu nedenle, bir yanda içinde hem – emek gücüne karşı değiştirilebilir – para, hem de işçilerin kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlamak için gerekli ürünleri elde etmek için aldığı ücretler olan, diğer yanda ise değerler işletmelerin veya devletin mülkiyetinde biriken bir toplumu Sosyalist ismine layık görmek, aşağılayıcı bir yalandır. Bugün Rusya’da tam olarak böyle bir durum vardır.
SSCB’de, Devlet bankasının ödünç verdiği rublelerle, bir grup bireyin emek gücü satın alması ve üretilen değer ile ödenen ücret miktarı arasındaki farkı kendilerine saklaması mümkündür; konut ve kamu binaları ve binalarının yapımından sorumlu geçici anonim şirketlerde ve traktör sürücülerine ve mevsimlik işçilere nakit ödeme ile ücret ödenen kolhozlarda durum böyledir. Gerçekten de bu aynı kolhozlar, birkaç yıl boyunca, kısmen işletmelerinden elde edilen karları ve kısmen fabrika personeli için maaş sistemini kullanarak, koruma fabrikaları ve diğer işleme endüstrileri kurmaya yetkililer tarafından zorlandı. Son olarak, hem işçilerine para ödeyen, hem emek gücüyle ilgili ücret farklılıklarını teşvik eden ve geliştiren hem de yatırım yapan, yani gerçekleşen karı sermayeye dönüştüren devlet işletmelerinin kendilerinde de durum aynıdır.
Rusya’da işçi, ihtiyaç duyduğu tüm gıda maddeleri ve ürünler için para öder, piyasa dalgalanmalarından ve hatta bireysel üreticilerin, yani toplam kolhozun gelirinden pay alan, ve herhangi bir fiyattan satmakta serbest oldukları hayvan ve kişisel araziye sahip olan kolhozcular spekülasyonlardan sessizce muzdariptir.
Son olarak SSCB’de para faiz getirir. Bu, (klasik kapitalist ülkelerde olduğu
gibi) hissedarlara kar getiren devlet hisse senetleri aracılığıyla ve ayrıca
devletin kendi işletmelerine borç vererek elde ettiği faiz biçiminde gerçekleşir.
II. Ekim Devrimi ve Rus Ekonomisi
Gelişmiş bir ülkede proletaryanın iktidara gelmesi için ilk yapması gereken, ekonominin kapitalist özelliklerini ortadan kaldırmayı amaçlayan adımlar atmaktır. Burjuva toplumunda temel meta, ve sermayenin kökeni ve temeli, bir meta olarak emek gücüdür. İş gücü piyasasında emek gücünün fiyatı, işçilerin geçimi için gerekli ürünlerin parasal karşılığı olan bir maaşla ifade edilir. Bununla birlikte, emek gücü, ücretli işçinin kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamasını sağlayan doğru bir değerde ödense bile, kapitalist işletme her zaman ürünlerin satışından bir artı değer elde eder. Bu artı değer ya da kâr, bu tükenmez sermaye kaynağı ve birikimin ana taşıyıcısı, kapitalist sınıfın toplumsal gücünün ekonomik temelidir.
Bu temelde, kapitalist sömürüyü yok edebilmek için, onun temelini oluşturan esas ilişkiyi, yani emek gücünün meta karakterini yıkmak gerektiği açıktır. Bu ancak bir koşulla mümkündür: Ücretli emek olarak bilinen ücret biçiminin kaldırılması. Marksizmin öngördüğü bu amaca ulaşmanın yolu, "emek fişi" sistemidir. Bu konuyu daha sonra ayrıntılı olarak ele alacağız.
"Modern" dar kafalıların alaycı yorumlarına rağmen, böyle bir sistemle ilgili olarak, bunun zerre kadar ütopik olmadığını zaten söylemiştik. Ancak Marx’ın tasvirini okurken, bunun ancak yeterli derecede ekonomik ve teknik gelişmeye ulaşmış ülkelerde gerçekleştirilebileceği hemen ortaya çıkıyor. Ancak Ekim 1917’de proleter Rusya için durum, bir yanda ülkenin ekonomik olarak geri kalmış olması, diğer yanda Beyazlara karşı iç savaşın ve dış müdahaleye karşı verilen mücadelenin yol açtığı yıkım nedeniyle böyle değildi.
Devrimci Bolşevik iktidar, sosyalist devrimin temel görevine, yani kapitalist üretim ilişkilerini ortadan kaldırma görevine hemen yönelmemekle kalmayıp, tersine, daha sonra bunları ortadan kaldırabilmek için her şeyden önce onları geliştirmek zorundaydı. Rus proletaryası, Rus burjuvazisinin gerçekleştirmekten aciz olduğu bir burjuva devriminin itici gücü altında iktidara gelmişti. Proletaryanın ödediği bedel, tarihsel olarak burjuvazinin üzerine düşen ağır yükü omuzlarında taşımaktı: ilkel sermaye birikimi.
Ücretli sisteme dayalı iş bölümünü ortadan kaldırmak yerine, proletaryanın Rusya’da zaten var olan biçiminden en iyi şekilde yararlanması gerekiyordu. Emek gücünün karşılığı olan paradan ayrı düşünülemeyecek piyasayı silip süpürmek şöyle dursun, onu yeniden hayata döndürdü. Milyonlarca çiftliği sosyalleştirmek gibi imkansız görevleri üstlenmek yerine, kasabaları besleyebilmek için küçük köylü üretimini teşvik etmek zorunda kaldı. Kısacası, kapitalist ekonomiyi eninde sonunda yok edecek olan siyasi gücü elinde tutmakta sebat etmek zorundaydı, ama aynı zamanda koşulların zorlamasıyla kapitalist ekonominin gelişimini hızlandırmaya yönlendirildi!
Bazı "aşırılık yanlıları" geriye dönük olarak, bu kumarı en başından başarısızlığa mahkum olarak görecektir. Yarı feodal Rusya’da proletarya iktidarı için yapılan teşebbüs, ancak – derler ki – sonunda ulusal kapitalizme yol açabilirdi! Ancak bu, iki temel unsuru göz ardı eder. Birinci Dünya Savaşı, bir yandan Rusya’da devrimin akla gelebilecek her şekilde olgunlaşmasına neden oldu ve proletaryanın milli burjuvazinin kendi devrimini gerçekleştirmekte doğuştan gelen yetersizliğinden yararlanarak toplumsal güç ilişkilerini dünya ölçeğinde tersine çevirmesi için eşsiz bir fırsat sağladı. Öte yandan, Ekim ayaklanmasından ve Almanya’daki savaşın kışkırttığı toplumsal krizden sonra, bu hipotez o ülkede bir devrimle mümkün olacaktı. Bu durumda, Alman proletaryasının Bolşeviklerin ekonomik görevlerini hafifleterek iktidara gelmesi, Bolşeviklerin, şu ya da bu şekilde, sermayenin siyasi ve sosyal gücünü yeniden kurma riskini almadan sermaye birikimi sorununu aşmalarına izin verecekti.
Lenin ve – "Tek Ülkede Sosyalizm" teorisini oluşturmadan önce Stalin de dahil olmak üzere – Bolşeviklerin tümü için Ekim Devrimi’nin amacı, Rus ekonomisinin Sosyalist anlamda derhal dönüştürülmesi değildi. Tersine, binlerce metin ve konuşma, dönemin tüm komünistlerinin bakış açısının, Sovyetlerin iktidarını dünya devrimci mücadelesinin bir tür ilerici kalesi haline getirmekten ibaret olduğuna tanıklık ediyor. Ancak devrim, sosyalizmin temel ilk önlemlerinin hemen gerçekleştirilebildiği en gelişmiş Avrupa ülkelerine ulaşmış olsaydı, bunların Rusya’da kademeli olarak gerçekleştirilmesini tasavvur etmek mümkün olabilirdi. Lenin, şu formülüyle bunu sürekli vurguladı: Almanya’da muzaffer devrim yoksa – Rusya’da sosyalizm yok! Bu zaferi hızlandırmak ve uluslararası proletaryanın bütün güçlerini orada yoğunlaştırmak ve sovyet iktidarını Rus sınai üretimini yeniden kurma zorunluluğundan kurtarmak için en önemli işletmeleri yabancı sermayeye kiralamaya hazırdı! Bu, bugünlerde sattıkları vatansever bir Lenin imajına kesinlikle oldukça farklı bir izlenim veriyor! Lenin’in meşguliyetleri, kendisinden sonra sosyalizmi yalnızca kendi ülkesinde "yaptığını" iddia edenlerden kilometrelerce uzaktaydı.
Ancak tarih, bu siyasi devler kuşağının beklentilerini karşılamadı. 1919 Berlin Komünü ezildi ve Orta Avrupa’daki işçi ayaklanmaları yenildi. Bolşevikleri, daha sonra Stalinizmin "sosyalizm" etiketiyle kutsadığı, ancak aslında onunla hiçbir ilgisi olmayan bir dizi ekonomik politikayı benimsemeye zorlayan, uluslararası devrimin bu ardışık yenilgileriydi. Aslında, sahipleri tarafından terk edilen fabrikaların işçi yönetimi, belirli bir iç ticaretin yeniden tesisi, endüstriyel planlama ve zorunlu buğday taleplerinin ayni vergi ile ikame edilmesi gibi önlemler, tüm bunlar sadece ekonomik çareler, sefalet ve eksik üretime karşı önlemlerdi. Bunlar, dünya proleter mücadelesinin yeniden canlanması açısından geçici önlemlerdi ve adını hak eden, günün hiçbir devrimcisi bu tür adımları reddetmeyi düşünmedi.
Modern tarihin en büyük sahtekarlığının yapılması için uluslararası mücadelenin zayıflaması ve yenilgisi gerekliydi. Bunun için, Rusya’da ve başka yerlerde, Lenin’in pozisyonlarına sadık kalan herkesin katledilmesi veya sınır dışı edilmesi münasip hale geldi: böylece, emek gücünün sömürülmesi için bilinen en geri ve gaddar sistem "Sosyalist" olarak kutsandı.
Sosyalizm, ücret hiyerarşisini ortadan kaldırır; Bolşevikler, emeğin üretkenliğini yüksek ücretlerle teşvik edeceklerdi. Sosyalizm, iş gününün uzunluğunu azaltır; sovyet iktidarı onu uzattı. Sosyalizm hem parayı hem de piyasayı ortadan kaldırır; Rus komünistleri iç ticaretin dizginlerini serbest bıraktılar. Proleter devlet, yıkılan üretim araçlarını yeniden inşa etmek ve yenilerini yaratmak için sermaye biriktirmek zorundaydı. Başka bir deyişle, Rus proletaryası siyasi güce sahipti, ancak ekonomik olarak, yüzyıllarca geride kalmış bir ülkeyi ayakta tutmak için kendini yıpratıyordu.
Bununla birlikte, Bolşevikler bu zorunlulukların ve çelişkinin oldukça
farkındaydılar. Rus proletaryası ile Sosyalizm arasında yalnızca bir bağlantı
olduğundan emindiler: Tamamen Avrupa’nın ve Asya’nın proleter mücadelesine
adanmış Komünist Enternasyonal.
III. Rus Proletaryasının Yalıtılması ve Yenilgisi
Yalnızca gelişmiş kapitalist ülkelerdeki bir proleter zafer, Sovyet Rusya’nın sefaletini ve ızdırabını kısaltmaya ve ekonomiyi yeniden inşa etmenin içerdiği toplumsal tehlikeleri önlemeye yardımcı olabilirdi. Lenin hiçbir zaman geri kalmış Rusya’da "sosyalizm inşa etmenin" mümkün olduğunu söylemedi ya da yazmadı. Önce Almanya ve Orta Avrupa’da, ardından İtalya, Fransa ve İngiltere’de işçi devriminin zaferine güveniyordu. Yalnızca ve yalnızca bu devrimle, geleceğin Rusya’sının sosyalizme doğru ilk adımlarını atabilmesi olasılığını ortaya koymuştu.
Stalin ve yandaşları iktidara gelip, sanki kraliyet fermanı ile sosyalizmin yalnızca Rusya’da mümkün olduğuna karar verdiklerinde, Lenin’in ve Bolşeviklerin perspektifini fiilen yok ettiler. Rus proletaryasını gelecekteki olası bir sosyalizme bağlayan tek bağı koparmakla kalmayıp, ayrıca Rus partisinin Avrupa komünist devrimi ile olan bağını da kopardılar.
O zamanlar Rusya’daki üretim ilişkileri (küçük üretim ve doğal ekonominin arkaik aşamasının ötesine geçmenin mümkün olduğu yerlerde) yalnızca burjuva temellerine sahipti. Bu temeller üzerinde sadece ekonomik avantajlarını siyasi olarak pekiştirmeye hevesli ve sosyalizme düşman olan toplumsal tabakalar gelişebilirdi. Bunlar, özellikle NEP tarafından kendilerine kayda değer bir hareket özgürlüğü kazandıran esnaflar ve küçük özel kapitalistler ve işçi devriminden sonra kendilerine toprak verildiğinden beri şiddetle muhafazakar hale gelen muazzam köylü kitleleriydi.
Almanya’da devrim başarılı olsaydı, sovyet iktidarı özel kapitalizme ve Rus köylülüğüne verilmiş olan tavizlere bağlı kalabilecek ve tüm toplumsal sonuçların üstesinden gelebilecekti, ancak Stalin gibi Avrupa Devrimi’nden vazgeçmek, Rusya’da kapitalist ilişkilerin dizginlerini serbest bırakmak ve doğrudan yararlanacak sınıflara proletarya üzerinde üstünlük sağlamak anlamına geliyordu. Proletaryanın aşırı bir azınlıkta, Beyazlara karşı savaşta yok edilmiş ve ezici bir üretim görevine sıkışmış bu kesiminin, spekülatörlere ve köylülerin açgözlülüğüne karşı tek bir silahı vardı: Sovyet devletinin çekici. Bu devlet yalnızca Rusya içindeki gerici tabakalara karşı uluslararası proletarya ile birleştiği ölçüde proleter kalabilirdi. Rusya’nın "kendi" sosyalizmini tek başına yaratacağına karar vermek, Rus proletaryasını proleter olmayan sınıfların muazzam baskısına terk etmek ve Rus kapitalizmini tüm kontrol ve kısıtlamalardan kurtarmaktı. Dahası, Rus Devletini sıradan bir devlete dönüştürmekti: Rusya’yı olabildiğince çabuk büyük bir burjuva ulus haline getirmeye çalışan sıradan bir devlet.
Stalin’in "dönüm noktası"nın ve "tek ülkede sosyalizm" formülünün gerçek anlamı buydu. Rus köylülüğünün gerici kitlesiyle pazarlık yaparak, Lenin’in bakış açılarına ve Rus ve uluslararası proletarya çıkarlarına sadık kalan tüm devrimcilere zulmederek ve onları katlederek, katıksız kapitalizmi "sosyalist" olarak vaftiz eden Stalin, gerçek bir karşı devrimin mimarıydı. Ancak bunu mutlak bir despotun acımasız terörüyle başarmış olsa da, başlatan değil, araç olan kendisiydi.
Silahlı ayaklanmaların bastırılmasının ve Enternasyonal’in yıkıcı taktik hatalarının ardından, Rusya’daki köylü ayaklanmaları ve kıtlıklardan sonra – hem iç hem de uluslararası düzeyde yenilgi – 1924 civarında, Avrupa’da Komünist Devrimin gerçekleşmesinin süresiz olarak ertelendiği aşikar hale geldi. Bu andan itibaren, Rus Proletaryası için diğer sınıflarla korkunç bir göğüs göğüse mücadele başladı. Bir an için çarlık karşıtı devrimin coşkusuna kapılan bu diğer sınıflar, bundan böyle fetihlerinden burjuva bir şekilde yararlanmayı arzuladılar, yani kapitalist ülkelerle "iyi ilişkiler" kurmak için devrimci perspektiften vazgeçtiler. Stalin, bu özlemlerin yalnızca sözcüsü ve gerçekleştiricisiydi.
Lakin "Rus proletaryası" dediğimizde, işsizlik ve kıtlıktan mustarip, büyük çaba ve fedakarlıklarından sonra can damarları tıkanan ve siyasi kendiliğindenliğinden aciz olan emekçi kitlelerin kendisini kastetmiyoruz. Tarihin artık yanıt vermediği bir siyasi kuşağın nihai devrimci iradesinin yoğunlaştığı Bolşevik Partisi’ne atıfta bulunuyoruz. Medeniliğin sonundaki ekonomik durumun, tüm nüfusun, ne pahasına olursa olsun, güvenliğe, ekmeğe ve işe geri dönüşü dilediği korkunç bir durum olduğu yeterince vurgulanamaz. Devrimci geri akışın tüm dönemlerinde, zafer kazanan devrimci bilinç değil, en önemsiz demagojidir. Bu koşullar altında, birkaç vicdansız politikacının aç kitleler önünde kapitalist Batı ile bir uzlaşmanın gerekliliğini savunması ve Bolşevik azınlığın, Rus siyasetini tamamen Uluslararası Komünist Devrimin genel stratejisine tabi kılmaktan ibaret olan "Lenin’in çizgisini" takip etmedeki acımasız kararlılığını maceracıların inisiyatifi olarak damgalaması çok kolaydı. Bununla birlikte, en saf ilerici Batılı entelektüellerin iğrenç bir şekilde boyun eğdiği Stalin, hiçbir zaman inisiyatif almadı, insanüstü ve uzun vadede imkansız olan, vazgeçilmez kapitalist ekonomik temelleri proleter iktidarın korunmasıyla uzlaştırma görevini başkalarına bıraktı.
Böyle bir tutum onu Bolşevizm perspektiflerinin ve varlık nedeninin tasfiyesine hazır hale getirdi.
Bu tasfiye kesinlikle bir kan gölü gerektiriyordu, ancak tarihçiyi Rus
Devrimi’ne meyleden şey, Bolşevik Parti içinde, sanki aralarındaki bir
çatışmadan, birbirine taban tabana zıt iki tarihsel perspektiften çok bir
liderlik mücadelesi ya da bir aile kavgası gelişmesiydi. Bu "gizem" i bir sonraki
bölümde açıklamaya devam edeceğiz.
Bu sahtekarlık, çağdaş tarihin en yanlış anlaşılan olaylarından birini gizler. Ekim devrimine ilişkin gerçek bir perspektif, yarım yüzyıllık siyasi ve doktrinel tahrifatın altında gömülü kalmakla kalmıyor, aynı zamanda bazı şeyleri gerçekten çözmeyi başaranlara, tarihin ritmine yapılan böylesine inanılmaz ve büyük bir hamleyi temsil ediyor ve bu insanüstü hırs, o sırada Rusya’daki koşullar göz önüne alındığında, artık onlara pek inandırıcı gelmiyor. Tekrar etmekten asla vazgeçmeyeceğimiz gibi, Sosyalist çözümün anahtarı Rusya’nın dışındaydı.
Yirmilerin Rusya’sında, devrimin çifte karakteri sonsuza kadar sürdürülemezdi, çünkü burjuva devriminin tamamlanmasını gerektiren ekonomik gelişme, Sosyalist devrimin salt siyasi zaferini ancak baltalayabilir ve sonunda alt edebilirdi.
Aslında, Rusya’nın içinde, milli ekonomik zorunluluktan kaynaklanan her şey, Rusya’nın toplumsal çıkarlarını ifade eden her şey, Komünizm için ahlaki bir tehlike oluşturuyordu ve uluslararası devrimin durumuna bağlı olarak Rusya için akla gelebilecek, Rus proletaryası için ölümcül risk anlamına gelen her tür iç sosyal strateji gizleniyordu.
Feodal toprak mülkiyetinin yok edilmesi sayesinde, burjuva köylülük önemli bir ekonomik ve sosyal etki elde etti. Yoksul köylülerin topraklarını satın aldılar ve sonra kiraladılar. Yasa dışı olarak ücretli işçi çalıştırdılar ve buğdayı tekellerine alıp şehirleri aç bırakmaya kadar gittiler. On binlerce militan komünistin memura dönüştüğü yönetimde, şiarı "yönetim için yönetim" ve "devlet için devlet" olan bir bürokratik mekanizma gelişti. Kıtlığın hüküm sürdüğü bir ülkede, iş veya konaklama sahibi olmak bir ayrıcalık haline geldi. Nihayet, 1923’ten sonra, gerçek bir komünist görüşü savunmak bir kahramanlık eylemine dönüştü.
Ama neden özellikle 1923’ten sonra? Elbette, Stalinist karşı-devrim olarak adlandırdığımız olgu, birkaç yıllık bir süreye yayılan bir sürecin doruk noktasıydı ve "anahtar" anı tam olarak tespit etmek zordur. Yine de 1923, Alman Devrimi’nin kesin yenilgisini işaret ettiği için keyfi bir referans noktası değildir. Bununla, Komünizmin Avrupa’da derhal yayılması için son şans da ortadan kalkmıştır. Bu gerçeğin sarsıcı önemi o kadar iyi anlaşılmıştı ki, Rus partisinde haberler intiharlara neden olmuştu. Aynı zamanda, Rus üretiminin feci durumunun "makas" kriziyle ortaya çıktığı yıldır: Troçki’nin 12. Parti kongresinde gösterdiği şemada sırasıyla tarım ve sanayi fiyatlarının eğrileri ve artan ayrışmaları, ekonomik yönelim ve sosyal strateji açısından ciddi bir sorun teşkil eder. Ağır sanayiye hemen yardım mı edilmeliydi, yoksa bunun yerine köylülük lehine vergi indirimi politikası ağır sanayi pahasına mı sürdürülmeliydi? Sorun çözülmedi, ancak durum 1.250.000 işsizle daha da kötüleşmeye devam etti.
Ek olarak, 1923’te Lenin, Ocak 1924’te ölümüne neden olacak üçüncü bir arterioskleroz krizine maruz kaldı; ancak önce siyasi vasiyeti olarak kabul edilebilecek bir şekilde, «Sovyet Devletini saptıran muktedir güçlerin rotasını çizmiş olmasını» kınadı. Ayrıca, «bize tamamen yabancı olan ve burjuva ve Çarlık dönüşlerinin bir karışımını temsil eden bir aygıtı» somutlaştırdığını söylediği Stalin’den de kopmuştu. 1923 aynı zamanda Troçki’ye karşı ilk komplonun Lenin’in hastalığı sırasında, kısmen de belirtmekte fayda var, Stalin tarafından manipüle edilen "eski Bolşevikler"in körlüğünden dolayı planlandığı yıldır. Kızıl Ordu’nun kurucusuna karşı, diğer Stalinist partilerin ayak takımının – eski saygıdeğer Kruşçev’inkiler de dahil olmak üzere – tüm inkarlarına rağmen, iftira niteliğindeki iğrenç ve gülünç suçlamalar paketi haline gelecek olan ilk siyasi çarpıtmalar propaganda edilmeye başlandı ki bugün hala tarihsel referans noktaları olarak kullanmaya devam ediyor. Lenin’in en iyi yoldaşları, devrimin gerçek düşmanının, tarihin önümüzdeki on yıl boyunca kendi infazcısı olmaya mahkum ettiği Bolşevik partideki "yabancı gövde" olduğunu ancak iki yıl sonra anlayacaklardı.
Stalin’in her şeye gücü yeten kliğine karşı Troçki etrafında yeniden toplanan muhalefetin beyhude çabalarına ve sayısız iniş çıkışlarına baktığımızda, bugün, Lenin’in büyük perspektifinin özellikle Rus temelinin ne kadar cılız ve hassas olduğunu görebiliriz zira Batı devrim çağrısına güçlü şekilde yanıt verecek durumda değildi (ki Marx’a göre de Rusya’daki herhangi bir devrim Batı’da bir devrim tetiklemeliydi).
Kritik anlarda, Stalin tarafından uluslararası devrimi tasfiye etme politikasını desteklemek için Bolşevik Partisi’ne toplu olarak dahil edilen bir milyon yeni, genellikle deneyimsiz unsura cesurca karşı çıkan sadece birkaç yüz gerçek Komünist vardı. Ekim Devrimi’nin temel bir sorunu hesaba katılmadıkça, böyle bir güç orantısızlığı açıklanamaz; Devrimin salt burjuva görevlerinin ötesinde, "Rus milleti" – yani, son derece küçük bir proleter azınlık dışında tüm sınıflar – sosyalizm mücadelesinin önünde bir engelden başka bir şey temsil etmez. Bu tarihsel ve toplumsal gücün hareketi, yani Rus kapitalizmi, Lenin’in bilimsel dürüstlüğünü vicdansız Stalin’in kaba siyasi vahşeti ile doğru bir şekilde karşılaştıran, ancak yalnızca devasa bir fenomenolojinin ötesine geçmeyen Stalinizmin tüm demokratik eleştirmenleri tarafından ya göz ardı edilen ya da hafife alınan temel gerçektir. Sosyalizmi başlatmak için tasarlanmış bir siyasi parti, Rus kapitalizmi için haklı olarak en yakın engel olarak kabul edildi ve Rus kapitalizmine yolunu açmak için, bu partinin toplumsal içeriğini boşaltarak siyasi omurgasını kırmak zorunda kaldı.
Bunun nasıl olduğunu burada kısaca da olsa açıklamaya devam etmeyeceğiz. Okuyucuyu "Bir Devrimin Bilançosu" çalışmamıza yönlendirirken, kendimizi onun ana özelliklerini siyasi düzeyde özetlemekle sınırlayacağız.
1929‑30’da Stalinizmin kesin zaferinden önce gelen iç mücadeleler sırasında, parti hiziplerinin üzerinde çatıştığı ekonomik önlemlerin hiçbiri kapitalist üretim ilişkileri çerçevesinden bağımsız olduğunu iddia etmez; hiçbirinin kendisini sosyalist ilan etme hakkı yoktur. "Makas" krizinin etkili formülasyonunda, sorun, endüstriyel üretimlerin durumu ve toplumsal güçler dengesi üzerine tekabül eden bütün etkileriyle, ortaya çıkan tüm ekonomik ve sosyal sonuçlarla birlikte daha da kötüleşmeye devam etmektedir. Troçki’nin solu, tarımın gelişmesinin ön koşulu olarak bir ön sanayileşme ilkesini sürdürürken, aynı zamanda yoksul köylülere de destek vermektedir. Buharin’in sağı (burada isimler sadece referans olarak verilmiş olsa da) orta köylünün zenginleşmesine ve nihai müsaderesini düşünerek işletme sermayesinin artırılmasına güvenmektedir. Stalin’in merkezi, sağdan ve soldan devletin başında tutmasına izin verecek her şeyi çalmakla yetinmeyen bir konuma sahiptir ve bu nedenle polemikleri devrimciler ve karşı-devrimciler arasında net bir sınır göstermez. Böylece, ister "sağ" dan ister "soldan" esinlenmiş olsun, herhangi bir eski önlemi kullanabilen Stalinist merkezin son tahlilde bir işlevi vardır: Rus Devletini kurtarmak ve güçlendirmek. Çifte devrimi anti‑feodal ve dolayısıyla kapitalist bir deliğe zorlamak, tamamen anti‑komünizm.
Lenin’e sadık olan sağ ve sol, her şeyin sonunda uluslararası devrime bağlı olduğunu, zafer kazanana kadar direnme meselesi olduğunu ve aralarında şiddetli çatışmalar varsa, bu amaç için önerilen çeşitli önlemlerin etkinliğinin ilgili devrime bağlı olduğunu biliyorlardı. Ancak merkez başka şeylerle meşguldü; zaten uluslararası devrimden kopmuştu ve bu nedenle tek bir siyasi bakış açısına sahipti: Hala uluslararası devrimi savunmayı sürdürenleri ortadan kaldırmak. Stalin’in nihayet zafer kazanma şekli bunu açıkça göstermektedir. Her şeyden önce, Troçki’yi suistimal ederek ve onu köylülük ve proletaryanın yanılmaz "Leninist" ittifakını sabote etmekle suçlarken, orta köylüyü destekleme programını benimseyen sağı desteklemek. Sonra, ince politikasının başarısızlığı ve kulakların tehdidiyle paniğe kapılmış olması karşısında, sağı reddetti ve – yanlış bir şekilde – kırsal burjuvazinin çıkarlarını dile getirmekle suçladığı Buharin’e çamur atmaya girişti. Manevra o kadar başarılı oldu ki, Buharin, Troçki ile bir yakınlaşma girişiminde bulunacağı zaman, onu merkezin değil sağın Marksist olduğuna ikna etmekte başarısız olurken, aslında Troçki’nin bazı destekçileri, Stalin’in kendi çıkarları için bazı pozisyonlarını ödünç almasını merkezin sola doğru atılmış bir adımı olarak bile göreceklerdi.
Partinin ve devletin başında gerçekleşen bu "fiziki" mücadelenin, yukarıda sözünü ettiğimiz gizli saldırının sadece bir ifadesi olduğunu söylemeye gerek yok, ancak zafere ulaşabilmek için siyasi düzeyde ne kadar şiddetli bir tersine çevrilme gerektiğini gösteriyor. Bu arada ekonomik düzeyde de aynı şekilde ilerlemek o kadar da vazgeçilmez değildi, çünkü ne sağın ne solun çözümü Sosyalist değildi. İlhamını – zorunlu kolektivizasyon yoluyla – Troçki’nin konumunun bir karikatüründen almış gibi görünse de, Stalin’in çözümü de daha fazla Sosyalist değildi. Bu paradoksun açıklaması, uluslararası devrim yenilgiye uğratılırsa hiçbir Rus çözümünün uzun vadede bile komünizmin gerçekleşmesini sağlayamayacağı gerçeğinde yatmaktadır.
Bu sert tarihsel gerçekliği engellemek için birbirini paramparça edenlerin insanüstü çabası, Buharin’in belki de ancak celladın soğuk tabancasını boynunda hissettiği anda tanımladığı ortak düşmanı gözlerden gizledi.
Bir toplumsal devrimin düşmanının yalnızca bir katiller çetesi olabileceği
gerçeği, Ekim 1917’nin sosyalist karakterinin, uluslararası proletaryanın
beklenen desteğinden yalıtıldığı takdirde, kendisini bir partinin, yani bir grup
insanın düşmanca olayların ağırlığı altında inceltilen iradesine indirgediğini
kanıtlıyor: devrimcileri öldürmek her türlü karşı-devrimin görevidir.
V. Sosyalizm ve Devlet Kapitalizmi
Bu çalkantılı tarihsel dönemin aşırı karmaşıklığı nedeniyle, Rus ekonomik ve politik sorunları, iç politikası ve komünistlerin devrimlerine yükledikleri uluslararası rol arasında gerekli ve özel ilişkiler olduğunu, öncelikle genel bir araştırmayla kanıtlamaya çalışmak gerekli görünüyordu. Böylece, hiçbir yönün tek başına incelenemeyeceği bir sorunu ele alırken, özelden genele doğru ilerleyen alışılmış didaktik yöntemi tersine çevirdik. Sonuç olarak, 1923’ten itibaren Bolşevik Partisi’nin başındaki hizipler arasında cereyan eden mücadelenin önemi üzerinde uzun uzun durmak zorunda kaldık. Burada, biri sosyalist olan, diğeri olmayan ekonomik çözümlere değil, uluslararası devrim beklentisiyle iktidarı korumanın farklı yollarına karşı çıkıldı. Rus ekonomisinin evrimini mevcut durumuna kadar takip etmek için bu önemli noktayı ayrıntılı olarak geliştirmemiz önemlidir.
Devrimin ilk yıllarından itibaren, Bolşevik ekonomi politikasının, sonunda ölüm çanını çalacak olan ve Rusya’daki ve dünyadaki komünistlerin – Stalin’in işaret ettiği dönüm noktasına kadar – umut ettiği, ancak sosyalizmin uluslararası zaferiyle aşılabilecek bir çelişki tarafından baltalandığını tekrar etmeliyiz. Ama giderek sorunlu hale gelen bu zaferi beklerken, Rus nüfusu hayatta kalmalı ve üretici güçleri mümkün olduğu kadar iyi, yani küçük-burjuva ticari ekonomi düzeyinde kullanmalıydı. O halde bu konudaki Bolşevik formül nedir? Üretken çabayı devlet kapitalizmine yöneltmektir.
Neden kapitalizm? Lenin, bu makaledeki tüm alıntıları kendisinden aldığımız Nisan 1921 tarihli "Ayni Vergi" metninde bunu açıklıyor (Seçilmiş Eserler, Moskova 1971, Cilt 3).
Modern bilimin en son keşiflerine dayanan büyük ölçekli kapitalist mühendislik olmadan sosyalizm düşünülemez.
Gerçekte, tam anlamıyla ekonomik düzeyde, Rusya’da proletarya devletinin gücünden ziyade burjuva toplumunun üzerine düşen sermaye birikiminden başka bir "sosyalizme giden yol" yoktur, çünkü burjuvazinin yerine getirmeyeceği bir şeydir. Sosyalizmin bu olmazsa olmaz koşulunun sorumluluğunu proletarya üstlendi. Gerçekten de, daha sonraki bir tarihte ücretli çalışmayı ortadan kaldırabilmek için, «çok sayıda verst ya da izsiz arazinin köyü demiryolundan ayırdığı», «köylü ıssız ormanlarında» otlayan milyonlarca köylüyü ücretlilere dönüştürmek gerekir. Başlangıç olarak, «ataerkillik ve yarı ve düpedüz barbarlık alanında bulunan» alanlarda ticari mübadeleyi başlatmak ve böylece nihai olarak ortadan kaldırılmasını sağlamak gerekir. Aynı şekilde, uçsuz bucaksız Rus kırsalında toplumsal yaşamı oluşturan "tembel ataerkilliğe" saldırmak için "büyük ölçekli sanayi" ve "modern teknoloji" de teşvik edilmelidir.
Lenin ve adına layık tüm Marksistler için, bu devasa görevin başarılması, hiçbir zaman sosyalizmin gerçekleştirilmesini değil, kapitalizmin dışa vurumunu temsil ediyordu. Stalinizmin bilinçli kriminal tahrifatlarını bilgisiz saçmalıklara dönüştüren bilginlerin yol açtığı skandal kafa karışıklığına rağmen, sosyalizm modern üretim için vazgeçilmez olan beton ve çelik yapılar gibi "inşa edilmemiştir": Sosyalizm zaten var olan güçlerin özgürleştirilmesini ve modası geçmiş üretimlerin önlerine koyduğu engellerin yok edilmesini içerir.
Ekim Devrimi’nin trajedisi, Rus proletaryasının, Batı proletaryasının aksine, iktidara geldiğinde, Rusya’da gerekli uluslararası ölçekte eskimiş burjuva üretimin kırbacı altında bir değil iki zincir kırması gerekmesiydi.
Lenin şöyle yazar: «Kapitalizm, sosyalizme kıyasla bir beladır. Kapitalizm, orta çağcılık, küçük üretim ve küçük üreticilerin dağılmasından kaynaklanan bürokrasinin kötülükleriyle karşılaştırıldığında bir nimettir. Sosyalizm, bazı kapitalizmler, küçük üretim ve değişimin temel ürünü olarak kaçınılmazdır; öyle ki, kapitalizmi – özellikle onu devlet kapitalizminin kanallarına yönlendirerek – küçük üretim ile sosyalizm arasındaki ara bağlantı olarak, bir araç, yol ve üretici güçleri artırmanın bir yöntemi olarak kullanmalıyız».
Stalin’in proletaryaya karşı en büyük suçu, devrimcileri katletmekten bile daha korkuncu ve Batılı işçileri "demokratik" burjuvazilerinin merhametine bırakırken Rus işçilerini tarifsiz köleliğe teslim etmekten daha kötüsü, Lenin’in başvurduğu araçları, bir son, son aşamaya giden "tarihsel bir yol" olarak niteleyerek sosyalizmi tamamen kapitalizme asimile etmektir. Bu, kitapları o kadar çok pişirmeyi içeriyordu ki, Lenin’in öğretisini karikatürize ederken onu öven ahmaklar ve dalkavuklar için sosyalizmin görevi yavaş yavaş sermaye birikimi haline geldi!
Öyleyse neden Lenin’in Rusya için formüle ettiği perspektifte bu bir devlet kapitalizmi sorunudur? Çünkü sosyalizm, önceden kapitalist gelişme olmaksızın elde edilemezken, "devletin proleter egemenliği" olmadan da elde edilemez. Ekim Devrimi’nden doğan devlet proleterdir; yani, proletaryadan doğan ve bu siyasi düzeyde aynı proletaryanın doktrini ile silahlanmış bir parti tarafından yönetilen proletaryanın önderliğindeki bir devrimden kaynaklanır. Fakat devlet ekonomik düzeyde ne kadar sosyalisttir? Lenin bu noktayı değerlendirirken oldukça açıktır:
«Sanırım hiç kimse Rusya’nın ekonomik sistemi sorununu incelerken onun geçiş niteliğini yadsımamıştır. Ne de herhangi bir komünist, ’Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ teriminin sosyalizm, yani mevcut ekonomik sistemin Sosyalist bir düzen olarak tanınmasını değil, Sovyet iktidarının, Rusya’da geçişi başarma kararlılığını ima ettiğini inkar etmemiştir».
Metinde sık sık "geçiş" terimini kullanan Lenin, Rusya’nın o sırada bulunduğu ekonomik ve sosyal aşamadan sosyalizme hangi aşamalardan geçmesi gerektiğini şöyle tanımlar:
«Şu anda, Rusya’da küçük-burjuva kapitalizmi hüküm sürüyor ve ondan hem büyük ölçekli devlet kapitalizmine hem de "milli muhasebe ve üretimin ve dağıtımın kontrolü" adı verilen tek ve aynı aracı istasyon aracılığıyla sosyalizme giden tek ve aynı yoldur».
Ve Lenin ısrar ediyor: «Rusya, devlet kapitalizmi ve sosyalizm için ortak olan zemini (milli muhasebe ve kontrol) geçmeden, şu anda burada mevcut olan ekonomik durumdan ilerleyemez».
Lenin’in fikri, daha sonra utanmazca gizlenmiş olsa bile açıktır: Rusya’nın sosyalizme ulaşmak için izlemesi gereken yol, devrimden sonra ülkenin ekonomik ve sosyal koşulları tarafından zorunlu olarak belirlenir. Yol boyunca bir "ara aşamada", yani "küçük ticari üretim", "özel kapitalizm" de veya "devlet kapitalizmi" nde durmayacağımızı yalnızca devletin politik doğası (devlet proleter olduğu için) garanti edebilir. Tam tersine, sosyalizmin yanan harfleriyle aydınlanan o uzak terminale doğru tüm gücümüzle yolumuza devam edeceğiz! Ve bunun için devletin kontrolü en önemli gerekliliktir. Ama vurgulanmalıdır ki, bu ancak proletaryanın uluslararası zaferinin, sermayenin gücünü dünyadaki tüm ana sinir merkezlerinde kırarak, Rus Devrimi’nin "lokomotifine" yol boyunca yeşil ışık yakması koşuluyla gerçekleşecektir.
Bugün, böylesine berrak bir bakış açısının içinden çıkılmaz bir kafa karışıklığına gömülmesinin ana nedeni, kuşkusuz Stalinizmin yaydığı utanmaz yalanlardır, ama aynı zamanda proletaryanın, yenilgi üstüne yenilgiyi ve partisinin sayısız reddini kaydettiği tarihsel gelişmenin gidişatından da kaynaklanmaktadır: proleter hareketin her bakımdan aşikar olan genel geri dönüşü, proletaryanın kendi tarihi bilincine en çok zararı verir. Ekim Devrimi’nin sadece Stalinizm tarafından değil, aynı zamanda çoğu anti‑Stalinist tarafından da çarpıtılması, bu iddianın apaçık kanıtıdır.
Bu, özellikle, devrimin başarısızlığının suçunu "Leninist" devlet kapitalizmi anlayışına bağlayan "aşırılıkçı" görüş için geçerlidir. Bu argümanın tartışılmaz bir gerçek karşısında çöktüğünü göstereceğiz; Lenin için basit bir "ileri adım" olan bu ekonomik aşamaya, Stalinizm tarafından hiçbir zaman ulaşılamadı. Devlet kapitalizminin sözde gerçekleşmesi, bu nedenle, Stalin’in karşı-devriminin zaferiyle özdeşleştirilemez. Karşı devrim, "tarihin lokomotifi"nin manivelalarını tutarak onu kısa soluklu eski bir paslı kovaya dönüştürdü ve bu da devlet kapitalizmine gönülsüzce bir atılımdan sonra onu "Tek ülkede sosyalizm"in yiğit mühendislerinin tercih ettiği "motor hangarları" da dahil olmak üzere küçük üretimden ayıran "ara istasyonlar" arasında gidip gelmekle yetindi.
(Ellerinde ölçüt olarak yalnızca "demokrasi", "siyasi ahlak" veya "en iyi örgütlenme biçimi" bulunan) çok sayıda anti‑Stalinist Lenin’in öğretilerini kınıyor, çünkü onlara göre o, sosyalizmi devlet kapitalizmiyle eşit tutuyordu. Bu, Rus devrimini soldan ya da sağdan eleştirenlerin çoğunda ortak olan genel bir sapmadır. Bununla birlikte, daha önce, Lenin’in söz konusu olduğu kadarıyla, devlet kapitalizmi formülünün yalnızca son derece yetersiz bir kapitalist gelişmeyi telafi etmek için gerekli olduğunu görmüştük; "Rus koşulları" na sıkı sıkıya bağlı bir hedeftir ve ilk sosyalist önlemlerin hemen alınacağı gelişmiş ülkelerdeki proleter devrimin ve özellikle ücretli emeğin kaldırılmasının bir koşulu olarak tamamen yetersizdir. Ekim Devrimi’nde enternasyonal olan, onun temel siyasi özelliğidir: proletarya diktatörlüğünün evrensel zorunluluğu. Rusya’nın ekonomik sorunlarıyla ilgili her şeyin, genel olarak sosyalizmle ilgisi yoktu.
Geri kalmış bir ekonominin proleter yönetiminde yalnızca geçici bir amaç olan
ilkeye ve doktrin sorununa dönüşen "aşırılıkçılar" – iyi niyetle bile olsa –
Stalinizmin uluslararası işçi hareketinde zafer kazanmasına izin veren benzer
bir hataya düşmüşlerdir.
Öncelikle, "Stalinist karşı-devrim" olarak adlandırdığımız siyasi olgunun ne anlama geldiğini belirtmemiz gerekir ki bu maskelemeye çalışmayacağımız çelişkiler ve zorluklar içeren bir görevdir. Örneğin, bir yanda uluslararası devrimin yardımı olmadan Rus ekonomisinin yalnızca kapitalist bir gelişmeye ulaşmayı arzulayabileceğini doğrularken, öte yandan bu kapitalizmin Stalin’in eseri olduğunu söylediğimizde, şu zor soru ortaya çıkıyor: Lenin’in ekonomi politikaları hangi açılardan Stalin’inkilerden farklıydı ve mağlup ettiği siyasi güçlerin çalışmalarını sürdürüyorsa bir karşı-devrimden söz etmeye ne hakkımız var?
Nitekim bu itiraza daha önce yanıt vermiştik: Çarlıktan kurtulan Rus ekonomisi, salt zorunluluk yoluyla kapitalizme yöneldi, ancak Bolşeviklerin sermayeyle yüzleşmeyi amaçladıkları yer bu arazide değil, uluslararası düzeyde, özellikle de üretim ilişkilerinin muzaffer bir devrim tarafından derhal yıkılabileceği ülkelerdeydi. Ancak geriye, modern Rusya’nın tüm tarihsel gelişimine damgasını vuran bir yönelim olarak Stalinist karşı-devrimin neyi temsil ettiğini belirlemek kalıyor. Bu sadece uzun ve kısa vadede herhangi bir sosyalist perspektifin nihai ölüm çanı meselesi değil, bundan daha fazlası, en radikal veya en enerjik olmaktan uzak bir kapitalist genişleme tarzıdır.
Öncelikle, karşı-devrimin tamamen politik olduğu, yani durdurulan üretici güçlerin gelişmesi yoluyla değil, iktidardaki sınıf değişimi aracılığıyla ifade edildiği iyi anlaşılsın: aksi, modern tarihin hiçbir örnek vermediği şekilde uygarlığın geriye gittiği anlamına gelir. Gerçekten de, 1815 restorasyonu, Fransız Devrimi’ne karşı koyan Avrupa ülkelerinde aristokrasiyi iktidara getirirken, bu durum devrimden sonra kapitalizmin genişlemesi engellenemedi. Başka bir deyişle, soyluları bankacılara ya da toprak sahiplerine dönüştürdü, ama burjuvaları serfliğe götürmeden!
Benzer şekilde Stalinizm, uluslararası devrimi sabote ederken, Çarlığın çöküşüyle elde edilen sonucu, yani ticari üretimin ve kapitalist ekonominin genelleştirilmesini geri döndürmeye çalışmadı. Bu karşı-devrimin devrilen sınıflara iktidarı geri getirmediği de doğrudur ve bu, yanıtlamamız gereken itirazların sonuncusudur, ancak en önemsizi değildir. Şimdilik kendimizi şu gözlemle sınırlayacağız: Son yirmi yılda sömürgeciliğin krizi, dünya proletaryası kavgada değilken, geri ya da yarı‑feodal ülkelerde patlak veren herhangi bir devrimden ortaya çıkanın kapitalizm olduğunu doğrulamıştır. (Burjuva sınıfı fiziksel olarak mevcut olmasa bile) devlet, ekonomik fail olarak, kapitalist üretim ilişkilerini kurmuş veya sürdürmüştür.
Ardışık iki üretim tarzı arasında bir "menteşe" olarak hareket eden devletin belirleyici rolü fikri, Lenin’in Ekim Devrimi’nde kendisine yüklediği işlevi tam olarak anlamak için de, Stalin altında yerine getirilen bu işlevi aydınlatmak için de vazgeçilmezdir. Marksizm tarafından kavrandığı şekliyle devlet, egemen sınıfın hizmetinde, belirli bir üretim tarzına karşılık gelen bir toplumsal düzende güvence sağlayan bir şiddet aracıdır. Bu tanım proleter devlet için de geçerlidir, ancak şunu belirtmek gerekir ki böylesi bir devlet biçimi, sömürülen sınıfların sömürücü sınıf üzerindeki egemenliğini ifade eder, tersini değil. Ayrıca devlet, ortadan kaldırmaya niyetli olduğu üretim ilişkilerinin de ortadan kalkmasıyla birlikte sönmeye mahkumdur. Bu son bakımdan, proleter devlet, diğerleri gibi, yalnızca iki müdahale yoluna sahiptir: yetki vermek veya yasaklamak.
Rus Devrimi’nin anti‑feodal ve anti‑kapitalist ikili doğası nedeniyle ilk yönüne uygun ekonomik aşamayı nasıl "atlayabildiğini", ancak siyasi içeriğinin tamamlanmasından kaçamayacağını gördük: sermaye birikimine dayanan sınıf egemenliğini yok etti ve imkansız hale getirdi, ancak bu birikime göz yummadan, hatta teşvik etmeden hayatta kalamadı. Bu nedenle proleter niteliği, bir gerçeklikten çok bir potansiyele bağlıydı: Sosyalizmi, maddi bir olanaktan çok bir niyet durumuydu.
Bu koşullarda ve Avrupa Komünist Devrimi’nin yenilgisinin yadsınamaz olduğu zamandan başlayarak, devletin proletaryanın devrimci işleviyle hiçbir ilgisi kalmadığı "eşik" hangi temelde değerlendirilebilir? Bu eşiğin siyasi düzeyde tanımlanması kolaydır; Stalinizm, uluslararası devrimden ve dolayısıyla gelecekteki Rus sosyalizminin gerekliliğinden açıkça feragat ettiğinde aşılmıştır. Yine de ekonomik ve toplumsal düzeyde, tek sağlam ölçüt, devletin yukarıda verilen işlevinden türeyen ölçüttür: Sovyet Devleti, daha önce zorunlu kalınan geçici ekonomik biçimleri yasaklamanın tüm araçlarından yoksun bırakıldığında, proleter olmaktan çıkmıştır.
Hukuken bu acizlik, ancak – köylüler ile işçiler arasında demokratik eşitliği tesis ederek, proletaryanın muazzam Rus köylülüğünün ağırlığı altında ezilmesine damga vuran – 1936 anayasasıyla resmi olarak kendini gösterir. Ekonomik ve sosyal düzeyde ise esas olarak tarımsal yapılarda meydana gelen büyük karışıklıkta ortaya çıkar. Tüm uluslararası entelijansiya tarafından desteklenen Stalinist propaganda, otuzların "kolektivizasyon" ve "dekulakizasyon" unun iki Rus devriminden ikincisini, Ekim Devrimi’nin içerdiği komünizmi gerçekleştirdiğini iddia etmiştir. Ancak tüm Marksist kriterleri tamamen çarpıtarak yapılabilecek bu övünme duyurusu, şu gözlem karşısında çöker; modern Rusya için bir yük olan tarımsal üretimin örgütlenmesi, sosyalist düzeye ulaşmamakla kalmamış, tüm gelişmiş kapitalist ülkelerin çok altında bir aşamada sürünmüştür. Buğdayın, bir zamanlar dünyanın en önde gelen üreticilerinden biri olan bir ülkeye bugün bile ithal edilmesini zorunlu kılan Rusya’daki endemik temel ihtiyaç maddelerine işaret etmekle yetinelim.
Rusya’da sosyalizmin yenilgisinin korkunç bir devlet kapitalizminden
kaynaklandığına dair yaygın "aşırılıkçı" görüşün aksine, bu ülkedeki proleter
iktidarın sonunda teslim olduğu üretim biçimini tanımlamak gerekir.
Konuşmalarında ve yazılarında sürekli olarak atıfta bulunulan bu "Sosyalizmin 1
Numaralı Düşmanı" hakkında bilgi edinmek ve bu düşmanın SSCB’de meydana gelen
tüm reform ve değişiklikler karşısında ne kadar sağlam durduğunu görmek için
Lenin’e başvurmak yeterlidir. Daha önce alıntılanan metinde, "Ayni Vergi"nin
yazarı, Rus ekonomisinin beş türünü sıralamaktadır:
1) Doğal ekonomi: yani neredeyse tamamen üreticileri tarafından tüketilen
ataerkil üretim.
2) Küçük meta üretimi: «Bu, tahıllarını satan köylülerin çoğunluğunu içerir».
3) Özel kapitalizm: yeniden doğuşu Yeni Ekonomi Politikası (N.E.P.)
4) Devlet kapitalizmi: yani, proleter iktidarın birçok zorluk karşısında
başarmaya çalıştığı tahıl tekeli ve üretimin milli muhasebesi.
5) Sosyalizm: Bu son noktada Lenin çok açık; proleter devletin "yasal
fırsatı"ndan başka bir şey söylemiyor. Lenin’in başka bir vesileyle Buharin’e
keskin bir şekilde hatırlattığı gibi, Rus devrimi, ancak «her şeyin mali
sermayeye boyun eğdiği bir sistemden», «tamamlanmış bir emperyalizm» in tarihsel
sonuçlarını miras almışsa, dolaysız bir gerçeklik haline gelebilecek bir
fırsattı, ve “geriye kalan yalnızca her şeyi proletaryanın ellerine bırakmak
için [bu emperyalizmin] kafasını kesmekti”.
Rusya’da durum açıkça böyle değildi. Bu nedenle, Lenin’in taslağında, mücadele – hala bir eğilim olan ve yaratılmaya çalışılan – devlet kapitalizmi ile sosyalizm arasında değildi, ki bu sadece iktidardaki partinin doğasıyla ilgili bir "yasal fırsat" tı. Mücadele daha ziyade küçük üretimin hakim olduğu ekonomide gerçekleşiyordu.
Lenin, «Sosyalizmle savaşta olan devlet kapitalizmi değil», «küçük-burjuvazi artı özel kapitalizm, devlet kapitalizmine ve Sosyalizme karşı birlikte savaşmaktadır» diye vurgular.
Bu mücadelenin sonucu bugün, küçük üretimi ortadan kaldırmak şöyle dursun, onu kolhosun sahte "kolektif" görünümü altında ebedileştiren Rus tarımının durumunda ölçülebilir. Batı’nın kapitalist ülkelerindekilerden neredeyse hiç farklı olmayan bu tip kooperatiflerin ekonomik içeriğine ve sosyal etkisine daha sonra bakacağız. Yalnızca, Rus proletarya partisinin, Marksizm tarafından "öngörülemeyen" "yeni biçimler"in ortaya çıkmasıyla veya daha önce işçi sınıfının bağrında beslenen devasa termit yığını bürokratlar sınıfı yüzünden yok olmadığını belirtelim: daha ziyade başından beri Avrupa Komünist Devrimi’nin yardımı olmadan üstesinden gelemeyeceğinin farkında olduğu Rus toplumunun tarihsel koşulları tarafından tamamen yenilgiye uğratılmıştır.
Stalinist çarpıtmaların en ciddisi, bu koşullarda sosyalizmin "inşa edildiğini" ilan etmektir. Bu yalan, daha önce NEP sırasında Lenin tarafından ifşa edilmiştir: «Komünist toplumu sadece komünistler tarafından inşa etmek çocukça bir fikirdir ve bunu asla dile getirmedik; komünistler halk okyanusunda sadece bir damladır».
“Başkalarının eliyle yaratmak meselesidir” diye eklemiştir. Başka bir deyişle, proleter olmayan sınıfların, modern makinelerin kullanımıyla üretim tekniklerini modernize etmelerine izin vermek, böylece soyalizmin koşullarını gerçekleştirmek, ancak sosyalizmin kendisini gerçekleştirmemek. Bu koşullar kapitalizmden başka bir adla tanımlanamaz.
Kapitalizmin gelişimi, küçük üretimin ortadan kaldırılmasına eşittir, ancak Rus komünistleri, küçük üreticinin varlığını ve çalışma kapasitesini koruyarak, onu kölelikten bile beter bir kölelik olan gülünç “mülkiyet”inden söküp atarak bunu burjuva tarzında değil komünist tarzda gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bolşeviklerin, köylüleri, bireysel mülkiyet olmaksızın, ücretli emek olmaksızın kolektif bir sömürü ve yeniden dağıtım temelinde bir araya getirmeye çabalayacakları yer "tarım komünleri" ydi... Onlar da, sonrasında orta köylünün işletme sermayesinde bir artış umudu ile hareket eden Buharin de başarısız oldu.
Başarılı olan çözüm, Stalin’in zorla kollektifleştirmesiydi. Akla gelebilecek en
korkunç, en yıkıcı, en gerici yoldu bu. Korkunçtu, çünkü kıyametvari bir şiddete
yol açtı, yıkıcıydı, çünkü kaynakların muazzam bir tahribatına, özellikle de
Rusya’nın 40 yıl sonra hala acısını çektiği sığırların yok edilmesine eşlik etti.
En gericiydi, çünkü – onu ortadan kaldıran Batı kapitalizminden farklı olarak –
küçük üreticiyi verimsiz, ideolojik olarak geri bir sistemde istikrara
kavuşturdu. Geleneksel kırsal bencillik ile taşra işçisinin açgözlülüğünü
birleştiren kolhosnikler, köylülüğün proletarya üzerindeki zaferinin iyi bir
sembolüdür ve "tek ülkede sosyalizm" palavrasıyla maskelenmişlerdir.
VII. Kolhos’un Sahte “Komünizmi”
Küçük üretime taviz, Stalin’in uluslararası uşak taraftarları grubunun inandığı gibi, parlak bir liderin dikkatlice tartılmış ilhamına değil, daha ziyade belirli siyasi ve ekonomik koşulların despotik gereksinimlerine atfedilmelidir. Bu koşullar, ancak tarım sorunu üzerine Bolşevik parti içinde daha önce bahsedilen tartışmaya dönülerek yeterince analiz edilebilir. Troçki’nin solunun tarımı ayağa kaldırmanın vazgeçilmez ön koşulu olarak endüstriyel gelişmeye öncelik verdiğini, Buharin’in sağının ise kırsal orta sınıfların sermaye birikimine öncelik verdiğini göreceğiz.
Bu tartışmada, bir yanda partinin sol ve sağının meşguliyetleri ile diğer yanda Stalinist merkezin meşguliyetleri arasında belirginleşen kategorik farkın hatırlanması gerekir. Merkez, uğraşmak zorunda olduğu tezlerin makullüğüyle çok az ilgilendi; Rus milli devletinin bir ifadesi olarak, onun için önemli olan partinin son direniş öbeğinin acımasızca ortadan kaldırılmasıydı. Stalinizm zaten kendi özel alanında hareket ediyordu: Dünya devrimi için mücadelenin terk edilmesi, mevcut yapıların istikrara kavuşturulması ve sağlamlaştırılması ve dünya proletaryasının devrimci yön merkezinin salt bir milli devlet aygıtına dönüştürülmesi. Stalin’in niyetleri ve emellerinden ne Buharin ne de Troçki henüz tam olarak haberdar değildi. Bölündükleri kararların önemi onlar için "genel sekreterin" alçak manevralarından daha önemliydi, çünkü uluslararası devrim ikinci bir rüzgar kazanmazsa, hiçbir şey gerçekten uygulanabilir değildi. Bu umutla, kendi konumları, tutkulu savunucuları için, onları uzlaşma yerine uzlaşmazlıkla meşgul eden bir "Ya hep ya hiç" kumarının doğasını üstlendi. Kurtuluşu ancak kapsamlı bir sanayileşmede gören Troçki’nin gözünde, Stalin tarafından haince kullanılan ve savunulan Buharin, zengin köylüyü savunuyor gibi görünüyordu. Buharin’e göre, sanayileşmeye öncelik vermek, istenmeyen bürokratik sonuçlarla doluydu ve sermaye birikiminin, sonunda "hesapları çözeceğimiz" bir kırsal burjuvazi ile sınırlandırılması daha iyi görünüyordu. Proletarya diktatörlüğüne en az elverişsiz olan ekonomik temelleri korumaya eşit derecede kararlı olan sağ ve sol arasındaki bu çatışmanın sertliği, siyasi tabanda ağırlık sahibi olan merkezin tehdidini gizledi. Hem sağ hem sol merkezin temsil ettiği karşı-devrimci tehlikeyi hafife alacaktı.
Gerçekte, Stalin’in tasfiyeci "tek ülkede sosyalizm" formülüyle bağlanan "Buharin çözümünü" desteklemesi tamamen siyasi amaçlar içindi. Öte yandan, "Köylü Kendini Zenginleştir" sloganı sağın güvendiği ekonomik düzeyde etki etmemişti. Orta köylü, Buharin’in umduğu gibi işletme sermayesini artırmak yerine, kişisel tüketimini artırdı. Tahıl üretimi, şehirlerde bir kez daha kıtlık hayaletine yol açacak derecede çöktü.
Ocak 1928’de mısır üretimi bir önceki yılın %25 altında kaldı ve 2 milyon ton açık verdi. Partinin ve devletin – 15. kongreden bu yana tartışmasız ve solu dışlayan – Stalinist yönetimi, kasabalara silahlı birlikler göndererek yanıt verdi. Stokların bastırılması ve müsaderesi, köylü isyanları ve parti tarafından kırsala gönderilen işçilerin katledilmesi ile dönüşümlü olarak gerçekleşti. Nisan ayına kadar, merkezi liderlik, kendisinin emrettiği "aşırılıkları" kınayarak geri çekilirken, mısır rezervleri bir şekilde tekrar dolduruldu. Gerçekten – Stalinist damgasını taşıyan her yabancı dil ilmihalinin inandığı gibi – bütün bunların bilgece işlenmiş bir davranış biçimi meselesi olduğu söylenebilir mi? Gerçekte, merkez komite panikle ve mümkün olan en kaba deneycilikle hareket etti. Troçki’nin yazdığı üzere, belirli bir siyasi çizgiyle yola çıkmadı, yıllar bir yana, bir seferde yalnızca birkaç ay için geçerli olan politikaları benimsedi! Temmuz ayında merkez komitesi, fiyatı artırırken mısıra her türlü zorla el konulmasını yasakladı. Aynı zamanda sağın savunmakla suçlandığı kulaklara karşı şiddetli bir kampanya yürüttü. 1929’un sonunda kabul edilen ilk beş yıllık plan, toprağın sadece –’sinin kollektifleştirilmesini öngörmesine ve sadece 1933’e kadar kolhos fikrinin merkez komitesi tarafından ele alınmasına ve "Komünizmin tarıma girişi" övünç sloganı altında yayılmasına rağmen, daha Temmuz ayında – yaklaşan zorunlu kolektivizasyondan sadece birkaç ay önce – Stalin suçu “bireysel sömürünün gününün geçtiğini düşünenlere” attı ve onların “partimizle hiçbir ortak yanı yok” diye haykırdı!.
Nisan 1929’dan itibaren saldırılara uğrayan Buharin, Kasım ayında, en saf Stalinist tipte hakaret, iftira ve tehdit çığı altında teslim oldu. Ulusal komünist partilerin en son hücresine kadar yayılmış sorumsuzluk anlayışına göre, Buharin formülünün başarısızlığının günah keçisi Sağ oldu. Baskı içermeyen herhangi bir karar alamayan klik, sosyalizm ile hiçbir ilgisi olmayan bir "çözüm" ün keşfinden halelerle süslenmiş olarak ortaya çıkacaktı. Piyasa sistemi içinde faaliyet gösteren bir kooperatifler topluluğu, sonunda tüm devlet "kontrol ve muhasebesinden" kaçacak ve köylünün geri ve gerici zihniyetiyle bağlantılı olarak küçük üretimin ekonomik yetersizliklerini gösterecekti.
1929’un ikinci yarısında ve onu takip eden yıl boyunca, merkez komitesinin "dekulakizasyon" ve "kolektifleştirme" olarak adlandıracağı şey, inanılmaz derecede zorbalık, şiddet ve kafa karışıklığı arasında gözler önüne serildi. Açlık ve huzursuzluk tehdidi nedeniyle siyasi planların ekonomik inisiyatife üstün geldiği bir kez daha görüldü; yoksul köylünün daimi nefretini orta köylüye yöneltmek ve böylece devletin varlığını tehlikeye atan zor bir engeli aşmak meselesi haline geldi.
Aslında bu "kolektifleştirme" için neredeyse hiç hazırlık yapılmazken ve Stalin’e göre 250.000 gerekliyken, herkese sadece 7.000 traktör sağlandı! Sonra yine küçük üreticileri kolhosa katılmaya teşvik etmek için onlara büyükbaş hayvan hibesi yapıldı. Sonuç olarak, zaten ellerinde olanlar daha sonra satıldı veya yendi! Önlemlerin ani sonuçları, bazı bölgelerde, gözlük ve ayakkabıya kadar her şeyi kollektifleştiren görevlilere karşı köylülerin silahlı isyanını kışkırtarak, felakete yol açtı.
İlkbahar ekimi yaklaşırken, iç savaş korkusu, hükümeti kollektifleştirmenin "aşırılıklarını" kınamaya ve köylülerin kolhoları terk etmesine izin vermeye sevk etti; bu, kolhozluların sayısını yarı yarıya azaltan toplu bir göçü kışkırttı. Troçki, "tersine giden kolektivizasyon filmi" ni gözlemleyecekti. Kolhozlara yeni bir köylü akınının mümkün olması ve Stalin’in "kolektivizasyon bir başarıdır" sonucuna varmasını sağlamak için, teknik olarak kolhosta "kolektif" olan her şeyi sosyal olarak ortadan kaldıracak önemli tavizler vermesi gerekecekti. Ancak içeriğe bakmadan önce, kolektivizasyonun nedenlerini açıklamamız önemlidir.
Stalinistler ve sol düşmanları tarafından paylaşılan görüşe göre kolektivizasyon, devrimden bu yana önemi artmakta olan zengin kırsal burjuvazi (kulaklar) tarafından Sovyet iktidarına yapılan şantajın zorunlu kıldığı bir yanıttı. Elimizdeki kıt belgeler, tam tersine, varlığı, kırsal kesimde küçük üretimin aşamalı olarak ortadan kaldırılmasının vazgeçilmez koşulu olan ücretli emeğin devrini önemli ölçüde yavaşlatan küçük ve orta köylüler tarafından üretimin genişletildiğini gösterme eğilimindedir. Bu koşullar altında, kolektivizasyon, Stalinizmin "sola sapması", devlet bürokrasisinin başıboş bir "sosyalist" dürtüsü değil, Rus kırsalının geri koşullarında, acil bir durumda ve şiddetli bir krize tepki olarak ekonominin kapitalizme genel yönelimini itelemek için mevcut tek araçtır.
Aslında Stalin’in bu serüvene, 1929’da başlayan tahıl taleplerinin başarısı, kooperatiflerin gelişimine ilişkin olumlu raporlar ve köylülüğün bir bütün olarak etkili bir direniş göstermemesi gibi gerekçelerle atıldığı düşünülebilir. Her ne sebeple olursa olsun, istatistiksel kanıt olmasa bile, olguların determinizmi ikna edicidir: “kolkhos-formu”, uluslararası devrimin geri dönüşü olmayan geri akışının sonucu olarak ulusun içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve politik koşullar göz önüne alındığında, mümkün olan tek biçimdir.
Sonunda herhangi bir siyasi çözüm, ancak zorunlu koşullardan yoksun çözümleri ortadan kaldırdığı sürece varlığını sürdürür. Devrimci çözümler için aşikar olan, karşı-devrimciler için de geçerlidir. Proletaryanın Rusya’daki insanüstü çabasından sonra, kapitalizm artık çarlar döneminde üstlendiği "az gelişmiş" vasal biçimine geri dönemezdi, uluslararası devrim yenildiği için de sosyalizm tarafından mağlup edilemezdi. Milli bir kapitalizmin "ara çözüm" olarak inşası – başka bir deyişle Rusya’da sermaye birikimi için özerk bir merkez – bu koşullar altında, ancak kolhozlarda Rus köylülüğü tarafından temsil edilen son derece muhafazakar toplumsal gücün istikrara kavuşturulmasıyla mümkün oldu.
"İkince Seviye Rus kapitalizmi" olarak adlandırılabilecek bu özel yol, emperyalist aşamadaki toplumsal altüst oluşların karmaşık diyalektiğini ifade eder: Zamanın Rus ekonomisi için kapitalist üretim tarzı devrimcidir, fakat ancak dünya karşı devriminin zaferiyle mümkün olur. Tarihsel görevinde başarısız olan Rus burjuvazisinin proleter tasfiyesi, burjuva üretim ilişkilerinin zaferinden başka bir şey getirmedi! Bütün bir tarihsel devrimci kuşağı için derin bir şaşkınlık nesnesi oluşturan bu çelişkili olayların, yine de vazgeçilmez olan açıklama eylemini önemli ölçüde karmaşık hale getirmesi anlaşılabilir bir durumdur. Ancak, Lenin’in 1917 zaferinden çok önce formüle ettiği ve modern Rusya için temel alternatifleri ortaya koyan eski bir mihenk taşına geri dönerek durumu özetlemek mümkün; proletarya devrim için mi, devrim proletarya için mi? Stalinizm, son tahlilde, formülün birinci bölümünün, ikincisinin zararına olacak şekilde gerçekleştirilmesidir; Rus proletaryasının kanı sayesinde modern Rusya, ulusal devletini kurdu. Tarihsel olarak bu görevin verildiği sınıf fiziksel olarak yok edilmiş; onlarca yıllık çalkantılardan sonra kurulan üretim ilişkileri bu sınıfa özgü ilişkilerse ve az çok uzak gelecekte yeniden ortaya çıkmasını garanti ediyorsa neye yarar?
Kolhoz formunun sosyal tipi, ortaya çıkması için gerekli olan uzun tarihi geleneğin vücut bulmuş halidir. Kolhoz, kollektif çiftlik işçisi olarak, emeğinin karşılığıyla orantılı olarak ürünün bir kısmını alarak sanayinin ücretlileriyle ilişkilidir. Ancak, arazisi nedeniyle süresi bilinmeyen başka bir evrim gerçekleşene kadar, hiçbir zaman gerçek bir ücretli olmayacaktır. Mülksüz değildir, iki ya da üç hektara, birkaç büyükbaş hayvana ve kendi evine indirgenmiş de olsa, üretim araçlarının sahibidir. Bu son açıdan bakıldığında, Batı’daki muadili olan küçük toprak sahibine benzer. Ancak tefeci, banka ve piyasa dalgalanmalarından mahvolan Batılı küçük toprak sahiplerinden farklı olarak kamulaştırılamaz; ona ait olan küçük mülkiyet kanunla güvence altına alınmıştır. Bu nedenle kolhoz, eski proleter devlet ile ebediyen aktarılan küçük üreticiler arasındaki uzlaşmanın cisimleşmiş halidir.
Sosyalizmin olmazsa olmaz koşulu, sermayenin yoğunlaşmasıdır. Proletaryanın tröstler, karteller ve tekeller gibi aşırı-merkezi formlara el koyması, mülkiyet ve yönetimin bu kurumlarda uzun zamandan beri ayrışmış olması nedeniyle mümkün olsa da, sayısız kolhoz minik-mülk sahibi göz önüne alındığında, bunun uzun başarısızlık ve yenilgi dönemleri pahasına olduğundan başka bir şey düşünülemez hale geliyor. Yeni bir devrim olmadan bu sosyalist perspektif tamamen dışlanmakla kalmaz, aynı zamanda basit sermaye yoğunlaşması bile zorluklarla karşı karşıya kalır, öyle ki, bugünün Rusya’sı, aslında, gelişmiş ülkeler tarafından daha önce tamamlanmış bir sürecin başlangıcına geri dönerek bunu başarmaya çalışmaktadır. Bu, Rus liderlerin muhtemelen rekabetçi olmayan kolhozları ortadan kaldırmak ve uzun vadede üyelerini gerçek anlamda ücretli çalışanlara dönüştürmek için bağlı oldukları rekabet ve karlılık ilkelerinin önemidir. Daha sonra bu uzun süreç içerisinde tamamlanmış olan aşamaları inceleyeceğiz.
Rusya’nın kırsal kolektivizmi sosyalist değil, kooperatiftir. Piyasa yasaları ve
emek gücünün değeri içinde hapsolmuş, kapitalist üretimin tüm çelişkilerini,
küçük üreticinin ortadan kaldırılmasını gerektiren devrimci unsurundan pay
almadan gösterir. Ancak, "istikrarlı" köylülüğe sıkı sıkıya dayanan ulusal
devletin, hesaplanamaz proleter ızdırabı pahasına, ilkel birikimini
gerçekleştirmesine ve tek modern kapitalist unsuruna, devlet sanayiciliğine
ulaşmasına izin vermiştir.
VIII. Kapitalist Tarımın Tüm Avantajlarından Mahrum, Tüm Kusurlarından Muzdarip
Sosyalizm, her şeyden önce, değere dayalı değişim ilişkilerinin ortadan kaldırılması ve bunların temel bileşenlerinin, yani sermaye, ücretler ve paranın yok edilmesidir. Kolhosun bu kategorileri, kısmen kooperatif bir çiftlikteki çalışmaları için para (ya da pazarlık edilebilir ürünler) karşılığında ve kısmen de yerel halkın ürünleri açık pazarda satılabilen özel sektöre ait arazilerin ve sığır parçalarının bireysel sömürüsüne izin vererek, toplumsal konumlarını belirginleştirdiği küçük kırsal üreticilerin dönüşümü yoluyla garanti eder. Bir tür "sosyalizm" olmaktan çok uzak olan kolhos, yeni bağımsızlığını kazanan azgelişmiş bazı ülkelerde var olan "özyönetim" sistemlerine benzer; orada, terminolojiyi Rus öncülleriyle aynı şekilde gasp ederek, bu tür sistemler, kapitalizmden önceki arkaik doğal üretim ile kapitalizmin tam gelişimi arasındaki tarihsel geçici boşluktaki rollerini gizlemeye çalışırlar.
Rus "zorla kolektivizasyonu" nun siyasi motivasyonlarını inceledikten ve muazzam Sovyet köylülüğünün Stalinist karşı-devrime verdiği desteğe dikkat çektikten sonra, şimdi bunun bu dolambaçlı ama kesinlikle göze çarpan bir yolla gerçekleştiğini ve dışa dönük bir ulusal kapitalizmin Ekim Devrimi’nin yıkıntıları üzerine kurulduğunu göstermeliyiz.
Kolhozlunun kişiliği, ulusal sınırları içinde bir burjuva tarihsel dönüşüm aşamasını atlayamayan bir devrimin ekonomik ve sosyal açmazını yeterince iyi yansıtıyor. Uluslararası devrimci stratejinin terk edilmesinin gerektirdiği bir geçiş çözümü olan kolhos, Rusya’da kapitalizmin hızlı gelişmesinin önündeki ana engeli temsil etmeye devam ediyor. Bu, aksini gösteren tüm kanıtlara rağmen, Troçkistlerin iddia ettiği gibi, sosyalizme giden "arkaik bir yolun" uzlaşmaz bir şekilde varlığını sürdürmesine kesinlikle işaret etmeyen bir engeldir. Aslında, karşı-devrim, sosyalizm perspektifinden açıkça koptuktan sonra, en radikal toplumsal ve ekonomik öncüllerini telafi yoluyla yaratmayı bile teklif etmediğinde, proletaryanın tarihe ödediği ağır bir haraç olduğunu kanıtlar.
Batılı politikacıların ve ekonomistlerin "komünizmin başarısızlığı" sonucunu çıkarmanın mümkün olduğuna inandıkları günümüz Rusya’sının geri kalmışlığını ve ekonomik zorluklarını ortaya koyarak, bunun yerine gerçek nedenleri işaret etmek istiyoruz. Böylelikle sadece Stalinist yalanlara ve Rusya’da "sosyalist kazanımlar"in varlığını sürdürdüğünü iddia edenlerin yanılsamalarına karşı koymaz, aynı zamanda Lenin’i ihtiyatsızca devlet kapitalizminin yolunu tutmakla suçlayan eleştirmenleri çürütürüz. Kolhos ne bir "sosyalist başarı" ne de devlet kapitalizminin bir ifadesidir. Ondan yararlananlar, kolektif fona bir parsel toprak ve belirli sayıda sığır sağlayan köylülerdir (onlar olmasaydı, devlet onları sağladı). Kolhoslu, bundan sonra yeniden birleşen tüm parsellerin ve bu şekilde oluşturulan sürülerin ortak değerlendirilmesine katılır. Bunun sonucu olarak, iş için ayrılan gün sayısıyla orantılı olarak üründen bir pay alır, bu arada, ürünlerini dilediği gibi kullanabileceği bir arsa ve sığır da emrindedir.
Kolhozlu, sosyal psikolojisi kadar koşullarıyla da sosyalizme, Kentli pazar bahçıvanı ya da Güney Fransa’daki bir kooperatifin şarapçısı kadar yabancıdır. Kolektif çiftlikte emeğinin karşılığının ödenme şekli, ücretli emekçininkiyle, ama aynı zamanda kapitalist ülkelerdeki küçük hissedarınkiyle de benzerdir, çünkü teşebbüsün karının bir kısmını alırken onun küçücük mülkiyeti ona Batı’daki küçük köylününkine benzer bir konum verir. SSCB’nin kırsal toplumunda kapitalist Batı’daki proleterlere en çok benzeyen ve böyle davranmaya yatkın olan "kişilik" sovkhosçudur. Ancak sovkhos veya devlet teşebbüsü, Rus tarımsal üretiminin yalnızca küçük bir bölümünü temsil etmektedir.
Kolhos, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, sadece üyelerinin psikolojik muhafazakarlığı nedeniyle değil, aynı zamanda tek modern sınıf olan proletarya üzerindeki yükü nedeniyle de sovyet toplumunda hem sosyal hem de ekonomik olarak en gerici unsurdur. Gerçekten de, son dünya savaşı sırasında, Rus kırsalındaki küçük üreticinin – kıtlıktan ve kolhosların mülksüzleştirmesinden kurtulmuş – neden Stalinist devlet ile birlikte, hayatta kalma ve istikrar imtiyazlarını savunmak için kanından akıttığı kolayca anlaşılabilir. Ancak, bu bekanın ve bu istikrarın son tahlilde proletaryanın aşırı sömürüsünden kaynaklandığını anlamak için tüm Rus ekonomik ve sosyal yapısını göz önünde bulundurmak gerekir. Rus kırsalındaki koşulların vasatlığı bizi yanıltmamalı: Kolhoz sistemi, Rus üretim ilişkilerinin kapitalist doğasında vurguladığı temel çarpıklıkların ötesinde, yaşam standardında genel bir yükselişin önündeki ana engeli oluşturuyor.
Rus devletinin kaderini uluslararası proletaryanın kaderine bağlamayı bırakan Stalinizmin siyasi stratejisi tarafından dayatılan kolhoz biçimi, neredeyse kökten silinemez hale geldi. Günümüz Sovyet liderlerinin umduğu gibi, ancak daha üretken bir biçimle rekabet ile yok edilebilirler. Ancak, kısa vadede genel bir yıkım olmadıkça, bu pek olası değildir. Bu bağlamda, bazı rakamlar bu fikirlerin doldurulmasına yönelik olacaktır: Rusya’da, 1913 ile 1956 yılları arasında ortalama tahıl verimi, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’daki yaklaşık %30’luk artışa kıyasla %25 artmasına rağmen, demografik büyüme verileri göz önüne alındığında hala açıkça yetersizdir. Köylü nüfusun hala çok yüksek olması, zayıf tarımsal üretkenliğin güvenilir bir göstergesidir. 1956’da nüfusun %42’si köylü iken, bu rakam ABD’de %12 ve Fransa’da %28’di. Hayvancılıkta ise daha korkunç bir durum var: domuz yetiştiriciliğinde olağanüstü bir büyüme (+%63) söz konusuyken 1913’teki sığır seviyesi yaklaşık _azaldı.
Kolhoz sisteminin bu eksikliği, yalnızca üretiminin yetersizliğinden değil, aynı zamanda giderek genel yönetiminin yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Traktörleri kolhozlara kiralamak yerine satan Rus devleti, ünlü Kruşçev reformundan önce fiyat ve miktar olarak sabitlenen vazgeçilmez gıda maddelerinin üretimini gerçekleştirmek için elindeki tek baskı aracını yitirdi. Bu reformun asıl destekçisinin daha sonra Rus kırsalında hızla koşuşturduğu ve kolhozluları arpa ve yulaf yerine mısır üretmeye teşvik ettiği ve bu sayede çok daha kazançlı domuz yetiştiriciliğine izin verdiği gözlemlendi. Böylece, Rus sözde sosyalizmi altında, kolhoz işletmelerinin kazanç iştahı, sözde iktidardaki "halkı" beslemeye yönelik acil ihtiyacın önüne geçti!
Öte yandan bu, kolhozluların çoğunun harika durumda olduğu anlamına gelmez. Aslında tam tersi, çünkü (Batı’daki tüm işletmeleri, özellikle karşılaştırılabilir düzeyde bir yatırım oranı olanları yöneten aynı değerlendirme listeleri ile kıyaslanınca), kolhosun toplam ürününden kesintiler yapıldıktan sonra, geriye üyeleri arasında "bölünecek" çok az şey kalıyor. Bu gerçek, kolhosluyu, kendi kişisel arsasının ürünlerini satarak yetersiz "üretimini" telafi etmeye zorlayarak, nüfusun iaşesinde yaygın olan anarşiyi bir kez daha şiddetlendiriyor.
Gerçekte, (hala Rus diyetinin temeli olan) tahılların zayıf üretkenliği, kolhosların fiili bağımsızlığıyla birleşir ve onun vazgeçilmez olanı değil, en iyi getiriyi veren şeyi üretme eğilimine yol açar, böylece bulunabilirliği azaltır. Bu, gıda maddelerinin resmi piyasaya arzının azalmasına ve "paralel" piyasada fiyatın yükselmesine neden olmaktadır. Böylece kolhoslu, kolhozdaki emeğinden olduğu kadar, tarlasının ürününü pazarda satmaktan da kazançlı çıkar. Kentli ücretlinin varlığı için ödemesi gereken bedel hakkında bir fikir edinmek için, 1938’de piyasaya sürülen tarım ürünlerinin dörtte üçünün tek tek parsellerden geldiğini ve dörtte birinden azının kolhozlar tarafından sağlandığını bilmemiz yeterlidir. Bugün hala kolhoslunun toplam gelirinin yarısı, onun bireysel arsasının sömürülmesinden elde edilmektedir.
Kolhozların "Kruşçev reformu" nun ("Stalin’le Diyalog" başlıklı parti çalışmamızda ele alınmıştır) kendisini sovyet liderliğine nasıl empoze ettiğini anlatmak için burada yerimiz yok, ancak bu, Rus ekonomisinin – ve özellikle onun Aşil topuğu tarımın – kapitalizmin amansız yasalarına uyar. Sosyalizmin tek reddedilemez kriteri, kullanım değerinin piyasa değeri üzerindeki zaferidir: Bu gerçek olana kadar, üretimin sermayenin değil, insanların ihtiyaçlarına hizmet ettiği doğrulanamaz. SSCB’nin sözde sosyalist tarımı, kolhoz üretimini nitelik ve nicelik olarak belirleyenin işçilerin en temel ihtiyaçları değil, piyasa yasaları olduğunu çarpıcı bir şekilde görülmektedir.
Rusya ekonomisinin bir bütün olarak gelişmesi bile – ki her ikisi de aynı zamanda Rusya’nın dünya ekonomisine erişimini zorunlu kılar – onun çelişkilerine daha fazla ışık tutmaya hizmet eder. Uluslararası rekabet, üretim maliyetlerinin düşük tutulmasını, dolayısıyla tarım fiyatlarının düşürülmesini gerektirmektedir, böylece çok fazla para ödemeden maaşlı emeğin beslenmesi sağlanmaktadır. Bu, daha sonra, kapitalizmin temel çelişkilerinden biriyle sonuçlanır: Tarım sektöründe sermaye devri üzerinde doğal sınırlamalar bulunduğundan, ikincisi tercih yoluyla sanayiye yönlendirilir. Yukarıdakilere rağmen Batı kapitalizminin (tarımın sanayileşmesi ve küçük üreticinin uzun zamandır hak ettiği mülksüzleştirilmesi sayesinde) elde ettiği tarımsal üretkenlik artışı, Rus kapitalizmi için çok daha zordur; sovyet iktidarı, karsız kolhozlar yerine karlı kolhozları "seçerek" başarılı olmaya çalışmaktadır.
Bu aynı sovyet iktidarının, üretim maliyetlerini düşürmek için sanayideki ücretlilere dayattığı sömürünün derecesini, böylece tarım sektörünün yaygın sefaletini (az önce verdiğimiz nedenlerden dolayı, en çok bir sonraki ve son bölümde bahsedeceğimiz işçilerin gaddarca sömürülmesi) ortaya koymaktadır.
Rus kapitalizmi, tüm genç kapitalizmler gibi, genel olarak kapitalizmin
çelişkilerine en açık şekilde ışık tutuyor: bu nedenle, uluslararası uşakları
sözde "tek ülkede sosyalizm"in sömürücü doğasını örtbas edemeyecek ve dünyanın
her ülkesinde proletaryayı burjuvazinin önünde silahsızlandıran bu hurafeyi
sonsuza kadar sürdüremeyecektir.
IX. Rus Kapitalizminin Gerçekliği
Emek gücünün sömürülmesinin kanıtı, yalnızca çalışan sınıf toplumsal ürünün sadece bir bölümünü alırken, hiçbir şey yapmayanların ise kendi kişisel tüketimleri için şişman bir dilim ödül vermelerinde yatmaz. Böyle bir "adaletsizlik", kapitalizmin olası ve zorunlu ortadan kalkması perspektifini kendi içinde barındırmaz. Kapitalizmi tarihsel düzeyde mahkum eden şey, kendisini toplumsal ürünün giderek artan bir bölümünü sermayeye dönüştürmek zorunda bulması, ancak kendi çelişkilerini gitgide daha fazla kızdırarak hayatta kalan kör bir toplumsal güce karşı, ana kurbanı olan sınıfın isyanıdır.
Bu nedenle, sözde "sosyalist" Rusya’da bu kör toplumsal gücün varlığını kınamak, Stalinistlerin koşulsuz olarak iddia ettikleri gibi "komünizme saldırmak ve onu karalamak" değil, en rezil sahtekarlığı ortaya çıkarmaktır. İşçilerin içgüdüsel düşmanlığını kapitalizmin tezahürlerine, onun iç özüne ve canice kategorilerine, yani ücretlere, paraya ve rekabete yöneltmektir. Bu, proleter hareketin, başka yerlerde olduğu gibi Rusya’da da kapitalizmin bu özellikleri karşısında teslim olduğu için yenildiğini göstermektir.
Başkaları Rusya’da emek gücünün vahşice sömürülmesini bizden çok daha iyi tanımladılar. Bu nedenle, kendimizi kapitalizmin en karakteristik yasalarından birini göstermekle yetineceğiz: bütün burjuva ülkelerinde doğduğu gibi sermaye malları üreten sektörün (A sektörü), tüketim malları üreten sektör (B sektörü) aleyhine artan büyümesi.
Hitler’in "Tereyağdan önce silahlar" formülüyle alay edenler, şimdi "darbe kuvvetleri" ile onu taklit ederek, vecizeyi Rusça’ya şu şekilde çevirebildiler: ayakkabıdan önce makineler, ışıktan önce ağır sanayi ve tüketimden önce birikim. Bazı rakamlar bunu göstermek için yeterli olacaktır. 1913’ten 1964’e kadar toplam Rus sanayi üretimi 62 kat arttı. A sektörününki artış 141 kat, B sektörününki ise 20. Bu tarihler arasındaki demografik büyüme dikkate alındığında, sermaye malları sektörü 113 kat arttı, tüketim malları sektörü ise sadece 12 kat arttı.
Daha da önemlisi, SSCB’de üretim ve tüketim arasındaki bu çatışmanın toplumsal etkileridir. Rus ekonomisi hafif sanayinin "geri kalmışlığını" telafi edebilir ve eksikliklerini giderebilir, ancak artık kendisini kapitalizmden ayrılmaz olan çelişkiden kurtaramaz; bir uçta zenginlik birikimi ve diğer uçta yoksulluk.
Zaten mühendis, teknisyen ve uzmanın Karadeniz’de villaları var. Ancak kırsal ya da doğal varoluşlarından koparılan vasıfsız emekçi Tatarlar, Kırgızlar ve Kalmuklar için geriye yalnızca Fransa’daki Cezayirli ve Portekizlilerin ya da İtalya’daki güneyli göçmenlerin kaderinin aynısı kalıyor. Sosyalizmin "Rus modeli"nin bu korkunç yanının artık günümüz işçilerini şok etmemesi, "sosyalizm" ve "kapitalizm" terimlerini yalnızca aynı kavram için farklı etiketler haline getiren Stalinizme karşı tarihin yapacağı en lanet olası suçlamadır.
Emekçilerin ve işçilerin, emek güçlerini verenler arasındaki rekabetin diğer tüm yönleriyle birlikte parça başı işi ebedi olarak kabul ettiklerini görünce, Ekim Devrimi’nin başlıca erdeminin Rusya’nın ekonomik geri kalmışlıktan çıkması olduğuna ikna olan aydınlar ve oportünistler için sosyalizmi sermaye birikimiyle aynı resmetmek kolaydır. Emperyalizme karşı başkaldıran tüm Üçüncü Dünya’nın da bu formülü kendine mal etmesi, proleter hareketin yalnızca işçi sınıfının yaşam gücünü yok etmekle kalmayan, daha da ciddisi siyasi bilincini etkileyen yenilgisinin tüm boyutunu göstermektedir. Bu korkunç "sosyalizme giden yolu" izlemek, dünyanın tüm proleterlerini, sırayla, her yerde kapitalizmin işareti olan korkunç felaketlerden geçmeye mahkum etmektir.
Stalin döneminde Rusya’nın nasıl olduğuna bakmak yeterlidir. Hayatında hiç bir alete dokunmamış Batılı aydın için hayran olması çok kolay beş yıllık planlar, kelimenin tam anlamıyla bir işçi cehennemi, insan enerjisinin katliamıydı. İşçilerin çıkarlarının en temel koruması bile bastırıldı ve Rus ücretlilerin kaderi – "iş geçişleri" kurumu tarafından – ikinci imparatorluğun demir çubuğu altındaki Fransız ücretlilerle aynı hale getirildi. Stakhanovizmin berbat yöntemleriyle işçileri küçük düşürdüler; baskı darbeleri altında işe alınan emek; genellikle işe yaramaz "projelerde" boşa harcandı; bürokratik ihmalkarlığın meyveleri sabotaj olarak adlandırıldı; ve "Troçkist" olmakla itham edilenler korkunç orta çağ mahkemelerinde yargılandı. Bu "Stalinist aşırılıklar", konumlarını bürokratlara ya da politikacılara borçlu olanların iddia ettiği üzere Rus "sosyalizmi"nin "özgül koşulları"ndan değil, tüm kapitalizmin doğuşuna uygun genel evrensel koşullardan kaynaklanıyordu. İngiliz sermayesinin ilkel birikimi binlerce özgür köylüyü idam etti; Rus neo‑kapitalizminin fikri, Rus vatandaşlarını en iyi şekilde mahkumlara dönüştürmek için siyasi suçlulara dönüştürdü: İkinci dünya savaşı sırasında, NKVD’nin (siyasi polis) şefleri, toplama kamplarında iş güç bulamayınca, siyasi gözetimimizde yeterince uyanık olmadık diye öğretici özeleştiri yaptılar!
Bütün bu vahşet, sahte bir tanrıya tütsü yakılarak, sosyalizme övgüler söylenerek, üretime fedakarlıklar yapılarak işlendi! Savaş sonrası endüstriyel büyüme bu iddiayı sürdürdü. Stalin’e göre, çökmekte olan kapitalizm artık üretici güçleri geliştirme yeteneğine sahip değildi. Burjuva yurtsever yeniden yapılanma hükümetlerine yerleşmiş Batılı "komünistler" için, bu sözler altın tozuydu. Grevlerin "Tröstlerin silahları" haline gelmesiyle, SSCB’de sosyalizmin kanıtı, Rus üretim endekslerinin yükselen eğrisinde keşfedilecekti. Kapitalist Batı’dayken bir kez daha durakaldılar.
Bu yanılsama, Batı ekonomisinin yeni bir yöne doğru hareket etmesi için gerektiği kadar sürecekti. Kapitalizm tarihinde, üretimin büyüme hızının, kapitalizm yaşlandıkça azalması, değişmez bir olgudur. Neredeyse sıfırdan başlayan genç Rus kapitalizmi için oldukça yüksek olan bu oran, eninde sonunda bu kapitalizmlerin ardındaki doğru yerini alacaktı; şüphesiz daha eski olmasına rağmen, savaş zamanındaki yıkımla önemli ölçüde gençleşmişti. Yıllık büyüme oranı gerçekten sosyalizmin bir kriteri olsaydı, üretim hacmi sanrılı bir hızla ilerleyen Federal Almanya ve Japonya’nın Rusya’dan daha sosyalist olduğunu kabul etmek gerekirdi! Gerçekte, Rusya’da üretimdeki ortalama artış şöyle ilerlemiştir: 1947‑51 yılları arasında %22,6, 1951‑55 yılları arasında %13.1, 1959‑65 yılları arasında %9.1. Bu, Rus ekonomisinin temel özelliklerden hiçbirini kaçırmadığını gösteriyor.
Rus üretiminin karşı konulmaz yürüyüşüne ilişkin Stalinist blöf, "soğuk savaş"ın tasfiyesi ve Rusların Amerikalılarla uzlaştırılması için bir bahane olarak hizmet ettikten sonra görülmek zorundaydı. Kruşçev’in tantanalarına rağmen, yalnızca Sovyet üretiminin "mucizeleri" değil, Kruşçev’in "sosyalist sistemin kapitalist sistem üzerindeki üstünlüğü" iddiası (şaşırtıcı olmayan bir şekilde!) kabul görmedi, dahası “farklı sistemler arası rekabet”in savunucuları Rusların Batı teknoloji okuluna katılma zorunluluğunu da kabul etmek zorunda kaldı.
Rus kapitalizminin gerçekliğini gizleyen son perdeler, ekonomist Lieberman tarafından anahtar notlarıyla kaldırılıyor: emeğin üretkenliği ve işletmelerin karlılığı. SSCB’de ilkel sermaye birikimi aşamasına ulaşıldı: Rus üretimi dünya pazarına girmenin bir yolunu bulmaya çalışıyor ve bu nedenle tüm taleplerini karşılamak için kendini büküyor. Piyasa, emtiaların karşı karşıya geldiği bir yerdir. Emtia demek, kar demektir. Rus üretimi aynı zamanda kar amaçlı üretimdir. Ancak bu terim, "patronların karı" şeklindeki kaba formülasyonunda değil, Marksist anlamda – sermayeye dönüştürülecek artı değer olarak – alınmalıdır.
Bu kaba kılığa bürünerek, SSCB’de üretim araçlarında özel mülkiyet bulunmadığından, Stalinistler için karın varlığını inkar etmek kolaydı. Rus emek gücünün sömürüldüğünü ileri süren sol düşmanlarına gelince, ulusal karı keyfi olarak tekelleştiren bir "bürokrasi"nin varlığını ileri sürerek kendilerini büyük ölçüde hukuki ve salt biçimsel ölçütlerle sınırlandırıyorlar.
Bu bir açıklama değil. "Bürokrasi", genel olarak tüm önemli üretim tarzlarının doğuşunda veya evriminde belirli anlarda her zaman ortaya çıkmıştır. Ne de olsa, modern kapitalizmin yapıları, Rus ifadelerinde olduğu kadar "geleneksel" lerinde de birbirine bağlanma eğilimindedir. Avrupa ve Amerika’nın kapitalizmi, mülkiyet ve idarenin orada uzun süre ayrı kaldığı, devletin işlevinin belirleyici hale geldiği ve ekonominin gerçek efendileri olan bütün bir "yönetici" ve spekülatör mafyasını doğurduğu ölçüde kendisini "bürokratikleştirir"; bu arada, "serbestleşme" için "geri sayımından" geçen Rusya, devletin üretim üzerindeki kontrolünü gevşetiyor ve rekabet, ticaret ve serbest girişimin erdemlerini vaaz ediyor. Rusya’daki bu süreç, doğrusal olmasa da, gelecekte kesinlikle incelememiz gereken siyasi ve sosyal nedenlerle ve çelişkilerle doludur.
Bu makalenin başında öne sürülen kriterler, SSCB’nin ekonomik tarihine uygulandığında, Rus kapitalizminin doğuşunun izinin sürülmesine izin veriyor. Ücretli emek ve sermaye birikimi, sosyalizmle açıkça bağdaşmaz. Ülkenin ekonomik geri kalmışlığı tarafından Ekim Devrimi’ne dayatılan bu durum, sosyalizmin gelecekte gerçekleşebileceği anlamına geliyordu; ama yine de, sosyalizmin gerçekten gerçekleşmesi için, kapitalist önlemler yalnızca SSCB’deki toplumsal yaşamın taleplerini karşılamak için kullanılabilir ve kesinlikle devrimin uluslararası yayılma stratejisine tabi olmalıdır.
Bu strateji terk edildiğinde, "barış içinde bir arada yaşama" kendisini dünya pazarı için bir mücadeleye dönüştürdü. Rusya, ekonomisinde kapitalizmin evrensel kategorilerinin önceliğini açıkça ilan edecekti: rekabet ve kar. Gerçekten de bu, diğer bakımlardan gerileyen bürokrasinin yerine vekalet ettiği bir burjuva yönetici sınıfın varlığı olmaksızın gerçekleşmiştir. Ancak bu sınıf, bugün olduğu gibi, yeraltındaki varlığını sonsuza kadar neredeyse gizli yaşamak istemiyordu. Orta ve Balkan Avrupa’nın "kardeş partileri" tarafından herhangi bir özgürleşme anlayışını terörle boyun eğdiren ordu kadar, yabancı başkentlerde anlaşmalar imzalayan siyasi torbacılar da onun adına hareket ediyor. Benzer şekilde, geleceğin Rus burjuvazisinin araçları da aynı ölçüde Arap ülkelerine ve Kuzey Vietnam’a "yardım eden" diplomatlar ve Çekoslovakya’yı denetleyen tanklardır. "Geçerli" bir rakipten ziyade askeri baskıcı, batılı rakiplerinin rafine tarzında artı değer gaspçısı yerine zorla çalıştırmanın çığırtkanı olan Rus kapitalizmi, yarım yüzyıllık Stalinizm boyunca kan, şiddet, yolsuzluk ve rezillikle işaretlenmiş bir yoldan geçti – bu kapitalizmin tümünün anayoludur.
Çıkarılacak ders birkaç cümleyle özetlenebilir. SSCB’de sosyalizm olasılığı, Avrupa’daki komünist devrimin zaferine bağlıydı. Stalinist aldatmaca, mevcut üretim ilişkilerini kapitalist olmayan ilişkilere asimile ederek, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki her türlü, en temel ayrımı bile sildi ve proletaryanın tek gerçek silahını, onun sınıf programını mahvetti.
Bu programın özü, siyasi düzeyde proletarya diktatörlüğü ve iktisadi düzeyde emek gücünün sömürülmesi üzerine kurulu ticari değişimin ortadan kaldırılmasıdır. Sosyalizmin bu iki koşulundan yalnızca birincisini başaran Ekim Devrimi’nin ikincisine geçmesi, liderlerinin de bildiği üzere mümkün değildi, dolayısıyla devrimin birkaç yıldan uzun sürmesi de mümkün olmadı.
Proletarya diktatörlüğü, Bolşevik Partisi’nin yozlaşmasının ardından öldü. Bolşevik Partisi, Sovyet Devletinin efendisi olmak yerine onun bir aracı haline gelerek, proletaryanın uluslararası zaferini imkansız kıldı, tıpkı Marksizmin böylesine temel bir düsturunu oluşturan devletin sönmesini yaptığı gibi. Bu arada, toplumsal düzeyde, "1936 demokratik anayasası", Rus köylülüğünün muazzam muhafazakar kitlesine öncelik verdi; ekonomik düzeyde, SSCB, kendisini değer yasasına, karşı konulmaz güçler olarak, uluslararası yardımı olmaksızın, başka yerlerde olduğu gibi Rusya’da da aynı kusurların ve aynı canavarlıkların yeniden ortaya çıkmasıyla sonuçlanması gereken sermaye birikim mekanizmasına teslim etti.
Gerçeklerin amansız mantığının onlardan en çok kuşku duyan kişiler için bile aşikar hale geldiği andan itibaren, sahte Rus sosyalizminin rezilliklerinin ve çelişkilerinin lanetlenmesi, enternasyonal proletaryanın ve onun devrimci hedeflerinin geri kazanılmasının ve komünizmin temel ilkelerinin dünyanın tüm sömürülenleri nezdinde yerine konulmasının birincil koşuludur.