Enternasyonal Komünist Partisi


Marksizm, Hukuk ve Devrim Üzerine
(Appunti su il Marxismo, il Diritto, la Rivoluzione, Il Partito Comunista, 299/2003)


Marksizm en başından beri burjuva sınıflı toplumun yasal yapılarıyla ilgilenmiş ve bunlara şiddetle karşı çıkmıştır. Hukuk sistemi, toplumun maddi ilişkilerini, alt tabakaların – bu durumda proletaryanın, işçi sınıfının – sömürülmesi ve bastırılmasıyla birlikte korur, savunur ve meşrulaştırır. Marx’ın üniversitede içtihat (hukuk teorisi) okuduğunu ve Lenin’in de avukatlık yapmak amacıyla hukuk eğitimi aldığını hatırlamak yeterlidir.

Burjuva toplumu Marksizm’de potansiyel düşmanını çabucak fark etti ve böylece günümüze kadar çeşitli biçimlerde devam eden çeşitli karalama kampanyaları başladı. Birinci Enternasyonal, Paris Komünü ve Rus Ekim Devrimi karşısında burjuva histerisi derin seviyelere ulaştı. Ancak karşı devrimin 1920’lerin ortalarından itibaren sağlam bir zemin bulması ve kendilerine Marksizm’in bir kalıntısı olduğunu iddia edenler arasında müttefikler edinmesiyle, biraz rahatlamayı göze alabildiler. Marksizmi "güvenli hale getirerek", bu büyüme endüstrisinde "uzmanlaşarak" kariyer yapmaya çalışan maaşlı akademisyenler tarafından denetlenen sterilize edilmiş bir üniversite Marksizmi üreterek altını oymanın zamanı gelmişti.


Akademik Akrobasi

Marksizm’in içtihata yönelik saldırıları, burjuva akademisyenlerin Marksizm’i içtihatın içine dahil etmeye çalışmasıyla sonuçlandı (ki bu, maddenin içine anti-madde dahil etmek kadar pratiktir). Bu da haklı olarak bir çelişki olarak adlandırabileceğimiz "Marksist İçtihat" denen şeyi ortaya çıkardı ve hukuk bilimi genel kapsamı içinde, içtihat terimi altında üniversitelerde öğretilen konuların bir parçası haline geldi.

Marksizmi "Marksist İçtihat" olarak dahil etmek, akademisyenlerin kaçınamayacağı kadar bariz zorluklar yaratmaktadır. "Marksist teori bir bakıma hukuk teorisi külliyatına oldukça garip bir şekilde uymaktadır çünkü hukuk teorisi fikri önemli ölçüde Marksist düşünceye yabancıdır". En azından sorun tespit edildi, ancak Marksizm ve hukuk bilimi arasındaki uyumsuzluk tamamen yabancı olmaktan "önemli ölçüde yabancı" olmaya indirgendi. Hokkabazlar ve iskambil kâğıtçıları bu adamların yanında hiç kalır!

İki sistem arasında bir çelişki olduğunu belirttikten sonra yapılacak iş, Marksizm’in yanlış olmaktan çok pratik olmadığını ve zaten işe yaramayacağını göstermektir. Bu sonuç akademinin büyük bir kısmı için büyük bir rahatlama olacaktır – proleter ordularının iktidar merkezlerine ve hatta üniversitelerin kutsal koridorlarına saldırmasını istemezler.

Konunun ele alınış biçimi, Marx ve Engels’ten birkaç alıntı yapılması, daha sonra eski Engels’in devletin ’solup gitmesi’ fikrini ileri sürmesi ve pratik deneyimin bunun tersini göstermesi nedeniyle saldırının Engels’e karşı yoğunlaştırılmasıdır. Önce Rus Devrimi (genellikle Pashukanis’in eserlerine atıfta bulunulur), ardından Çin Devrimi – ki bu da devletin küçülmesi şöyle dursun, şiştiğine dair iğneleyici yorumlara yol açar.

Yaşlı Engels’in açıkça çuvalladığını göstermek için, ekonomik çelişkilere rağmen yasal biçimlerin istikrarlı olabileceğini savunan Karl Renner gibi daha sonraki "Marksistler", Klasik Marksizmin ne kadar pratik olmadığını göstermek için öne sürülür. Çok yakın bir zamanda Gramsci, ekonomi ne yönde gelişirse gelişsin hukukçulara (içtihadın temsilcileri) sürekli bir rol sağlayacak olan pratik ve "esnek" arkadaşlar listesine eklendi.


Yapı ve Üstyapı

Marx içtihat çalışması ve eleştirisini "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı "ya (1859) yazdığı önsözde ele almıştır ve okuyucuyu (beş sayfadan kısa olan) bu önsözün tamamını okumaya yönlendiriyoruz.

Aynı önsözde Marx, felsefe ve tarihe odaklanan bir dersin parçası olarak içtihat çalışmasından bahseder. 1844’te Hegelci hukuk felsefesi ile ilgilenmeye devam etmiş ve buradan hukuki ilişkilerin ve siyasi biçimlerin ancak yaşamın maddi koşullarının incelenmesiyle anlaşılabileceği sonucuna vardı ki bu da ancak ekonomi politikte aranabileceği sonucuna varmıştır. Daha da ileri giderek, üretim ilişkilerinin toplamının toplumun ekonomik yapısını, gerçek temelini oluşturduğunu, bu yapıdan hukuki ve siyasi bir üstyapının (geniş anlamda devlet ve egemen sınıfın siyasi organları) ortaya çıktığını ve bunun da belirli toplumsal bilinç biçimlerine karşılık geldiğini belirtmiştir. Bu, statik bir şekilde değil, diyalektik bir şekilde, yani bütün bir zaman aralığı boyunca ele alınmaktadır. Marx’tan sadece alıntı yapmaktan kaçındık, çünkü akademik "Marksistler" tarafından araya sokuşturulan temel ve üstyapı arasındaki herhangi bir ayrıma izin vermek yerine, onun iddia ettiği şeyin özüne ulaşmak istedik. Bu gerçek temeli, yani toplumun ekonomik yapısını daha iyi anlamak, Marx’ın hayatının büyük bölümünü üzerinde çalışarak geçirdiği şeydir.

İçtihat eleştirisi bir bütün olarak burjuva toplumuna yönelik bir saldırıya dönüştürülmüştür ve Marksist açıdan daha fazla söze gerek yoktur.

İçtihat söz konusu olduğunda, Klasik Marksizm (atıfta bulunulduğu üzere) karalanırken, daha sonraki daha pratik "Marksistlere" bir çıkış yolu gösterilmektedir. Bu konunun sunum şeması aşağıdaki gibidir:

(a) Hegelci ve Marx’ın diyalektik materyalizmini de içeren, Marx ve Engels’in siyasi pozisyonları hakkında temel bir giriş yapıldıktan sonra, Engels’in devletin sönümlenmesi (anarşistlere göre ortadan kaldırılmasının aksine) pozisyonu açıklanır.

(b) E. B. Paşukanis ve erken dönem Marksizm-Leninizm – Evgeny Bronislavovich Paşukanis, Yeni Ekonomik Politika ve ilk iki beş yıllık plan döneminde önde gelen Sovyet hukukçusu ve nihayetinde adaletten sorumlu komiser yardımcısıydı. Hukuk onun için sınıf egemenliğini ifade eden bir burjuva olgusu ve eski düzenden yeni düzene geçişte geçici bir silahtır. "Proleter hukuk "un amansız bir muhalifiydi. Ekonomi ancak meta mübadele ilişkilerine dayalı bir burjuva ekonomisi olabileceğinden, piyasa ortadan kalktığında hukuk da tüm boyutlarıyla ortadan kalkacaktır.

(c) A. Ia. Vyshinsky ve sosyalist hukuk – Paşukanis’in 1937’de ("yıkıcı" olarak) tasfiye edilmesinden sonra Moskova göstermelik duruşmalarının organizatörü ve Rus hukuk sisteminin başsavcısı olan Vyshinsky önde gelen Stalinist hukukçuydu. Sosyalist bir hukuk olmadığı fikrini küçümsüyor ve hukukun ancak sosyalizm altında en yüksek gelişimini göstereceğini dünyaya haykırıyordu. Bu yeni "sosyalist" hukuk altında son tasfiyeler gerçekleşti ve Gulaglar köle emeği kullanım kotalarının karşılanması yoluyla dolduruldu. Vyshinsky dönemi, hukuk uzmanları tarafından olgun bir hukuk sisteminin başlangıcı olarak selamlanmaktadır. Gelecekteki "sosyalist" bir toplumda hukuka (ve hukukçulara) hala ihtiyaç duyulacak olması da şüphesiz onlar için sevindiricidir.

Argümanları mümkün olduğunca özlü bir biçimde ortaya koyduk. Görüleceği üzere, Rus Devrimi (onlar için Stalin dönemini de kapsamaktadır) Engels’in devletin sönümlenmesine dair işaret ettikleriyle çelişmek için kullanılmaktadır. Aksine, devletin ve rolünün (özellikle de hukuk sisteminin) büyüdüğü ve güçlendiği fikri ileri sürülmektedir. Bu argümandan kurtulmak için Paşukanis dönemi, "Savaş Komünizmi" dönemini, yani 1918-21 arasını kapsayacak şekilde geriye doğru uzatılmaktadır. Bu aslında yanlıştır ve Stuçka’nın temsil ettiği dönemi, Yeni Ekonomik Politikası ile gerçekleşen geri çekilmeden önceki açık proletarya diktatörlüğü dönemini görmezden gelmeyi amaçlamaktadır.


Devletin Ortadan Kaldırılması mı Yoksa Sönümlenmesi mi?

Marksizm, anarşistlere ve diğerlerine karşı her zaman devletin ortadan kaldırılmadığını, aksine sönümlendiğini ileri sürmüştür. Proletarya diktatörlüğüne ihtiyaç vardır ve bu ihtiyaç 1871 Paris Komünü örneğinde açıkça ortaya çıkmıştır.

Fakat aynı proletarya diktatörlüğü kelimenin olağan anlamında bir devlet midir? Devlet genellikle toplumun üzerinde duran, bir azınlığın çıkarlarını koruyan ve sömürülen sınıfları düzen içinde tutan bir güç olarak görülür. Proleter devlet ve daha iyi bir tanımla proleter devlet iktidarı, sadece mülkiyet ilişkilerini savunmak için değil, zamanı geldiğinde onları ortadan kaldırmak için de orada olması bakımından farklıdır. Azınlık sınıfların çıkarlarını korumaz, ancak proletaryanın diğer tüm sınıfları bastırmak ve birleştirmek ve böylece sınıfları tamamen ortadan kaldırmak için toplumda egemen sınıf olarak kurulmasının sonucudur. Bunu mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla, üretimin pazarın ihtiyaçlarından (kar için) insan ihtiyaçlarının karşılanmasına dönüştürülmesiyle yapar. Bununla birlikte ekonomi de devralınarak dönüştürülür ve aynı devlet gücüne dahil edilir.

Dolayısıyla proleter devlet iktidarı, toplumu düzen ve kontrol altında tutmak yerine, sınıfları ortadan kaldırmayı ve sınıfsız bir toplum yaratmayı hedefler: komünizm. Bu nedenle aynı devlet iktidarının bir işlevi de kendisini gereksiz, lüzumsuz hale getirmektir ve bu nedenle Engels tarafından açıklandığı gibi devletin "solup gitmesi" kavramı yerinde bir kavramdır. Devletin tüm işlevleri ortadan kalkmayacak, hala var olanlar sadece işlerin idaresine indirgenecektir. İnsan faaliyeti, insan ihtiyaçlarını karşılamak için rasyonel üretim gibi büyük bir hedefe ulaşma çabasında birleştikçe, zorlama ihtiyacı da ortadan kalkacaktır. Geriye kalan eski devlet gücü işlevleri, insan toplumunun düzgün işleyişini sürdürmeye yönelik işlevlerdir (örneğin, elektrik enerjisi düzenlemeleri, ulaşım koordinasyonu, hastalıkların önlenmesi ve tedavisi, büyük acil durumlar, vb.)

Proleter devlet iktidarı (böyle bir kavramı açıkça kullanmakta hiçbir çekincemiz yok) tarihteki önceki devletlerin işlevlerine, silahlı adamların organlarına, zorlamaya vb. sahiptir, ancak tarihte bilinen en güçlüsüdür – ve sonuncusudur. Katılımın ölçeği daha derindir: feodalizmde devlet toprak sahiplerini ve tüccarları biner biner dahil ederken, kapitalizmde burjuvazi on binler halinde örgütlenirken, proletarya egemen sınıf olarak örgütlenmiş bir sınıf olarak proleter devlette milyonlar halinde yer alır. Önceki devletler mülkiyet ilişkilerini korumak için toplumun üzerinde dururken, proleter yönetim altında üretim ve dağıtım araçları proleter devletin iktidar işlevinin bir parçası haline gelir. Yaşam araçlarının doğrudan kontrolü, yaşamın gerekliliklerinin üretimi ve dağıtımı (en geniş anlamıyla) nihayetinde süngü ucundan daha zorlayıcı, daha ikna edici olacaktır.


Sosyalist Hukukun Değil Komünizmin Zaferi

Az önce söylediklerimiz Stuçka’nın söyledikleriyle tamamen aynı doğrultudadır ve bu çalışmanın başında alıntıladığımız İngiliz içtihat ders kitabında bu konuya kısaca değinilmiştir. 1927 yılında Stuçka şöyle demiştir: "Komünizm, sosyalist hukukun zaferi değil, sosyalizmin her türlü hukuka karşı zaferi anlamına gelir, çünkü sınıfların karşıt çıkarlarıyla birlikte ortadan kalkmasıyla hukuk da ortadan kalkacaktır".

Stuçka’dan Paşukanis’in akıl hocası olarak bahsedilir ve öğrencisinin ustasını aştığı sonucuna varılır. Başka bir şey söylenmiyor. Sanki söylenecek başka önemli bir şey yokmuş gibi bırakılır. Paşukanis’in ana eseri Hukuk ve Marksizm’: Genel Bir Teori adlı eserinde bunlardan hiç söz edilmez. Konuya biraz ışık tutmak başka bir esere, Paşukanis: Marksizm ve Hukuk Üzerine Seçme Yazılar’a kalmıştır.

"1920’lerin sonlarına gelindiğinde Paşukanis, bilimsel şöhretinin bir sonucu olarak, hukukçu akıl hocası Piotr Stuçka’yı bile gölgede bırakarak Sovyet Marksist hukukunun duayeni haline gelmişti".

Bolşevik bir hukukçu olan Stuçka, ilk Sovyet Adalet Komiserlerinden biri ve Sovyet Mahkemesi hakkındaki 1 No’lu Kararname’nin yazarı olarak, hukukun "egemen sınıfın çıkarlarına cevap veren ve bu sınıfı örgütlü bir güçle koruyan bir ilişkiler sistemi" olarak doğası üzerine yazmıştır. Ekim Devrimi’ni izleyen günlerde Stuçka, Rusya’daki yüksek mahkemelerin fiziksel ve siyasi olarak ele geçirilmesinde rol oynadı. Yargıçların kaçtığını ve ilgili personelin ne yapmaları gerektiği konusunda kafalarının karışık olduğunu görünce, hemen yargıç kürsülerinde olmaları gerektiğini ve eski yargıçların ön odalara sürülmeleri gerektiğini söyledi. Bu, "dünyanın tersine döndüğünün" klasik bir örneğidir ya da Marx’ın Hegel’e atıfta bulunarak söylediği gibi, baş aşağı çevrilmesinin! Sorunlarla başa çıkmak için basitleştirilmiş bir Halk Mahkemeleri ve Devrim Mahkemeleri sistemi kuruldu ve bunlar eski mahkeme sisteminin işleyişinden ışık yılı kadar uzaktı.


Ekim Devrimi’nin Hukuki Yapısı

Ekim devriminden sonraki bir ay içinde mahkeme yapısının hiyerarşisi ortadan kaldırıldı. Yerel halk mahkemeleri ve devrimci mahkemelerden oluşan ikili bir sistem geliştirildi. Tüm sistem basitleştirildi ve kapitalizm ile komünizm arasındaki geçiş için gerekli olmayan her türlü yasa ortadan kaldırıldı (bkz. Sınıfları ve Sivil Rütbeleri Kaldıran Kararname, Kasım 1917). Hukuk eğitimi almış olmaktan ziyade "devrimci bilinç" tarafından yönlendirilen yeni bir yargıç tipi ortaya çıktı. Egemen sınıf olarak işçi sınıfı hukuki meseleleri bu şekilde çözüyordu.

1918-20 yılları arasında, Savaş Komünizmi olarak bilinen İç Savaş dönemi, piyasanın bastırılması, Kızıl Ordu ve Gizli Polis’in (Çeka) kurulmasıyla birlikte Bolşeviklerin "yeniden yasallaştırma" sürecini başlattığını gördü. Olağanüstü durumlar olağanüstü önlemler gerektirir ve burjuvazinin (hem iç hem de dış) saldırıları, proletaryanın iktidarı fethini savunmak için orada bulunan ek devlet tipi aygıtlara yol açtı. Devlet tipi terimini kullanıyoruz çünkü burjuva ve burjuva öncesi devlet organlarıyla belirli benzerlikleri vardır ve devletin (iktidarın) doğasını savunmak için oradadırlar, ancak asla "kalıcı" olmaları amaçlanmamıştır ve yalnızca sınıflar ortadan kalktıkça onlara duyulan ihtiyaç ortadan kalkana kadar geçici olarak (tarihsel anlamda) var olacaklardır.

Şimdi Paşukanis’in çalışmasının sadece Stuçka’yı değil, aynı zamanda Ekim Devrimi’nin kendisini de çürütmek olduğunu görebiliriz. Hukukun burjuvadan başka bir şey olması, proletarya diktatörlüğüne ve Rusya’da inşa edilmekte olana aykırı olan mülkiyet ilişkilerinin sona ermesine kapıyı kapatır. Hukukun toplumun meta ilişkilerine dayandığı ve bu ilişkilerden doğduğu, Beş Yıllık Planların değişen ihtiyaçlarının Paşukanis’in 1930’da çalışmalarını değiştirmesine, üç kez kamuoyu önünde görüşlerinden caymasına ve sonunda idam edilmesine yol açmasıyla kabaca kanıtlanmıştır.

"Marksist" hukukun rolünü ve işlevini inceledikten sonra şimdi Gramsci’nin Marx’a ve özellikle Engels’e karşı nasıl kullanıldığına dönüyoruz. Ancak Gramsci’nin defterlerini ele almadan önce, Gramsci ile ilişkilerimiz hakkında bir şeyler söylemeliyiz.

Partimiz, 1921 yılında Livorno’da kurulan orijinal İtalya Komünist Partisi’nin devamıdır. Gramsci de diğerleri gibi, Birinci Dünya Savaşı öncesinde savunulan ve uğruna mücadele edilen siyasi pozisyonları merkeze alan ve Bordiga adıyla anılan İtalya Komünist Partisi’nin oluşumunda yer aldı. Amadeo Bordiga, İtalya Komünist Partisi’nin ilk Genel Sekreteri oldu. Devrimci mücadelenin uluslararası düzeyde yenilgiye uğramasıyla birlikte Moskova liderliği, Komünist Partilerde, şu ya da bu felaket dönemecini takip edecek, ancak zamanı geldiğinde suçlanıp bir kenara atılacak daha uysal liderler arıyordu. İtalya Komünist Partisi’ndeki solu karalama ve zayıflatma kampanyası, Stalin’in İtalya Komünist Partisi’ne bu türden ilk liderini yerleştirmesiyle hazırlandı – ve bu lider Antonio Gramsci’den başkası değildi. Gramsci o zamandan beri Stalinistler, Avro-komünistler, Maocular, çeşitli Troçkistler, liberterler ve şimdi de burjuva hukukçuları için bir simge haline gelmiştir.


Devlet ve Hukuk Üzerine Gramsci

Ve şimdi Gramsci’nin devlet ve hukuk üzerine incelemesini ve hem Marx hem de Engels’e karşı nasıl kullanıldığını gözden geçirmeye devam edebiliriz.

Şimdi büyük bir kafa karışıklığı alanına giriyoruz. Açılış alıntısı bile korkunç bir disiplinsizliği göstermektedir: "Eğer her devlet belli bir uygarlık ve yurttaş tipi yaratma ve sürdürme eğilimindeyse... o zaman hukuk bu amaç için onun aracı olacaktır…". "Eğer" kelimesinin kullanımına karşı çıkmanın yanı sıra, bu alıntı yalnızca mevcut toplumları incelerken anlamlıdır ve proletaryanın devlet iktidarını fethettiği bir toplumda geçerli değildir – çünkü sosyalizm "uygarlığı" (kölelik ve sömürü) ya da eğer varsa mülkiyete saygı duyan bir kategori olan vatandaşın devam eden statüsünü korumakla ilgili değildir.

Daha sonra kültüre geçiyoruz. Görünüşe göre kültür sosyal yaşamın özüdür, ancak bunun sınıfsal temeli belirtilmemiştir. Görünüşe göre kültür "örgütlenme, kişinin içsel benliğinin disipline edilmesi... kişinin kendi tarihsel değerini, yaşamdaki işlevini, kendi haklarını ve yükümlülüklerini anlamayı başardığı daha yüksek bir farkındalığa ulaşmasıdır". Neredeyse Buddha’nın ortaya çıkmasını bekliyorduk. Burada sınıf, sınıf mücadelesi, Marksizm bir yana, birey ve yalnızca birey var. Görünüşe göre birey, zihninin katıksız gücüyle, tarihsel materyalizme ihtiyaç duymadan sınıflı toplumu aşabilir.

Şimdi "praksis" ortaya çıkıyor. Bu Yunanca’dan gelir (’eylem’, pratik’ anlamına gelir). Gramsci praksisi kültür analizinde teori ve pratiğin birliği için kullanmıştır. Öyle görünüyor ki, toplumun kültürünü anlamak ve değiştirmek isteyen "devrimci", teorinin pratikten doğduğunu ve pratik tarafından değiştirildiğini görmelidir. Burada gerçekten güçlü bir düşünme süreci yaşanıyor (!) Ve böylece komünist toplum için uygun bir hukuk teorisine geçiyoruz ki bu da görünüşe göre hukuku anlama ve değiştirme mücadelesine katılımı içeriyor. Ezilen proleterler, dayandığı sistemden – kapitalizmden – kurtulmak çok daha kolay olacakken neden hukuku değiştirelim diye sorabilir.

Praksis artık hukuku, içinde geliştiği toplumun daha geniş kültürünü somutlaştırarak analiz etmelidir. Hukuk teorisinin, kurumlarının ve uygulayıcılarının rolü göz ardı edilmemelidir. Eğer burjuva hukukunun rolü göz ardı edilmeyecek, hatta ona karşı mücadele edilecekse, o zaman toplumun kendisine saygı duyulması ve dönüştürülmesi gerekir. Ve böylece Gramsci’de, Stalin ve Mao’nun işçi sınıfının çıkarlarının diğer sömürücü sınıfların çıkarlarına tabi kılındığı sınıflar bloğunun teorik öncüsü olduğu görülmektedir.

Ve nihayet hapishane defterlerinin en can alıcı noktasına geliyoruz – entelektüellerin rolü! Gramsci’nin hapishane defterlerinin 20. yüzyıl devletinde entelektüellerin rolüne ilişkin ayrıntılı bir analiz içerdiği iddia edilmektedir. Gramsci’ye göre iki tür entelektüel vardır: geleneksel ve organik. Geleneksel entelektüeller, yazarlar, öğretmenler, filozoflar, hukukçular, yasa koyucular ve avukatlar gibi toplumda mevcut olanlara dayanan entelektüellerdir. Organik entelektüeller ise kitlelerin yeni bir toplum için verdiği mücadelelerden doğduğu iddia edilen entelektüellerdir. Yeni entelektüellerin rolü mevcut ideolojinin olumlu özelliklerini özümsemektir, çünkü hiçbir yeni devlet ya da yasal yapı sıfırdan başlayamaz. Marx ve Engels’in burjuva ideolojisini terk etme ve onunla mücadele etme konusunda yanlış yönlendirilmiş oldukları anlaşılmaktadır.

Tüm bunlar hegemonya kavramında özetlenmiştir – devlet ve toplum içinde yeni fikirlerin hakimiyeti. Tüm eski çöpleri süpürüp atacak bir devrim olmadan (ki bu devrimin işlevlerinden biridir), bunun yerine topluma, yaşama, kültüre ve topluma "sağduyu" yaklaşımını güçlendiren yeni fikirlerin nüfuz etmesine sahibiz. Ve böylece entelektüelin rolü, sınıf mücadelesinde devrimin rolünün yerini alır.

Gramsci’nin burjuva hukukçuları tarafından Marksizme ve özellikle de Engels’in devletin "sönümlenmesine" ilişkin savunmasına karşı saldırıda kullanılmış olduğu artık açıktır. Gramsci’nin siyasi pozisyonu, işçi sınıfının kurtuluşundan yana proleter bir pozisyon değil, "bir bütün olarak" toplumun çıkarları doğrultusunda (yani toplumun sömürücü sınıflarının çıkarları doğrultusunda) onun boyun eğmeye ve sömürülmeye devam etmesinden yanadır.