|
||
İtalya’da partinin sendikal yönelimi |
1979 - MEVCUT SENDİKALARIN DIŞINDA VE KARŞISINDA
(Il Partito Comunista, n.64, 1979) |
|
1992 - İŞÇİ SINIF SENDİKASININ YENİDEN DOĞUŞUNA DOĞRU (Il Partito Comunista, n.205, 1922)
|
İtalya Sendikal Hareketine Dair iki Yazı
Parti, yürüttüğü teorik ve pratik siyasi ve sendikal mücadelelerin derslerini çeşitli ülkelerde duyurmak için çalışmaktadır. İtalyan işçi hareketinin ve partimizin bu hareket içindeki deneyimi, sendikaların burjuva rejimi içinde çerçevelenmesi gibi genel bir eğilim içinde ele alınmalıdır. Bu iki metni çevirmenin, İtalya’daki işçi hareketinin deneyimini ve partinin bu hareket içindeki taktiksel yönünü ortaya koymanın faydası, partinin Türkiye gibi diğer ülkelerdeki işçi hareketi içindeki pratik eylemini tanımlamak için gerekli olan bu faktörler bağlamında düşünülmelidir.
1979 yılında yazılmış olmasına rağmen, bu makalenin başlığı hala İtalya’daki parolamız olmaya devam ediyor. Türkiye’de de durum böyle mi olmalı? Sonuçta Türkiye’deki ana akım sendikalar az ya da çok devletle bütünleşmiş durumdalar ve muhtemelen iktidardaki İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi ve onun küçük koalisyon ortağı faşist Milliyetçi Hareket Partisi ile olan bağları nedeniyle devlete daha da sıkı bir şekilde eklemlenmiş durumdalar. Ancak her iki ülkede de nihai sonuç aynı olacaksa - üyeleri adına mücadele eden ve kapitalist sömürüye karşı proleter direnişi örgütleme ihtiyacını stratejisinin merkezine koyan bir işçi sınıfı sendikasının yeniden inşası - Türkiye’de bir sınıf sendikasının inşasının İtalya’dakiyle tamamen aynı yolu izleyeceğini söylemek için erken olacaktır: sonuçta sendikal hareketlerinin tarihi birçok açıdan farklıdır.
Her ne kadar Türkiye’de de sınıf sendikası ay-yıldızlı sendikaların içinden çıkamayacak olsa da, İtalya’daki taban sendikalarından çok daha büyük olan Türkiye’deki sol sendika konfederasyonları DİSK ve KESK için aynı şeyi söyleyemeyiz. Her ne kadar hiçbir zaman 1920’lerin Beynelmilel İşçiler İttihadı ve Anadolu Kızıl Sendikaları gibi gerçek sınıf sendikaları olmasalar da, Türkiye proletaryasının en mücadeleci kesiminin çoğunluğu hala bu iki konfederasyona inanmaktadır ve onlarca yıllık zengin bir mücadele geçmişine sahiptirler. Bu durum, bu sendikaların oportünist liderliğinin her zaman Kemalist sosyal demokratlar, Kürt milliyetçileri ve diğerleri gibi burjuva sol partilerin ve dolayısıyla genel olarak demokratik ideolojinin yoğun etkisi altında olduğu gerçeğini görmezden gelmemizi sağlayamaz. Bu konfederasyonların parçası olan sendikaların üyelerine defalarca ihanet etmelerine yol açan da her şeyden önce bu siyasi bağlardır. Sonuç olarak, komünistler az ya da çok açık bir şekilde içlerinde çalışabildikleri ve hatta nihai fetihlerini umdukları için bu sendikalar bugün rejim sendikaları olarak tanımlanamasa bile, eğer onların hoşuna giden ve onları tamamen entegre etmeye daha istekli bir rejim ortaya çıkarsa yarının rejim sendikaları haline gelebilirler. Bu durum özel sektörde DİSK dışında daha mücadeleci ama önemli ölçüde daha küçük taban sendikalarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Velhasıl, Türkiye’de geleceğin sınıf sendikasının ağırlıklı bileşenleri, İtalya’da olduğu gibi, işçi sınıfı direnişini kendi içlerinde ifade etmenin imkansızlığı nedeniyle ’rejim dışı ve rejim karşıtı’ sendikalar oluşturmak zorunda kalan sendikalardan oluşacaktır. Türkiye’de birleşik sınıf cephesinin ortaya çıkması için öncelikle DİSK ve KESK dışındaki taban sendikalarının iki konfederasyonun tabanıyla birlikte hareket etmeye ve onlara enerji vermeye başlamasına ihtiyaç vardır.
Nisan 2023
Sendikalarla ilgili mevcut parolamız – rejim sendikalarının dışında ve karşısında – son dakikada yapılmış bir keşif veya işçilerin düşündüklerine uyacak şekilde yapılmış bir düzenleme değildir. Daha ziyade, uzun geleneğimiz temelinde gerçeklerin tutarlı bir şekilde okunmasından doğmuştur. Aslında, ’fikirler’ ve ’idealler’ doktriner, programatik ve taktiksel teçhizatımızın bir parçasını oluşturmaz: Marksizm onları asırlar önce bir kenara atmıştır. Bizim doktrinimiz sadece “gözlerimizin önünde gelişen gerçek bir sürecin tarifi”dir. Programımız, taktiklerimiz, işçi sınıfının kendisini ve bir bütün olarak insanlığı sömürü ve tiranlıktan kurtarmak için izlemesi gereken yolun haritasını ortaya koymaktadır.
Bu nedenle, mevcut sorunlarımıza ve doğrulanmış tezlerimize cevap bulmayı umduğumuz yer, gerçekler, süregiden, gerçek tarihsel süreç içindedir, entelektüel eserler yoluyla elde edilemez. Ve bunun nedeni, doktrinimizin bir fikirler topluluğu değil, bilimsel bir doktrin olmasıdır. Gerçekten de, teoremlerimizden yalnızca biri bile gerçeklikle, olgularla çelişseydi, Marksizm artık bir bilim değil, bir ideoloji olurdu. Ancak, nesnel öğrenciler olmadığımız ve militan olduğumuz soğukkanlılıkla düşünülürse, bu elbette bizi kapitalizmi yıkmak için savaşmaktan alıkoymaz.
Parti açısından, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde sendikalar hakkında sorulması gereken sorular şunlardır: Günümüz sendikalarını nasıl nitelendiriyoruz? Herşeye rağmen sınıfçı bir yönelime geri kazanılabilirler mi?
İlk soruyu yanıtlamakta hiç zorlanmıyoruz: İtalya’daki büyük sendika konfederasyonları, CGIL, CISL ve UIL, Mussolini’nin faşist sendikalarıyla aynı kumaştan dokunmuşlardır, yani ulusal dayanışmaya ve devlete sıkı sıkıya bağlıdırlar.
Ancak ikinci soruyu cevaplamak için bir dizi farklı etmeni hesaba katmalıyız:
1) 1948’deki bölünmeden sonra, İtalyan Genel Emek Konfederasyonu (CGIL), İtalyan
proletaryasının en savaşçı kesiminin inandığı Emek Odalarının görkemli kızıl
geleneğini "devraldı".
2) Sendikalara üyelik hala doğrudandı ve zorunlu değildi ve delega yöntemi henüz
getirilmemişti.
3) CGIL, işçilerin baskısı altında güçlü grevleri ele almaya zorlandı; başka bir
deyişle, yeniden yapılanma ve ekonomik genişleme aşamasında işçiler, patronlara
karşı savunma mücadelelerinde CGIL’in yapılarını kullanabildiler.
4) Tüm bu grevler sırasında, en çetin aşamalarda bile, işçiler hiçbir zaman CGIL
dışında örgütlenmeye zorlanmadılar.
5) Mevcut sendikaların devlet mekanizmasına açık bir şekilde dahil edilmesine
yol açacak olan süreç geri döndürülemezdi, ancak yine de tamamlanmamıştı ve
görevimiz, en savaşçı işçilerin zaten "içgüdüsel olarak" karşı çıktığı gibi buna
karşı çıkmaktı.
6) İtalyan proletaryasının en savaşçı kesimi, işçi sınıfı içindeki sağlam unsur,
hala CGIL içinde örgütlüydü ve patronlara karşı gerçek bir mücadeleye öncülük
ediyordu.
Bu değerlendirmelere dayanarak, bir gün, yeni bir işçi mücadeleleri dalgası sırasında, CGIL’in politikasını geri almanın, yapısını değiştirmenin ve onu (tümüyle veya kısmen) bir sınıf siyasi çizgisine geri kazanmanın mümkün olabileceği olasılığını dışlayamazdık. Buna “reconquista a legnate” (sopayla yeniden fetih) - yani tekrar şekle sokmak diyorduk. Eğer bu gerçeklezmese, diyorduk, özgür, devlete ve onu destekleyen partilere bağlı olmayan, açıkça anti-kapitalist, tüm proleterlere açık yeni sınıfçı örgütlere ihtiyaç duyulacaktı.
Bu amaçla militanlarımız CGIL içinde bir savaş verdi. Bu nedenle, “Üç Renki Birleşime Karşı Kızıl CGIL” ve “Delega’ya Karşı” vb. sloganlarımızı CGIL’in hem içinde hem dışında haykırdık ve her zaman her iki olasılığı da göz önünde bulundurarak çalıştık: ya sendika yeniden şekillendirilecek ya da yeni örgütler ortaya çıkacaktı. Ancak genel parolamız, sınıf sendikalarının yeniden inşası ihtiyacını öne sürerek her iki olasılığı da içeriyordu.
Bugün, 30 yıl sonra, böyle bir çekincemiz yok ve CGIL’in geri kazanılamayacağını oldukça kategorik olarak ifade ediyoruz. Bu, sınıf sendikalarının yeniden doğuşunun ancak, mevcut üç renkli sendikaların karşılık gelen bir şekilde boşaltılmasıyla birlikte yeni işçi örgütleri ortaya çıktığında gerçekleşebileceği anlamına geliyor.
Bu bir çizgi değişikliği değil, eski tutumumuzun yeniden tasdik edilmesidir. Gerçek süreç, bizim düşüncelerimiz değil, gerçekler, bizi CGIL içinde çalışmaya giden yolun artık sonsuza kadar kapalı olduğu sonucuna götürdü. Açık kalan tek yol, yeni proleter örgütlere giden yoldur. Bu nedenle bugün, işçilere önermekle yükümlü olduğumuz yol budur, çünkü başka bir yol yoktur. Öyleyse proleter örgütlerin günümüz rejim sendikalarının dışında ve karşısında yeniden doğuşu: Bizi bu sonuca götüren neydi?
1) CGIL’in örgütsel yapısı, işçi sınıfı tutumlarınca giderek daha fazla nüfuz edilemez ve onlara karşı dirençli hale geldi. Sendika aidatlarının işveren, delega aracılığıyla doğrudan kesilmesi artık tüm kategorilere yayılmış bir uygulamadır. EUR anlaşmasından sonra, sendika konfederasyonları artık kapitalist ekonominin varsayımlarını resmen kabul ettiler; Emek Odaları kaldırıldı ve sınıflar arası bölge konseyleri (consigli di zona) ile değiştirildi; sendika konfederasyonları artık üretimi artırmaya ve işçilik maliyetlerini düşürmeye kararlılardı; öz-düzenleme (autoregolamentazione), grevlerin yalnızca gösteriler düzeyine indirilmesi anlamına geliyordu; sendika üyelerinden devlete resmi olarak başvurmaları istenmekteydi.
2) 1975’ten beri en düşük ücretli işçiler - hastane çalışanları, demiryolu işçileri, uçuş görevlileri, okul işçileri - çeşitli mücadelelerde yer aldılar, bunlar zaman sınırı konmamış büyük grevlerdi - başka bir deyişle gerçek grevler. Bütün bu olaylarda, sendika - fabrikalarda yerleşik olanlar da dahil olmak üzere, çeşitli yapılarında - sürekli olarak onları sabote etti, kınadı, Devlete onları bastırması için çağrıda bulundu ve açıkça karalamalara katıldı. Kitlesel katılımın olduğu bu topyekün grevler, sendika yapısında, fabrika örgütlerinde bile en küçük bir göçük oluşturmadı. Aynı dönemde uluslararası sahnede, Polonya’da, Mısır’da, Tunus’ta da kitlesel grevler oldu. Her durumda işçiler, sendika liderliğinden ayrılmaya ve direktiflerine uymamaya zorlandı.
3) Sendika yapıları içindeki tek olay, mücadele anlamında hiçbir şey üretmeyen, ancak sendika solu tarafından tekelleştirilen “Lirico” gösterisi oldu. Ve oybirliğiyle desteklenen hastane çalışanlarının grevi sırasında Lirico organizatörleri neredeydi? Onlar da işçi mücadelesini tecrit edecek olan güvenlik kordonunun sıkılaştırılmasına katkıda bulunuyorlardı.
4) Kısmi ve çok küçük mücadeleler de dahil olmak üzere çok sayıda başka sınırlı olay, proleterlerin yaşam ve çalışma koşullarını ancak bu sendikaların dışında ve onlara karşı savunabileceklerinin artık tartışılmaz bir gerçek olduğunu gösterdi.
5) Sendika yapılarının dışında ortaya çıkan koordinasyonlar ve komiteler, yıllardır etkili bir gerçeklik haline geldi ve her sektörde ortaya çıkma eğiliminde: şimdi metal işçileri arasında, işçi sınıfının tam merkezinde ortaya çıkıyorlar.
Bu çıkarımlar bizim için bir örnekleme, bir anket değeri taşıyor. Bu, görüşler veya fikirlerle ilgili değil, gerçekliğin envanterini çıkarmakla ilgilidir. 1950’lerde proletaryanın en iyi bölümünün CGIL içinde örgütlendiğini ve savaşlarında onu kullanmak istediğini (ve yapabildiğini) söyleyebilirsek, bugün eğilimin proletaryanın en savaşçı ve bilinçli kesiminin mevcut sendikaları terk etmesi ve yeni örgütler kurması olduğunu söylemek zorundayız. Uzun, çetin ve zor bir süreç olacak ama işlerin halihazırda hareket ettiği yön bu.
Bu, hala yalnızca küçük azınlıkları içeren bir eğilim, doğru, ancak bu, analizimizin alaka düzeyini en ufak bir şekilde azaltmaz. “Dışarıda ve karşıt” örgütlenen bu küçük azınlıklar haklı ve hala resmi sendikaların kendilerini savunacağını düşünen milyonlarca işçi haksız. Yarın bu küçük azınlıklar milyonlar olacak ve yurtsever üç renkli sendikalardan kitlesel bir kaçış gerçekleşecek. Gerçekleri okuma konusundaki denenmiş ve sınanmış yöntemimiz bizi tüm bunlara ikna ediyor; ve bunu işçilere iletmekle yükümlüyüz.
Elbette, bu konuda kesin bir fikri olmayan veya konuyla ilgilenmeyen işçilerin gönüllü olarak veya mecbur kaldıkları için giriştikleri bir grevin ortasında sendikalara karşı alınması gereken duruşu gündeme getirmemeliyiz.
Ancak, tek bir mücadele döneminin veya tek bir talebin ötesinde hareket eden ve hareket etmeye devam etmesi gereken bir işçi örgütünün temel özelliklerini nasıl tanımlayacağımıza dair pratik bir sorun ortaya koyduğumuzda, bunun kalıcı olması gerekir, çünkü başka bir yolu yoktur. O zaman bu konuda kesinlikle kategorik olmak gibi tarihi bir görevimiz var: rejimin sendikalarının dışında ve karşısında; sınıf örgütlülüğünün yeniden doğuşu uğruna mücadele!
1. Kapitalizmin ekonomik krizinin derinleşmesi, patronları krizin acı verici sonuçlarını işçilere yüklemeye itiyor. Şimdi, bazı küçük ve geçici ücret artışlarına ve bazı iyileştirmelere izin veren varlıklı sınıflar için muazzam karlar döngüsü – her ne kadar grevciler ve polis arasındaki çatışmalarda düzinelerce hayata mal olan sert mücadeleler ile gerçekleşse de – sona ermiştir. Sermaye ve devleti birdenbire işçileri en sefil yoksulluğa ve güvencesizliğe sürüklemek istiyor. Çeşitli devletlerin işçilere yönelik bu saldırısı, dünyanın her yerinde, Avrupa’nın içinde ve dışında, Doğu’da ve Batı’da, yoksul ülkelerde ve sözde “zengin” ülkelerde aynı anda yaşanıyor.
2. Burjuva rejiminin güçleri -hükümet ve polis, televizyon ve basın- işçilerin kendiliğinden tepkisini engellemek için sıraya girdi. Kapitalistlerin ayrıcalıklarını savunmak için, işçi sınıfını çaresizliğe ve açlığa düşürmek pahasına da olsa her türlü şiddete, yıldırmaya ve çarpıtmaya başvurmaktalar.
3. Sömürülen kitlelerin seferberliğine karşı çıkmak için vazgeçilmez araçlar,
konfedere olsun ya da olmasın, devlet tarafından resmi olarak tanınan
sendikalardır. Eylemleri öyledir ki, pratikte artık işçilere karşı
konuşlandırılmış özel bir polis gücü olarak kabul edilebilirler.
Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan İtalyan Genel Emek Konfederasyonu (CGIL), faşist
sendikalardan işçilerin kendilerini ulusal çıkarlara teslim etmeleri gerektiğini
savunan korporatif ideolojiyi miras aldı. Son birkaç on yılda, CGIL, işçilerin
sendikanın üyelerini savunması ve karşı koyması yönündeki taleplerine karşı
giderek daha fazla sağır hale geldi. İşçiler gitgide daha sık olarak ya
taleplerinden vazgeçmeye ve patronların tacizlerine, işten çıkarmalarına vb.
tahammül etmeye ya da sendika dışında örgütlenmeye ve grev yapmaya zorlanır oldu.
CGIL’in bu artan yararsızlığı (CISL ve UIL en başından beri işe yaramazken)
bugün tam ve geri döndürülemez olarak onaylandı: her kategoriden milyonlarca
işçinin meydanlardaki oybirliğiyle protestosu CGIL’in bir inç kımıldamasına
neden olmadı; gerçekten de sınıf mücadelesine dayalı tutumlarla en hafif
uzlaşmalara bile dirençli olduğunu böylece gösterdi. Sendika liderleri,
mikrofonun üzerlerinden çıkarılmasını durdurması için polisi bile çağırdılar!
Artık herkes için açıktır ki: CGIL-CISL-UIL ve burjuva rejimi bir ve aynı şeydir.
4. Bu nedenle bugün ihtiyaç duyulan şey, sömürülenlerin kendi güçlü, sadık ve
savaşçı sınıf sendikasını, ezilenlerin kendi durumlarına karşı duydukları
nefretin kalıcı bir ifadesi ve kapitalistlerin sınırsız açgözlülüğüne karşı
direniş mücadelelerinin bir aracı olarak yeniden inşa etmeleridir. İşçi
sınıfından çıkan ve yalnız ona hesap veren, burjuva sınıfları arasındaki
savaşlarda, onların ekonomisi ve ulusu için hiçbir sorumluluk kabul etmeyen ve
ilan edilen amacı, işçileri sınıf düşmanına karşı savunmak olan bir örgüt
olmalıdır.
Koordineli ve birleşik bir kapitalist saldırıyla karşı karşıya kalan işçiler,
fabrikalara, ticarethanelere ve bölgelere bölünür: Yalnızca geniş ve
eylemlerinde kendiliğinden disiplinli bir sınıf sendikası içinde mücadeleye
birleşik bir şekilde girmeleri mümkün olacaktır.
Sınıf sendikası, en büyük seferberliği sağlamak için asla şu veya bu ideoloji
temelinde örgütlenmez, siyasi sempatileri ne olursa olsun, kendilerini nesnel
bir işçi konumunda bulan herkesi kapsar. Sınıfın hem sendikalara hem de siyasi
partisine ihtiyacı vardır; bunlar farklı olsalar da yine de tamamlayıcıdır ve
ayrı örgütlenmeler gerektirir. Yalnızca komünistlerden oluşan bir sendikanın ya
da bir sendika ile partinin ortasında melez bir örgütün kurulduğunu varsaymak,
onu daha baştan acizliğe mahkum etmek ve proletaryanın çoğunluğunu kendi haline,
başka bir deyişle, rejim sendikacılığına bırakmak anlamına gelir. Öte yandan,
parti militanlarının katılmasını ve mesajlarını iletmesini engellemek anlamında
“partilerden bağımsızlık” talep etmek, sendikanın içine ve işçiler arasına bin
bir yol ile sızan egemen burjuva ideolojisinin “yayılmış partisine” havale etmek
anlamına gelir.
5. Sendika hiyerarşileri içinden manipüle edilen sözde "sendikal sol", işçileri belirsiz ve yüzeysel olarak mücadeleci ifadelerle hala rejimin sendikalarına güvenmeleri gerektiğine ikna etmeye çalışmaktadır. Asıl amaçları, gerçek yeniden örgütlenmeyi ve genel seferberliği geciktirmek için kafa karışıklığı yaratmaktır. Tipik olarak "sendikalarda demokrasi" talep eden sendikal sol, işçileri kandırmaktadır. Sendika, üyelere karşı yeterince duyarlı olmadığı için patronlara satılmış değildir; tam tersine, işçilere itaat edemez çünkü bir kez ve tamamen patronlara teslim olmuştur. Bu nedenle, işçileri bu liderlerin sözlerini dinlemek gerektiğine ikna etmek sadece bir oyalama taktiğidir.
6. Sınıf sendikasının amacı, işçi sınıfının yaşam
standardını ve çalışma koşullarını korumaktır. Bu terim en geniş anlamıyla, emek
araçlarının sahipleri hariç tüm çalışanları kapsayacak şekilde anlaşılmalıdır:
bu nedenle, el emeği ve zihin emeği, üretken ve üretken olmayan işlerde
çalışanları, bireysel bir patronun, bir patronlar kooperatifinin ya da devletin
altında çalışanları içerir. Diğer sınıfların üyeleri, yani son derece önemsiz
olanlar da dahil olmak üzere tüm kapitalistler (zanaatkarlar ve köylüler) ve
sınıf sınırlarını aşan tabakalar (kiracılar, öğrenciler vb.) bunun dışındadır.
Öte yandan, emekliler ve işsizler sendikada ayrı olarak değil, başlangıçta
parçası oldukları meslek kategorisi içinde örgütlenirler.
Sınıf sendikasının geleneksel olarak üstlendiği işçi talepleri, en düşük
gelirlilere özel önem verilerek ücretlerin korunması; çalışma saatlerinin
azaltılması; ve emeklilerin ve işsizlerin savunması ile birlikte kendileri ve
aileleri için geçimlik ücret talebidir.
7. Sınıf sendikasının, taleplerini işverenlere ve onların devletine dayatmak
için kullanmaya hazır olduğu araçlar, burjuva direnişinin sertliğine göre
ayarlanabilen, dizginlenemeyen grev girişimlerini içeren, işçilerin doğrudan
eylemi olarak özetlenebilir. Burjuva parlamentolarındaki oylara ve mahkeme
kararlarına ve tüm sınıfları katılımcı olarak içeren referandum sonuçlarına işçi
koşullarının emanet edilmesi ilkesel olarak reddedilmelidir. Sınıfın güçlerini
konuşlandırmasının en iyi yolu, tüm zanaat ve meslek kategorilerinin genel
olarak topyekün seferber edilmesi ve bugün bildirimde bulunma yükümlülüğünden
asgari hizmet sağlama yükümlülüğünden müzakereler sırasında grevlerin askıya
alınmasına kadar burjuvazinin dayattığı ve rejim sendikaları tarafından kabul
edilen düzenlemeleri ve denetimi reddetmektir.
Sınıf sendikası için işyerinin dışında (emek odaları geleneğinde) bir bölgesel
örgütlenme kesinlikle vazgeçilmezdir. Fabrikalardan temsilciler ve küçük ve çok
küçük üretim birimlerine dağılmış bireysel işçiler burada düzenli olarak bir
araya gelebilir, birbirlerinden güç alabilir ve girişimlerini koordine edebilir.
Fabrika konseyi, fabrika içi ortamla sınırlı ve genel hareketin gerekleriyle
fiilen çelişmese bile çok tek yanlı olabilen bir vizyona zorunlu olarak bağlı
kalır: bu nedenle, onları fabrika içi çevreyle sınırlandırmak bir hatadır. Sınıf
sendikası ile aynı düzeydedir ve sendikaya paralel veya alternatif olarak ayrı
ayrı örgütlenmiş bir konseyler ağı öngörür. İşçiler, bir sınıf olarak ortak
çıkarları savunmak için kendilerini seferber etme aşamasına gelmek gibi,
fabrikanın, sektörün ve kategorinin darlığını sendika içinde örgütlenerek
aşmaktadırlar.
8. Doğru bir sınıf çizgisini garanti edebilecek örgütsel reçeteler yoktur. Bu nedenle, sendika demokrasisinin ilkelerine başvurmanın (müzakere meclisleri, istişareler ve referandumlar) sınıfçı sendika örgütünün yeniden inşası sorununu çözmeyeceğini söylüyoruz. Gericilik dönemlerinde taban, sınıfın çıkarlarına tamamen karşı değilse bile, çok tartışmalı ve uyumsuz şekillerde tepki verebilir. Yine de, bir mücadeleye karışan işçileri, işçi sınıfının savaşmaya hazır katmanlarını ve kendi özel çıkarlarını savunmak için hareketi bölmeye çalışan işçi aristokrasilerini ve beyaz yakalı işçileri aynı kefeye koyamayız. Ayrıca, burjuva devletinin, sınıfın yeniden örgütlenmesini amaçlayan kararlı bir hareketle karşı karşıya kaldığında, tipik denenmiş ve sınanmış provokasyon ve şiddetli baskı kullanımına başvurması beklenmelidir. Bu nedenle, böyle bir yeniden örgütlenme süreci, barışçıl veya yasal bir iklimde değil, açık bir devlet baskısı ve şiddetli toplumsal mücadele ortamında gelişecektir; bu durum kendini savunmak için uygun biçimler almasını gerektirebilir.
9. Sınıf sendikasının ilkeleri:
a) Burjuva toplumunun işçilere dayattığı dezavantajlı bölünmelere karşı çıkmak
için her kategoriden işçiler arasında dayanışmayı hedeflemektir;
b) Burjuva devletinin ulusal ekonomisini veya maliyesini savunmak veya bu
toplumda hayal bile edilemeyen “adil vergilendirme sistemi” gibi krizlerine
alternatif çözümler önermek sınıf sendikasıın işi değildir. Devlet küçük
burjuvaziye saldırmak zorundaysa, suçu İK’ya bırakın: sınıf sendikasının
üzerinde durduğu konum, işçi sınıfının uzlaşmaz savunusudur;
c) Yaş, ırk, cinsiyet, milliyet, din veya dil farkı gözetmeksizin aynı iş için
normatif ücret eşitliği mücadelesi verilmelidir;
d) Amacı, duygusal veya soyut anlamda değil, ortak hedeflere, mücadelelere ve
örgütlenmeye dayalı bir beklenti olarak anlaşılan uluslararası işçi
dayanışmasıdır;
e) Fiili grev ve örgütlenme kapasitesinin yasalarda veya anayasalarda yer alan
haklardan kaynaklanmadığını, sınıflar arasındaki güç dengesinin hangi yöne
kaydığına bağlı olduğunu düşünür: Yasaklanan bir yasal grevin gerçekleşmesi de
tıpkı yasadışı bir sendikanın grevi kadar olasıdır. Devlet tarafından tanınmak
için grevi sınırlayan yasaları kabul etmek ciddi bir hatadır, çünkü patronlar ve
devlet, zorla kabul ettirilmedikçe, gerçekten kavgacı bir sendikayı asla
tanımayacaktır; sendika ancak işçiler tarafından desteklendiğinde ve onları
uzlaşmaz bir sınıf çizgisi etrafında harekete geçirebildiğinde gerçek temsili
elde edebilecektir;
f) Sendika örgütlenmesi, işverenler tarafından işyerinde oluşturulan çeşitli
örgütlenme biçimleri ve iç yapılardan ayrı ve bunlara karşı olmalı ve yalnızca
işçiler tarafından finanse edilmelidir. Aidat tahsilinin patronlara devredilmesi,
üye listesinin sınıf düşmanına teslim edilmesini ve sendikanın finansman
araçlarının onların ellerine devredilmesini içerdiğinden kesin olarak
reddedilmelidir;
g) En iyi geleneğine göre, sendikadaki militanlık, işten sonra ve masrafları
kendilerine ait olmak üzere sıradan işçiler tarafından gerçekleştirilir. Ücretli
görevlilerin aşırı kullanımı, sendikal nedenlerle resmi olarak işe gelmeme,
mesai saatleri içinde patron ve casuslarının gözetimi altında yapılan
toplantılar, örgütün işlerini yüzeysel bir şekilde kolaylaştırmaktan başka bir
işe yaramaz ve genellikle bir tür yolsuzluk, yıldırma ve şantaj aracına dönüşür;
h) Rejim sendikalarının yozlaşmasının nedenlerine ilişkin önyargıları ve yanlış
açıklamaları reddeden sınıf sendikası, sonunda, proleterlerin gönüllü olarak
katıldıkları ulusal ölçekte örgütlenmiş, ortak hedeflere ulaşmak için koordineli
eylemler gerçekleştiren merkezi ve üniter organizma olmayı hedeflemelidir.
Bunlar, daimi yürütme organlarının sağlıklı bir şekilde işlemesi için
vazgeçilmez bir gerekliliktir, çünkü ancak bunlar pratik önlem alma konusunda
gerekli hız ve karar alma birliğini sağlayabilir. Sınıf çıkarlarına
bağlılıklarında kararlı olmalarını sağlamak için liderlerin zaruri olarak
izlenmesi ve sendika için en iyi siyasi çizginin seçilmesi, sınıfın geliştirmesi
gereken bir kapasitedir. Bunlar, sınıfın vazgeçilmez örgütsel araçları olmadan
yapabileceği gibi intihar niteliğinde bir sonucu benimseyerek atlatılamayan
sorunlardır;
i) Sınıf sendikası, sömürülenlerin ancak kendisini ücretli emek koşullarından
tamamen kurtararak ıstıraptan gerçek ve kalıcı bir kurtuluş elde edeceği
gerçeğine dayanır ve bu, peşinde olduğu genel amaçtır.
Enternasyonal Komünist Partisi’nin Sendika Fraksiyonu